23 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D eğinmeler MUSTAFA ŞER F ONARAN ‘Hava Kurşun Gibi Ağır’ ice sıradan insan “Hayatım Roman” deme alışkanlığı içindedir. İnsan ilişkilerindeki sonsuzlukta bilinmez ayrıntılar vardır. O ayrıntıların gizlerine varmak kolay değildir. Olayların akışında mıdır gerçek, ayrıntıların gizlerinde mi?Gerçek romancı nereye bakacağını bilir. Nâzım Hikmet’in yaşama serüveni, sıradan bir insana göre, yaşanması kolay olmayan koşullar içinde geçmiştir. şılaşmak Nâzım’ın kişiliğini zedeleyen bir durumdu. O, inandığı uzlaşmaz durumuyla bir “muhalif tavır” içindeydi. NÂZIM’ın KADINLARI Yakın arkadaşı Vâlâ Nurettin ile “Milli Mücadele”ye katılmak için Anadolu’ya geçmeleri, cepheye gönderilmeyip Bolu’da öğretmen olarak görevlendirilmeleri, bir yolunu bulup Batum’a, oradan Sovyet Devrimi’ni yakından görmek için Moskova’ya gitmeleri başlıbaşına bir serüvendir. Nâzım’ın böyle bir serüvene girişmesinde, Taninci Muhittin Bey’in baldızı Nüzhet Hanım’ı Tiflis’te görebilmek gibi gönül ilişkisi de olabilir. Nitekim ilk eşi Moskova’da evlendiği Nüzhet Hanım olmuştur. Oysa o dönemde Nâzım, Sofia adında olgun bir kadınla sevişiyordu. Dedikodulara engel olmak için mi Nüzhet Hanım’la evlendi? Muhittin Bey de bu evlilikten yana değildi, Nâzım’ın halası da. Üstelik Nüzhet’in hastalığı ilerliyordu. Bir sanatoryuma gönderildi. Nâzım, Lenin’in ölümünden sonra, 1924’te Türkiye’ye döndü. Türkiye’nin karışık bir dönemidir. Terakkiperver Parti’nin kapatılışı. Doğu’da Nasturi Ayaklanması, Şeyh Sait İsyanı, Takriri Sükun Kanunu’nun çıkarılması, İstiklal Mahkemeleri’nin kurulması bu döneme rastlar. Ankara’da Amele Teali Cemiyeti’nin yayımladığı “1 Mayıs Nedir?” başlıklı broşür yüzünden, İstiklal Mahkemesi’nde devrimcilerin duruşmaları yapılır. İçlerinde Nâzım’ın da bulunduğu nice ünlü kişinin 15 yıl ağır hapsine karar verilir. Nâzım’ın 9 aylık Türkiye serüveni, yeniden Sovyetler Birliği’ne kaçmasıyla son bulur. Bu ikinci Sovyet serüveninde Mayakovski ile tanıştı. Ayrıca Lena’yı tanıdı. Onunla evlendi. Cumhuriyet’in 5. yılında genel af çıkınca yeniden Türkiye’ye döndü. Lena, Nâzım’dan haber bekleyene kadar Odesa’da kaldı. Ama bir salgın hastalık sonucu öldü. Nâzım’ın “Heraklit’i Düşünüş” şiiri “Her Ekalliyeti Düşünüş” olarak anlaşıldığı için Kürtleri, Rumları, Ermenileri, Lazları örgütlemek suçundan yargılandı. 1928 Kasımındaki yargılama aralık sonuna doğru aklamayla sonuçlandı. Kendini çalışma coşkusuna veren Nâzım dingin bir evliliğin özlemi içindedir. Vedat Örfi Bengü’den ayrılan Piraye 2 çocuğuyla dul kalan, soylu bir aileden gelen, genç bir kadındır. Nâzım ile arkadaşları 1930 Martı’nda Komintern kararıyla TKP’den çıkarılmıştır. Gene de “komünizm propagandası” nedeniyle 4 yıl hüküm giymiştir. 16 ay hapis yatıp “Cumhuriyet’in 10. Yıl Affı”yla çıkmış, Piraye ile evlenmiştir. Hıfzı Topuz Ancak hapiste kendisini 2011 N 15 Ocak 1902’de doğduğu var sayıldığına göre, 2002 yılında Nâzım’ın doğumunun 100. yılı dolayısıyla Rüştü Asyalı ile birlikte kotardığımız bir oyun Devlet Tiyatroları’nda sahnelenmişti. Bu oyun 3 dönem kapalı gişe oynandı. Müzikleri, görüntüleri, Rüştü Asyalı’nın başarılı oyunuyla etkili olmuştu. “Ben Bir İnsan” adındaki bu oyun, öleceği gün Nâzım Hikmet’in yaşadığı zamana dalıp kendiyle ödeşmesini anlatıyordu. Kitaba dönüşmüş olması, bir romandan beklenen sürekli etkiyi taşıyamazdı. Biz Nâzım’ın şiirinden yola çıkıp “Ben Bir İnsan” derken onun insan yönünü ortaya çıkarmaya çalıştık. Hıfzı Topuz, gene şiirinden yola çıkıp “Hava Kurşun Gibi Ağır” derken yaşama serüvenindeki katlanılması zor koşulları ortaya koymak istemiş (HAVA KURŞUN GİBİ AĞIR, Nâzım Hikmet’in Romanı, Remzi Kitabevi, 2011). KENDİ İNANCINDA YAŞAMAK Hıfzı Topuz “Akşam” gazetesinde çalıştığı 50’li yıllarda Nâzım Hikmet’in yurtdışına kaçışı olayını karısı Münevver’le konuştuğu gibi, Paris’te UNESCO’da görevliyken Nâzım’ı yakından tanımak olanağını da buldu. Nâzım gibi bir ozanın yaşama serüvenini yorumlamak için onu tanımış olmak da bir ayrıcalıktır. Katlanılması zor koşullar içinde geçen görkemli bir serüvendir bu! Hıfzı Topuz da kendini bu akışa kaptırarak ayrıntılarda derinleşmenin yeterli olamayacağını düşündürüyor. Nâzım Hikmet ne gibi haksızlıklara uğramış, hapishane koşullarına nasıl katlanmış, en zor durumlarda bile insan sevgisinden, şiirin gücünden yararlanarak kendini nasıl yenilemiş, sevi ilişkilerinde “kadınlarını aldatırken” yüreğine bunca duyarlığı nasıl sığdırmış? Hıfzı Topuz “Hava Kurşun Gibi Ağır” diyerek bu içinden zor çıkılacak durumları, yavaşça, incelikli bir biçem özelliğiyle anlatıyor. İnandığı dünya görüşünü savunmak, “eyyamcı” bir anlayış içinde olmamak, yönetimle ters düşmesine yol açtığı gibi, Türkiye Komünist Partisi’nden dışlanmasını da gerektirmişti. Nâzım Hikmet gibi bir dünya ozanının yönetim erkini ele geçirenlerle uzlaşmaz bir ortam oluşturması, onunla uğraşılmasına yol açacaktı. Yakın arkadaşı Şevket Süreyya Aydemir bu durumu düzeltmek için onu Ankara’ya çağırmıştı. Böyle bir oldubittiyle karSAYFA 26 7 TEMMUZ yoklayan Semiha Berksoy’la da ilişkisi vardır. Piraye ile evliliği süredursun Suat Derviş ile Cahit Uçuk da sevi ilişkisi kurduğu kadınlar arasındadır. Öte yandan harp okulu ile donanmayı isyana kışkırtması suçlamalarıyla indirimli 28 yıl hapis cezası alınca, bu sevi ilişkileri Nâzım için bir çeşit avuntu mu olmuştu? Ne var ki bu kadınlar Nâzım’la ilişkilerinin sonuç getirmeyeceğini anlayınca, kendi serüvenlerini yaşadı. Hapisteki yalnızlığında onun gönül dünyasını ele geçiren dayı kızı Münevver oldu. 1951 affıyla serbest kalınca Münevver’le evlendi. Bu olay Piraye için yıkım oldu. 1951 affından sonra yeniden yurtdışına kaçmak zorunda kalınca, Moskova’da Dr. Galina ile birlikte yaşadı. Dr. Galina, kalbinden hasta olan Nâzım’ı yaşatan bir sevgiliydi. Hapisler, ayrılıklar, kendi sürgününde yaşamak Nâzım’ın gönül dünyasını çelişkiler içinde bırakmış, son olarak kendinden küçük bir kadına, Vera’ya, gönlünü kaptırmış, onunla evlenmişti. Hıfzı Topuz; bu 10 kadının 5’iyle evlenen, 5’iyle sevi ilişkisini sürdüren Nâzım’ın ne gibi çelişkiler içinde kaldığını, sorumluluklarının bilincinde olmasına karşın, nasıl çaresizliklere düştüğünü de anlatır. ÖNYARGILI YARGILAMA Kuşkusuz Nâzım Hikmet’in yaşama serüveninde kadınların önemli yeri var. O kadınlar kendi yalnızlıklarına çekilse bile ona direnme gücü vermiştir. Hele düzmece savlarla özgürlükten uzak, kadın özlemi içinde yalnızlık çekerken nice acılarla yaralanmış yüreği artık onu bırakmaya başlıyordu. Harp okulu yargılamasında Nâzım’a “tebelleş” olan Ömer Deniz adında bir öğrenci vardır. Donanma olayında Nâzım’ın satılan kitaplarını okuyan denizciler vardır. Ama Nâzım’ı ayaklanmaya kışkırtmayla suçlayacak hiçbir kanıt yoktur. Yazık ki savcı Şerif Budak kanıt aramıyor: “Biz bu davada delil arayacak kadar saf değiliz. Bunlar bugün bir şey yapmamışlarsa, yarın yapacaklardır” diyor. Üstelik dünya ozanı Nâzım Hikmet “vatan haini” olmakla suçlanıyor. Hem de “Erkin” gemisinde yargılanması süren Nâzım Hikmet pislik içinde, kötü koşullarda bulunmaktadır. Bu yargılamayı yönlendiren Mareşal Fevzi Çakmak mıdır? Atatürk Dolmabahçe’de ağır hastayken Nâzım’ın dayısı Ali Fuat Cebesoy Paşa’nın yönetim dışı bırakılması mı söz konusudur? Yönetim erkini ele geçirmek isteyenlerin elinde Nâzım Hikmet ökse olarak mı kullanılmaktadır? Yargıçlarla savcılar bir çeşit tetikçi midir? Hıfzı Topuz’un usta kalemi bu düzmece olaylarda ne gibi oyunlar oynandığını düşündürürken Nâzım Hikmet’in umuda sığınarak kendini korumaya çalıştığını anlatıyor. “BEN ÖLÜRSEM ADIM KALIR” Babıâli’deki basın ortamı, “Resimli Ay” dergisi çevresindeki edebiyatçılar, Nâzım’ın acımasız yergileri, görüşlerinden ödün vermeyen kişiliği Hıfzı Topuz’un anlatısında öne çıkan özelliklerdir. 1951 affından sonra kendini güvende görmeyip Sovyetler Birliği’ne kaçınca da, görüşlerinde direnen bir ozan olmuştu. Nitekim siyasal bir yergi, bir gülmece, bir eleştiri niteliğinde olan “İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu?” oyununu yetkililer yasaklamıştı. Oysa Nâzım şöyle düşünüyordu: “Liderlerin putlaştırılmasına, dikta eğilimlerine karşı koymak gerekiyordu. Sosyalizm asla putlaştırmadan yana olamazdı.” “Pravda” için Nâzım’dan Yesenin’le ilgili bir yazı istenmişti. Yazıdan bir bölümü çıkarmışlar. Ama aynı yazı Paris’te Komünist Parti’sinin yayın organı “Humanitê”de eksiksiz yayımlandı. Pravda’nın başında Kruşçev’in damadı Acubey vardı. Bu durumu öğrenince Nâzım’e der ki: “Siz bizden izin almadan, kapitalist ülkelere buradan nasıl yazı gönderebilirsiniz? Unutmayın ki siz bu ülkede bir yabancısınız. Yarın yolda bir kazaya kurban gidebilirsiniz.” Nâzım’ın verdiği yanıt anlamlıdır: “Evet böyle bir şey olabilir, ben ölürüm ama adım kalır. Sizden hiçbir şey kalacağını sanmıyorum.” Hapiste dar odalarda geçiyordu zamanı. Artık Vera ile birlikte Avrupa’nın değişik kentlerine, AsyaAfrika Yazarlar Birliği Toplantıları için Kahire, Taşkent, Baku, Tanzanya gibi yerlere, Fidel Castro’ya barış ödülü vermek için Havana’ya bile gitti. Ama o anevrizmalı yürek onu artık taşıyamadı. 3 Haziran 1963 sabahı kutuya bırakılan gazeteyi almak için kapı önüne çıktığında; “birden dizlerinin bağı çözüldü, gözleri karardı, yere yığıldı kaldı.” Vera daha uyanmamıştı. Uyanıp onu arayınca “Kapıya koştu. Bir de baktı Nâzım yerde, başı öne eğik, gözleri kapalı, kapıya yaslanmış kalmış.” Hıfzı Topuz, Nâzım’ın pasapotuna yazdığı “Vera’ya” şiiriyle noktalıyor anlatısını: “Gelsene dedi bana Geldim Kalsana dedi bana Kaldım Gülsene dedi bana Güldüm Ölsene dedi bana Öldüm.” Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1116
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle