24 Nisan 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

lu kılalere temehiçbir ne yömalı” k, anerek ki larda tün gelip mam.” bunca si geüyo dudığı gılanaşkili , vicdainsana nsana k. düşüı işleçinde günaYunan yphos ının ki onu günaradığıizlik, O gücak bir dığında zde, yakalayle büu aşk. mcesi, Aşk bu hinde iminizkalanı “sevriyoran ölüÖykühinlere uluğu usu yak üzerie döü giya abarkazanı ¥ sinden emin olan kadında güdülerin bütünleştiğini algılarım. Yine de ilişkilere ve yaşadığı koşullara göre, bu güdülerden birinin öne çıktığı gözlenir. “Dönüşsüzlüğün karanlığında bir yitiriş olduğunu bilseydim o ayrılışın, saydam bedenini, sesinin nergis kokan tınısını canıma sokup sonsuza değin saklamaz mıydım?..” İnsan sevdiğinden ayrılmanın acısını bile canında saklamak ister, öyle değil mi? Sevgisel aldanışa kapıldıysanız, varlığınızın her zerresini, etinizi, kanınızı, ruhunuzu ona adarsınız. Sevgi, “dönüşsüzlüğün karanlığında bir yitiriş” olarak algılandı mı, karşınızdaki sevgi varlığı olmaktan çıkar, bedensel nesneye dönüşür. Onda olmayıp duygu yaratımınızla var ettiğiniz “anlar”dan yansımaları, unutmak isteseniz de unutamıyorsunuz. Camus, “İnsanın alışamayacağı acı yok” diyor. İradeniz ne denli güçlü olursa olsun, hiçbir zaman, temeli çürük betimlemeler, onun “saydam bedeni”ni, “tınısı nergis kokan sesi”ni, başka bir deyişle zihninize kazınan gerçek görüntüsünü unutturamıyor. Sizin diğer kitaplarınız ve öykülerinizle romanlarınızda da kadın betimlemelerini okuyunca insanın ruhuna ılıklık, yüzüne gülümseme yerleşiyor. Kadınlar duru, yalın, riyasızlar... Bu nasıl oluyor? Kadının horlandığı, giderek nesneleştirildiği ilkel bir ortamda ona bakış açım şaşırtıcı bulunabilir. İnsana sevgiyle bakan, düşlediği güzelliğe ulaşabilir. Sevgiyle bakmaksa sanatta beğenisel bir düzey. O nedenle, kadına sevgiyle bakan yüreğin ondaki duruluğu, yalınlığı, riyasızlığı görebildiği kanısındayım. Sanatta belli düzeyi tutturmuş yazar ya da sanatçılar kadını hep yaratıcı gözle görür. Kadın biraz da sanatsal gözle yaratıldığı için kadındır. Çünkü sanatçı, onda görülmeyenin, fark edilmeyenin ardında. Benim öykü ve romanlarımda betimlediğim kadınları okurken içinize ılıklık yayılması, yüzünüze gülümseme yerleşmesi sizin algılama yeteneğinizle de ilgili. de kalamıyor. Yer değiştirince onun ince davranışlarındaki değişikliğin, daha çekici, daha kışkırtıcı olduğunu fark ederek şu yargıya varıyorum: “Kadın, hiçbir zaman tek bir kadın olmuyor, her davranışıyla kadınlığını çoğaltıyordu.” Davranışıyla, sesiyle tekdüzeleşti mi, kadın kadınlıktan çıkıyor. Kadın, ruhu gibi devingen de. Ona eylemsizlik de yakışmıyor. BİLİNÇ BAŞKALDIRIYLA DOĞAR Kaleminizde hayat bulan her kelime, okura benzerine az rastlanır bir gerçeklik duygusu yaşatacak nitelikte. Bunu yaparken okurunuza, kendisini anlatı atmosferinizde hissetmenin yolunu açıyorsunuz. Bunun sırrı nedir? Yazmada sır yok, anlatısal özen var. Özel dilinden dolayı şiir dışta tutulursa roman ve öykü gibi kurmacayı gerektiren anlatılarda, eskiden yeniye dilin bütün olanaklarından yararlanıp özgün bir söylem oluşturmak anlatının önemli bir aşaması sayılır. Üslubumun gerçeklik duygusu yaratmasında dilsel çabalarımın etkisi olabilir. Roman ve öykülerimi okuyanların üslubumu öne çıkardıklarını görüyorum. Biliyoruz ki kitapla olağanüstü bağınız ta çocukluktan başlıyor... Don Quijote’u yanınızdan ayırmıyorsunuz, Balzac’ın Tılsımlı Deri’si de en sevdikleriniz arasında. Albert Camus vazgeçemediğiniz yazar. Bu yazarların bazısı kitapta size eşlik ediyor. Yazar, okuduğu her kitapta bir şeyler bulur. Don Quijote’un anlatı yapısında şövalye romanlarının etkisi kadar, Doğu (Arap) anlatılarından da izler var. Bu özelliğiyle, Don Quijote’ta bir yandan da karşı görüş bildirerek tartışan yeni bir insanın dünyaya egemen olacağı muştulanır. Balzac ise, Tılsımlı Deri’de kalabalıklar arasında sıkışıp kalmış bireyin özgürleşmesi düşüncesini pekiştirir. Albert Camus, başta Yabancı ve Başkaldıran İnsan olmak üzere, toplum baskısı altında iyice sıkışıp kalmış insanın, gerekirse başkaldırarak, özgürleşme savaşına girme bilincini aşılar çağdaş insana. Sorar Camus Başkaldıran İnsan’ın ilk cümlelerinde: “Kimdir başkaldıran insan? Hayır diyen biri (...) Tüm yaşamı boyunca buyruk almış bir köle, birdenbire, yeni bir buyruğu kabul edilmez bulur (...) Köle, daha önce bir uzlaşma içine yerleşmişken, birdenbire ya ‘Hep’ ya ‘Hiç’in içine atılır. Bilinç başkaldırıyla doğar (...) Başkaldırıyorum, öyleyse varız.” Camus, yalnızca sanatsal gücüyle değil, çağdaş köleliğe karşı düşünceleriyle de kaçınılmaz yazarlarımdan. Anlatımınızla masalsı ama tadı unutulmayacak etkiler bırakıyorsunuz bellekte. Bu dili yakalamanın bir sırrı var mı? Tabii, bu da sır değil. Çocukluğumda gecelerce süren uzun masallar, halk hikâyeleri dinlerdim. Bu hikâyelerin arasına şiirler serpiştirilmiştir. Anlatımı akıcı, söyleyiş ritmi ruhu okşayıcı deyişlerdi. On yaşlarımda, bu anlatıların yazıya geçirilmiş kitaplarıyla tanıştım. İlk ele geçirdiğim Elif ile Yaralı Mahmut adlı kitabı bir gecede üç kez okuduğumu anımsıyorum. Bu dili ben yakalamadım. Tam tersine, ağıtlardan, deyişlerden Binbir Gece Masalları’na Evliya Çelebi Seyahatnamesi’ne, Yaşar Kemal’e, o beni bulup biçimlendirdi. Yazar, toplumunun anlatı geleneğinin mirasçısı. Ondan bana da bir pay düşmüşse sevinirim. Bozkır Aydınlığında Aşk/ Adnan Binyazar/ Can Yayınları/ 160 s. Murathan Mungan’dan ‘Kibrit Çöpleri’ ‘Azalmış sözün duruluğu’ Murathan Mungan’ın kısa öykülerden oluşan yeni kitabı Kibrit Çöpleri yayımlandı. Öbür kitaplarında olduğu gibi belirlemeleriyle dikkat çeken Mungan’ın bu kitabı, “an”lardan oluşuyor ve “an”lara odaklanıyor. Ë Orçun ÜÇER nce kitabın adı: Kibrit Çöpleri… Bu ad, hikâyelerin kısalığını belirtmenin yanı sıra tükenmişliğini de gösterir. Okunulduğunda görülecektir; bazı hikâyeler, “roman da olabilirmiş” hissi veriyor. Sanki uzun anlatılar için taslak olarak hazırlanmışlar. Ama hayır. Başlangıçta, yola çıkışta öyle tasavvur edilmiş olsalar da, yolda fark edilmiş: Onların (“an”ların) kaderi, yaşamı, kibrit çöplerinin ömrü kadar. Görevlerini eksiksiz yerine getirmiştir, çünkü “Başlangıçsızlığın Hikâyesi”nde dediği gibi “Uzun cümleler ağırlığında, tok bir sözcük” niteliğindedir, bu kısa öyküler. (Mungan, Stüdyo Kayıtları’ndaki “Yeniden Bulmak Dili” denemesinde, yukarıda, “ Başlangıçta, yola çıkışta öyle tasavvur edilmiş olsalar da, yolda fark edilmiştir: Onların (‘an’ların) kaderi, yaşamı, kibrit çöplerinin ömrü kadardır” cümlesiyle, metnin kendi kaderini çizdiğini anlatmaya çalıştığım durumu açıklığa kavuşturmuş: “İlle de şiir yazayım, artık oyun yazmanın sırası geldi, şimdi bu da öykü olsun, diye karar vermiyorum; malzemenin kendisi söylüyor bana ne olacağını, neye uygun olduğunu; en iyi hangi biçimde anlam ve hayat bulacağını.” s. 214). Yazar, kitabın ilk öyküsü olan “Duman İşaretleri”nde, “Sizden tek isteğim, hız yapmayın okurken. Göze az görünenler, hızda çabuk kaybedilirler” diyerek; kitabı ilk gördüğünde şöyle bir karıştırıp, “Bu ne ya, bir saatlik işi var bu öykülerin” diye düşünen okuru, haklı olarak uyarıyor. Asuman KafaoğluBüke’nin yerinde tanımlamasıyla “şiiröykü”lerden mürekkep bu metinler; fiziken kısa, fakat anlam yönünden uzun ve yorucu hikâyeler. Örneğin, “Başlamaması İçin” öyküsündeki “Yaralarımızı birbirimize gösterecek kadar soyunamıyorduk henüz birbirimizin yanında” ve “Aynı sorunu yaşıyor, aynı tedirginliği paylaşıyor olmamız, birbirimize yardımcı olmamıza yetmiyordu”, “Konuşamadıklarımıza”da “En ilgisiz konulardan bile art arda söz açıyorduk sırf susmamak için; susarsak o sessizliğin göstereceği şeyi görmemek için”; “Müfide”de, “İnsan, içi azaldıkça geçmişe sığınır”; “Köpekle Hatırlanan”da, “Bazı erkeklerin hikâyesini anmak bile yorucudur”; “Ardıç”ta, “Evdekiler bir şey bilmez. Bilselerdi, evde olmazlardı”; “Ağaç Zamanı”nda, “Biz Ö AL ka bir sevgiünü ben” bulan ı diye se insabir öl ır doek in ayrı, n ayrı n dışa r gerde hem uğunagi ¥ 1116 ARINDIRICI BİR RİTÜEL “Şah Mahmet” öykünüzde, Mahmet sevdiğini soğuk sularla yıkayarak günahından arındırır. “Buluntu Bebek” öyküsünde de çöplükte bulunan bebek yıkanıp paklanıyor. Bunun sizin için özel bir nedeni var mı? “Uyku Güzeli” öykümde de yazar durumdaki anlatıcı, evine gelen genç fahişeyi yıkayıp arındırır. Su, arındırıcı bir ritüel olarak birçok kültürde var. Dinlediğim masallarda, okuduğum efsanelerde periler subaşlarında toplanır. “Şah Mahmet” öyküsünde olduğu gibi suyun, kendi isteğiyle ya da zorlanarak günah işleyenin günahlardan arınacağına inanılıyor. İstanbul sokaklarında kimsesiz kaldığım çocukluk yıllarımda aylarca, belki yıllarca yıkanmamış olduğumu anımsıyorum. Dizlerimde biriken kir katmanlarından utanç duysam da yıkanma olanağı bulamazdım. “Buluntu Bebek”te olduğu gibi öykülerimde ilginizi çeken yıkayıp arındırma duygusu, belki de o yıllarda yaşadığım kirliliğin bir ödünlemesi... “Kadını tek açıdan görmeyeceksin, ne yapıp edip açı değiştireceksin” diyorsunuz. Siz böyle yapıyor musunuz? O zaman neler görüyorsunuz? Öyküde geçen “açı değiştirmek”, bir rastlantı. Kadını şu açıdan ya da bu açıdan görmek, onu fotoğrafçı gibi algılamak olur ki, öyküdeki sahne öyle değil. Kır ortamında, insan oturduğu yer Satır aralarını okumasını bilen pek çok yazar adayına da yol göstericilik yapıyor Murathan Mungan. kendimizde neyin kabuk bağladığını bile artık hatırlamazken”; “Cümleler”de, “Üzerinde, yaşamadığı bir hayatın yorgunluğu”; “”İştah, Mide”de “Senin hikâyen başlamak için, her seferinde aynı yere dönüyor”; “Oyuncakların Gözleri”nde, “…birdenbire içinde bir yerin kilidinin kendiliğinden açılıverdiğini hissetti” ve “Hayat bazen istemediğimiz kadar büyütürdü bizi”; “Aile Yaraları”nda, “Dünyanın bütün hikâyeleri, aile yaralarıdır” ve “Yaranın çıplağına vurulmaz”; “An”daki, “Bazı anlar bütün yaşamımızı belirler. ‘Bütün yaşamımız’ dediğimiz de, o birkaç âna bakar aslında” cümlelerini okuyanlar, öyle kolaylıkla, bir diğerine geçemez. Bu cümleler, okuyucunun içindeki bir yerlerin kilidini açıverir. “Çay Bahçesi Şarkıları”, “Sinema ve Aşk”, “Keşke Böyle Olmasaydı”, “Saklı Yas” (ağlayarak okudum!), “Ergen”, “Seks” gibi muhteşem hikâyeleri de içeren seksen adet “kibrit çöpü”; satır aralarını okumasını bilen pek çok yazar adayına da yol göstericilik yapıyor. (Özellikle de, “Hatırlamanın Serabı”, “Rüya Ayna”, “Şöyle Olsun Böyle Olsun” ve “Duvargeçenler” öykülerinde…) Kibrit Çöpleri/ Murathan Mungan/ Metis Yayınları/ 108 s. TEMMUZ 2011 SAYFA 5 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1116 7
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle