20 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y alman Rushdie, iki yıl kadar önce sorularımı yanıtlarken, “Hep insanın sabahları belirli bir yaratıcı enerjiyle uyandığına inanmışımdır” demişti. “Bu enerjiyi boşa harcamamak gerekir.” O yüzden, çoğu kez, yataktan kalkınca duş bile yapmadan, dahası giyinmeden çalışma masasının başına geçiyor, birkaç saat çalışıyordu. Ta ki, varmaya çalıştığı yere vardığını görünceye dek. Sonra yıkanıp giyiniyor, yeniden çalışmaya başlıyordu… Bizde, en son, Ayaklarının Altındaki Toprak adlı yapıtı yayımlanan Rushdie’nin aradan geçen süre içinde çalışma düzenini değiştirdiğini sanmıyorum; ama şu sıralar belli ki, belki de uzun süredir ilk kez, roman yazmıyor. Roman yazmıyor, ama bir TV dizisi ile bir filmin senaryosu üstünde çalışıyor ve anılarının son bölümlerini kaleme alıyor. 1981’de Britanya’nın saygın edebiyat ödüllerinden Booker’a değer görülmekle kalmayan, daha sonra Rushdie’ye Booker’ların Booker’ı ödülünü de getiren Geceyarısı Çocukları, son yıllarda “Ateş”, “Toprak” ve “Su” üçlemesiyle sinemaseverleri büyüleyen Deepa Mehta tarafından beyazperdeye aktarılacak. Rushdie, “Değişim Rüzgârları” adıyla gösterilmesi tasarlanan filmin senaryosunu, Mehta’yla birlikte yazıyor. Rushdie’nin, senaryosu üstünde çalıştığı TV dizisi ise ABD’deki Showtime kanalında yayımlanacak. 60’ar dakikalık bölümlerden oluşacak “The Next People” adlı dizinin siyaset, din, bilim, teknoloji ve cinsellikle alanları kapsayacağı ve “modern yaşamdaki hızlı değişim”i işleyeceği söyleniyor. Anı kitabına gelince, bu kitap, altmış iki yaşındaki Hint kökenli İngiliz yazarın tüm bir yaşamını kapsamıyor. Rushdie, yaşamının hiç kuşkusuz en fırtınalı, en zorlu dönemi sayılabilecek 19842002 yılları arasında yaşadıklarını anlatıyor. Şeytan Âyetleri’ni yazmaya başladığı 1984 sonundan gizlilikte yaşamaya bıraktığı ve polis korumasının kalktığı 2002 başına uzanan dönemde yaşadıklarını, duyumsadıklarını, düşündüklerini kaleme alıyor. Başka bir deyişle, İran İslam Cumhuriyeti tarafından hakkında “ölüm fetvası” çıkarılan bir yazarın, tüm bir yaşamının allak bullak oluşunun öyküsünü okuyacağız bu kitapta. Rushdie’nin son romanı Luka ve Yaşam Ateşi ise, “fetva” yüzünden ölüm tehdidi altında yaşadığı sıralarda yazmış oldu Harun ile Öyküler Denizi’nin devamı niteliğinde… Geçenlerde, The Observer’da, Tim Adams’ın Rushdie’yle yaptığı bir söyleşi yayımlandı. Söyleşide, yalnızca bu son romanı ve anı kitabıyla değil, son aylarda Arap ülkelerinde yaşanan başkaldırılarla ilgili görüşlerini de dile getiriyordu SAYFA 6 7 TEMMUZ eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER [email protected] Salman Rushdie son romanını, anı kitabını ve ‘Arap Baharı’nı anlattı: ‘Arap Baharı özgürlük istiyor’ S Rushdie. Bu söyleşiden bazı bölümleri okurlarla paylaşayım dedim: Son kitabınız “Luka ve Yaşam Ateşi” en genç oğlunuza, 14 yaşındaki Milan’a adanmış. Ve “fetva” yüzünden yaşamınız tehdit altındayken, en büyük oğlunuz Zafar için yazılmış olan “Harun ile Öyküler Denizi”nin devamı niteliğinde. Zafar şimdi 31 yaşında. Babalar ve oğullarla ilgili pek çok şey yazdınız… Doğrusu, yalnızca oğullarım var, o yüzden bir bakıma bütün bildiğim bu. Yaşla birlikte değişen şu ki, “Şeytan Âyetleri”ne gelinceye kadar, “Geceyarısı Çocukları” ve daha önceki o kitapları yazdığım sırada, çocuğun anababaya bakış açısı söz konusuydu. Sonradan bakış açısının yer değiştirdiğini fark ediyorsunuz. İşte, “Harun” kitabı, çocuktan çok, baba olarak yazmaya başladığım andır. Babanız öykü yazar mıydı? Öykü yazarı değildi, ama bize çok güzel öyküler anlatırdı. İnsanlar bu iki kitabı okuduklarında Raşid karakterinin ben olduğumu düşünüyorlar, ama bence onda yaşamımdaki ilk öykücü olan babamdan da bir şeyler var. Yaşamımın ilk Hint masallarının çoğunu onun yorumundan dinledim. Arapça ve Farsça uzmanı olduğu için bu masallardan bazılarını özgün dillerinde okumuştu. Yazarken onun sesini duyar gibi oluyor musunuz? Son zamanlarda pek o kadar değil. Ama rüyalarımda onu hâlâ görüyorum, çoğu zaman acımasızca eleştiriyor beni. Yine de, rüyalarımda, yaşamda olduğundan çok daha nazik, çok daha anlayışlı. Ayetullah Humeyni’nin hakkınızda “ölüm fetvası” vermesinden hemen sonra, en olmaz gibi görünen şeylerin gerçek olduğu bir “aynalar dünyası”nda yaşamaktan söz eden bir yazı yazdığınızı 2011 Salman Rushdie anımsıyorum. O dönemle ilgili anılarınızı yazıyor musunuz? Aynalar dünyası herhalde o sıralar benim olduğum yerden çok daha eğlenceliydi. Ama evet, o dönemin anılarına fena halde dalmış bulunuyorum. Dahası, bitti gibi bir şey. Aslında, anılar, 1984 sonunda Şeytan Âyetleri’ni yazmaya başladığım dönemden 2002 yılının başlarında polis korumasının kalktığı döneme kadar uzanıyor. O dönem, sizin yaşamınızın dışında bir yaşam gibi mi geliyor size? Hayır, öyle hissedemeyeceğim kadar uzun sürdü çünkü. Başıma böyle bir bela gelinceye kadar pek günlük tutmamıştım; ama bu olaydan sonra o kadar çok şey oldu ki, yazmaya başlamazsam çoğunu anımsayamayacağımı anladım. Son yıllarda New York’ta çok kalıyor ve yazıyorsunuz. Nereyi eviniz olarak görüyorsunuz? Evim olarak gördüğüm farklı yerler var ve bunlar arasında bir seçim yapma gereği duymuyorum. Sözgelimi, Bombay’a gitiğimde kendimi evimde hissederim herhalde. Londra’da her yerden daha uzun süre yaşadım, üstelik iki çocuğum ve kız kardeşim de burada. Ne var ki, New York’ta da bayağı evimde hissediyorum kendimi. Yazmak için iyi bir yer New York. Şimdilerde evli değilsiniz, ama çok uzun bir evliliğiniz oldu. Evli olmayı yeğler misiniz? Ne diyeyim, bilmem ki. Dört buçuk yıldır evli değilim. Ve halimden memnunum. Şifa bulmaz bir romantik olduğumu söylüyorlar, ama en sonunda şifa buldum belki de. Kaldı ki, yeniden evlenmeye kalkarsam çocuklarım canıma okur gibime geliyor. Kendinizi bir tanrıtanımaz olarak görüyor musunuz? Elbette. Tam bir saçmalık, hep böyle gördüm. Babam da öyleydi. Dinle ilgili olarak evimize giren tek şey, annemin domuz eti yemeyi sevmemesiydi. İngiltere’de okula gitmeye başlayıncaya kadar ağzıma domuz eti koymamıştım. Sonra bir gün jambonlu sandviç yedim ve çarpılmadığımı gördüm. Ama öyküye olan inancınız her zaman tamdı, öyle değil mi? Evet, her zaman. Yani eğer marangozsanız, marangozluğa inancınızın tam olması gerekir. “Şeytan Âyetleri”ni hiç yeniden okudunuz mu? Hayır, okuduğumu söyleyemem. Aslına bakarsanız, Şeytan Âyetleri’ni yazdığımda, o güne kadarki en politik olmayan romanım olduğunu sanıyordum. Göçle ilgili, benliğin sınanmasıyla ilgili, son derece kişisel bir kitap olduğu kanısındaydım. Bugün okullara gidip konuşma yaptığımda, beni dinleyen öğrencilerin Şeytan Âyetleri yayımlandığı sıralar yeni doğmuş olduklarını fark ediyorum. Kitabın yayımlanmasından sonra meydana gelenler, onlara çok eski çağlarda olup bitmiş gibi geliyor. O yüzden, Şeytan Âyetleri’ni yeniden bir kitap olarak okumaya başlayabilirler; bence bu harika bir şey. Arap ülkelerinde patlak veren başkaldırılar konusunda ne düşünüyorsunuz? Arap baharına baktığınız zaman, örneğin El Kaide’nin birden en küçük bir önemi kalmayacakmış gibi görünüyor. Müslüman ülkelere farklı ölçütlerle bakılması gerektiği görüşü (ki bu görüş Batı’da çok ağır basmıştır) bence tam bir saçmalık. Arap baharı ideolojik bir devrim değil, dinsel bir devrim de değil; özgürlük ve iş isteyen insanların başkaldırısı, tüm insanlığın ortak istek ve hakları bunlar. Bir keresinde “Yaşam bize kim olduğumuzu öğretir” diye yazdığınızı anımsıyorum. Anılarınızı yazarken, kendinizle ilgili keşfettikleriniz sizi şaşırttı mı? Hem de çok şaşırttı. O yaşadığınız yıllara baktığınızda, güçlü yanlarınızın yanı sıra tüm zayıflıklarınızı da keşfediyorsunuz. Üstelik, bunları yazarken, kendinize karşı acımasızca dürüst olmalısınız. Uzun bir kitap. 600 sayfa olacak. O yüzden, sanırım daha keşfedecek çok şey var. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1116
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle