05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Birsen Ferahlı’nın ‘O Yaz’ında kadınlar... Hayatın yarısı Birsen Ferahlı, dokuz öyküsüyle, kadının yüz yıllık dönüşüm sürecini şöyle bir hatırlatıyor bizlere; düşünmek ve tartışmak için kapılar açıyor. zar olarak hayatı sorguladığı öyküler var. ‘Çilingir’ isimli öyküde, işiyle çocuğunun sorumlulukları arasında delice bir koşuşturma içinde yıpranan şehirli okumuş kadın olarak çıkıyor karşımıza. ‘Kayıt Dışı’ isimli öyküde, gençlik ve yaşlılığını iki ayrı kişi gibi karşı karşıya getiriyor. Kitabın son öyküsü ‘Koza’da, felç geçirdikten sonra, yoğun bakım yatağında ölüm kalım mücadelesi veren yazar Semiha Ergin’in ağzından, “Çok hızlı yazmalıyım” diyor, “Çemberi tamamlamak zorundayım. Bir bütünlüğe ulaşmak, başı sona kavuşturmak zorundayım.” Sözü onun ağzından alıp, yazarın başı sona çok iyi kavuşturduğunu söyleyebiliriz. Aralarında doğrudan bağlantı kurulmayan dokuz öykü, roman gibi de okunabilir aynı zamanda. Bu gözle bakıldığında, kitaba adını veren ‘O Yaz’, zamanın derinliklerinden çıkıp gelmiş bir çocukluk düşü gibi, bir kenarda, diğerleriyle hiçbir bağlantı kurmadan öylece duruyor. Ancak aynı zamanda her şeyin başlangıcıyla, en derinde yer alanla, okula henüz başlamak üzere olan küçük kızın masumiyetiyle, korkularıyla, daha sonra kitap boyunca karşımıza çıkan erişkin aklın oluşum halindeki bulanık ve kırılgan var oluşuyla tanıştırıyor bizleri. Ferahlı’nın kitabı, birbirine açılan, geçmişe ve bugüne yönelik sorgulamalarıyla, Cesare Pavese’nin yıllar önce ayrılmış olduğu yerlere dönüp, anıların ve şimdiki zamanın sokaklarında dolaşırken, hayatı ve anlamı gözden geçiren bir adamın gözünden yazdığı ‘Ay ve Şenlik Ateşleri’ isimli kısa romanını akla getiriyor. ‘BİR DELİ HEVES’ Kitaba rengini veren en güçlü duygu hüzün, ancak ön plana çıkarılmamış, altı çizilmemiş bir mizah satır aralarında belirip kayboluyor, hiç beklemediğiniz anlarda gülümserken yakalıyorsunuz kendinizi. ‘Bir Deli Heves’ isimli öyküde, Harbi Umumi’de şehit olan Mirliva Şekip Bey’in dul eşinin tanımlandığı paragraf bunlardan birisi. ‘Kabul Günü’nde kadınlar arasında tam dört başı mamur bir mahalle kavgası başlamak üzereyken Beybaba’nın çıkıp gelişini, ‘Karakaya’da, “Karakaya’nın gazabından koru Ya Rabbim! Kaptığını koyvermiyor güzel Allah’ım!” diyen yaşlı kadınların taklidinin yapılmasını, ‘Ahsen Abla’da Nuri Abi’nin üçüncü kadeh likörü içtikten sonra sırık boyuyla ayağa kalkıp delikanlılığında yağları satıp paraları pavyona kaptırınca ağabeyinden yediği ibretlik dayağı övünülecek bir şeymiş gibi neşeyle anlatışını da sayabiliriz. Kadın dünyasını anlatan öyküler tümüyle kadın kahramanlar arasında geçiyor. Yazar erkeklerin zihninden düşünmeyi hiç denemiyor. ‘Bir kadının penceresinden’ görüyoruz erkekleri, uzakta, belli belirsiz siluetler halindeler, düşünceleri bize ancak ikinci elden ulaşıyor. Hayatın diğer yarısının orada, az ileride beklemekte olduğunu hissediyor, içlerinden nelerin geçtiğini merak ediyor, ancak öğrenemiyoruz. Bu gerilim nerede olduğumuzu bir kez daha hatırlatıyor bize, dünyaya bakmakta olduğumuz yerin altını çiziyor. Kitaptaki kadınların akıllarından geçenleri birleştirdiğinizde, iki eğilim çıkıyor ortaya. Bir tarafta, “Kimseyi ilgilendirmez. Bir Allah’a bir de nikâhlım Esat Bey’e hesap vermekle yükümlüyüm” diyen Fehime’yi; kocasıyla içinden “Ah Fadıl! Ah! Düştüm peşinden bu gurbetlere. Altı odalı (baba evinden) çıkıp lojman köşelerinde böyle…” diye hesaplaşan Fatma Hanım’ı; kız okulunun öğrencilerine “Erkek istediğini alana kadar ne diller döker, ne yeminler eder bilemezsiniz siz. Yalan! Yalan! Evet! Hepsi yalandır o yeminlerin! O vaatlere kanıp sınırı koyamayanların namusu iki paralık olur” diye nutuk çeken kimya öğretmenini; “Neymiş, seviyorlarmış, tutulmuşlarmış birbirlerine! Herif hevesini alınca koyuverecek kapıya. Allah korusun ama ya pavyonda ya mezarda biter bu iş” diyen Çıkıkçı Şadiye’yi görüyorsunuz. Kadının, iş hayatı ekseninde dönen, paranın kazanıldığı ve yönetildiği, kendisi için kurulmuş tuzaklarla dolu olduğuna inanılan ‘dış dünya’dan olabildiğince uzak durması gerektiğini kabullenen bir görüş hâkim bu eğilime. Hayatlarına yön verme konusunda söz hakkı değil, korunup kollanma ve bakım talep ediyor, kadın kadına yaşadıkları ev içlerine çekilip üretim dışı zamanın büyük boşluğunda onları bekleyen tüketim olanaklarıyla doyurulmaktan başka bir şey istemiyorlar. Diğer eğilimse kendini Rabia’nın zihin sahnesinde, kadınlar korosuna karşı attığı canhıraş nutukta açıkça ortaya koyuyor: “Kimsenin umurunda değilsiniz siz. Allah’ın unuttuğu bir yerde gençliğiniz soluyor, görmüyor musunuz? (…) Sinemaları, tiyatroları, insan kaynayan ışıklı caddeleri düşlemiyor musunuz? Alev bakışlı bir erkeğin aşk sözcüklerini? Kimsiniz siz ha? (…) Bilmem kimin karısı, çocuklarının anasısınız yalnızca! Hepsi bu! Hepsi bu kadar! Böreklerinizden, keklerinizden, kurabiyelerinizden nefret ediyorum! Nefret! Hepiniz birer zavallısınız!” Onu isyan ettiren bu ‘karanlık tablo’ya karşı Fehime, “Hapishane görünümlü Kız Lisesi’nin gri duvarları ardında okuyan yüzlerce genç; ümidi düşünmek, Türk Ocağı’ndaki milli sanat etkinliklerinden heyecan duymak, bilgisini görgüsünü insanlarla paylaşmak, tembelliği bir kenara bırakıp hiç olmazsa birkaç kitabı Türkçeye tercüme etmek…” diye düşünüyor. Böyle bir hayat sürebileceği halde hepsi birbirinin aynı olan eğlence gecelerine saplanıp kaldığı için hayıflanıyor. Bu iç hesaplaşmanın ardından onu kara gözlü şoföre “Çek koçum Yamanlar’a!” derken görüyoruz. Mirasyedi ayyaş kocanın elinde mutsuz bir yaşam süren Ahsen Abla sonunda komşunun mühendis oğluyla kaçıyor; Anlatıcının gözünde, ‘Tutkunun zaferi’ onunla yaptığı yıllar sürecek evlilikle kanıtlanacaktır. Kurtuluş, ekonomi dışı kültürel etkinlikler alanında ya da bir erkeğin sevgiyle sahiplenmesinde aranmaktadır, ekonomik ve toplumsal özgürlük talepleri henüz açıkça dile getirilememiş, çocuksu bir isyankârlığın ötesine geçilememiştir. KADININ DÖNÜŞÜM SÜRECİ Yazarın sesini açıkça duymaya başladığımız son üç öyküdeyse, ekonomik özgürlüğünü kazanmış, yalnız başına ya da eşiyle birlikte ‘dış dünya’nın ortasında yerini almış kadınlar çıkıyor karşımıza. ‘Çilingir’de evle iş arasına sıkışmış bir doktor kadınla karşılaşıyoruz. ‘Kayıt Dışı’ndaki kahramanımız hem gençliğinde hem de orta yaşlılığında ‘zamana bayrak dikmek’ için uğraş veriyor. ‘Koza’daki ünlü yazar Semiha Ergin o bayrağı dikmeyi başarmış, ülkenin tarihine adını yazdırmış birisi, kitap boyunca bunalan, acı çeken tüm kadınların şahikası. Sanki ilk sayfalarda yerde sürünmekte olan bir kadın, kılıktan kılığa, kimlikten kimliğe girerek doğruluyor, en sonunda ayağa kalkıyor. Ancak bu kez cinsiyet ayrımı yapmadan herkesin yazgısında yer alan, kendini gerçekleştirme olanağı bulmuş benliklere sınırı gösteren ölüm çıkıyor karşısına, evlere kapatılmış kadınlığın bunaltıcı atmosferi içinde akla gelemeyen, özgürlüğün kaçınılmaz yan etkisi sayılabilecek ‘Ne için yaşıyoruz?’ ya da ‘Hayatın anlamı ne?’ gibi sorular biçimlenmeye başlıyor. ‘Kayıt Dışı’nın kahramanı ‘Mezar taşları aldırmıyor bu ayrıntılara’ diyerek kaçamak bir yanıt veriyor sorulara, ne yaparsak yapalım, hangi başarılara ulaşırsak ulaşalım, sonunda ölüp gideceğiz demeye getiriyor. ‘Koza’daki yazarsa, en ileri bilincin temsilcisi olarak ‘En zorlu menzillere yılmadan yürüdük; kim için ne için? Ulaştığım her yeni yer umudumu küçülttü, yalnızlığımsa beni boğacak denli büyüdü’ diye yakınıyor kahramanının ağzından. Beynindeki kanamanın etkisiyle can çekişirken, çocukluğunda tanık olduğu aile içi şiddetten eski sevgiliye, yazınsal tercihlerden politikaya, eşiyle ilişkisinden çocuklarıyla arasındaki sorunlara kadar pek çok konuyu arka arkaya aklından geçirdikten sonra, ölümün büyüklüğü karşısında düşülen anlamsızlığa, özgürleşen aklın bu ayrıcalıklı bunalımına, son nefesinde bir kez daha ulaşıyor. Herkes gibi onu da bekleyen ölüm sonunda, ‘Bembeyaz gökkuşağı altında… Ansızın… Doyum gibi bir şey…” bekliyor onu da. Ama en azından içinde yaşadığımız dünya için önemli olan, oraya nasıl ve hangi koşullar altında ulaşıldığı. Elbette herkes ölecek, ama ölünceye kadar nasıl yaşayacak? Birsen Ferahlı, dokuz öyküsüyle, kadının yüz yıllık dönüşüm sürecini şöyle bir hatırlatıyor bizlere; düşünmek ve tartışmak için kapılar açıyor. O Yaz... / Birsen Ferahlı/ YKY/108 s. Ë Levent METE irsen Ferahlı ‘O Yaz…’da, dünyanın kadınlara ait bölümünden öyküler anlatıyor. Hiç kuşkusuz sahici kadınlar bunlar. Ev içlerinden, sokaklardan, körfezi, sayfiyeleri, taşrasıyla bir şehrin ve geçen yüzyılın başından bugüne uzanan bir zamanın değişik yerlerinden hemen şimdi çıkıp gelmiş izlenimi uyandırıyorlar. Kitap, kadın kadına eğlencelerin, eli belinde çekişmelerin, sırdaş dertleşmelerin dünyasından kesitlerle karşılıyor bizi. ‘Kabul Günü’ ve ‘Ahsen Abla’ isimli öyküler bu bölümün dramatik zirveleri olarak görülebilir. İlkinde kadının erkek dünyasındaki sıkışmışlığı, ikincisinde her şeye rağmen bir umut olarak aşk anlatılıyor. ‘Karakaya’ sevgisine karşılık bulamayan kadının canına kıyma fikrinin kenarından dönüp toparlanışının öyküsü. ‘Kimya Dersi’nde bir öğretmen hanımın kimliğinde toplumun genç kızlara yönelik hoşgörüsüzlüğüyle yüzleşiyoruz. ‘Bir Deli Heves’ kadın erkek eşitsizliğinin altını çizerken, Yunan işgaline, Milli Mücadele’ye, Cumhuriyetin ilk yıllarına uzanan olayları aktaran zihni öylesine incelikli biçimde canlandırıyor ki, okurken geçmişin derinliklerine doğru çekiliyor, dönemin dili ve kültürü üzerine ciddi bir çalışma yapılmış olduğunu hissediyorsunuz. Bir de yazarın, kahramanının ağzından, çalışan bir kadın, bir anne, bir yaSAYFA 8 14 NİSAN 2011 B CUMHURİYET KİTAP SAYI 1104 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle