05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hasan Özkılıç’tan ‘Lataros Değirmeni’nde Üç Dakika’ Özkılıç için yazmak politik bir eylem... Kültürü ve kültürlenmeyi kültürcülüğe ve onun öğütülmesine dönüştüren sistem, edebiyatın kültürel, sınıfsal ve politik olanın kesiştiği yerden geliştirilen söylemlerine biliyoruz ki pek sıcak bakmıyor. Bu bağlamda derdi olanlar, karşıhegemonik bir dille edebiyatlarını kurmaya çalışıyor. Hasan Özkılıç da yazarlık tavrını buradan yana koyan biri olarak yazıyor. Hem de yazmanın politik bir eylem olduğunu unutmadan. Ë Asuman SUSAM ataros Değirmeni’nde Üç Dakika”, Hasan Özkılıç’ın yeni öykü kitabı. Özkılıç, öyküsünün özgün sesini Haldun Taner Ödülü’yle de taçlandırmış bir yazar. Bu kitabında da sesiyle, söylemiyle kökleri ‘Gerçekçilik’ten beslenen öykücülüğünü, kültürel bağlamının zenginlikleriyle birleştirerek masalsı, destansı bir üslupla yeniden kuruyor. Sabah Gülistan’a Gelmez mi, Dünyanın En Güzel Gözleri, Dizkırma, Lataros Değirmeni’nde Üç Dakika, Hayalci, Ah Kardeşler!, Rüzgârlı Sokak, Nehrin Kıyısında, Yürek Kaşıntısı kitapta yer alan öyküleri. Bu öykülerin içinden diğerlerinden biraz daha ayrı/ayrıksı duranı Yürek Kaşıntısı. Hem uzunluğu hem kurgusu hem de öykücünün metnine yaklaşım biçimiyle tek başına durmayı seçmiş bir öykü bu. Diğer öyküler için birbirleriyle kardeştir, diyebiliriz rahatlıkla. Bu kan bağı, her şeyden önce, öykülerin coğrafyası değişse de aynı insan duyarlığının ve sıcaklığının paylaşılmasından kaynaklanıyor. Kimi öyküler yakın coğrafyaların içerdiği kültürel ortaklığın söyleyiş benzerliğiyle akrabalıklarını kuruyor. Kitabın tematik ortaklıklarla da örüldüğünü görüyoruz. Terk etmekterk edilmek gerilimi, gideni beklemekgidenin ardına düşmek, dış dünyanın gerçeği, iç dünyanın masalı …Öyle ki anne oğul ilişkisi bağlamında kahraman benzerlikleri, kısa öykülerde toplanmış aynı derdin uzun soluklu efkârını ‘hikâye’ ediyor. Yürek Kaşıntısı’nın diğer öykülerden ayrı durmasının belki de bu açıdan bakıldığında en görünür farkı da bu. Yürek Kaşıntısı, öykü anlatırken diğerleri aslında tahkiye geleneğinin akıcı, sarmalayıcı; geleneğin tüm yalınlığını samimiyetle taşıyan sesiyle bir anlatıcı tarafından hikâye ediliyorlar. Kahramanlarının var oluş savaşları ve yaşama tutunma biçimleri ve çevrelendikleri evren, bu ayrı duruşu güçlendiren diğer özellikleri veriyor. önemli. Kitap her ne kadar birbirinden bağımsız öykülerden oluşuyorsa da kitabın önemli özelliği, bu öykülerin yan yana getiriliş mantıklarının sonunda yine Yürek Kaşıntısı dışında tek bir çerçeveye oturtulabilecek genel bir resme ulaşılabiliyor olunması. Sonuçta ortaya çıkan modern bir resim değil; modernize edilmiş bir minyatürdür. Yazarın köklerinin bir tarafının Azeri olduğu düşünülürse, geleneğin kullanımında dille oluşturduğu evren, Acem’in rüzgârlarını da estirir. Bir yönüyle naif bir kendiliğindenlik gibi duran söyleyişe ait özellikler, bir yönüyle de yazarın bilinçli tercihinin kurgudaki yansımaları olarak okunabilir. Başa dönersek, ilk öykünün diğer öykülere el verişi, tematik bağlamla da ilgilidir. Yolculuk, arkadaşlık kavramları; anneoğul, babaoğul ikilikleri kitabın zengin leitmotiflerini oluşturur. umudunu onların dilinden, sözünden bize aktarmaya çalışır. Buralarda yazarın sesini duymayız ama gölgesiyle sık sık karşılaşırız. Bu tavır zaman zaman yazarın, romantik heyecanlarının dizginlenemediğinin işaretlerini verir bize. Öykülerin dramatik yapısının bize çekici gelmesinin bir başka nedeni de içinde trajik olana dair bir meselenin ve gerilimin yaşanıyor olmasına karşın; özellikle kimi öykülerin, melodramın özelliklerini de taşıyor olmasıdır. Bu, duygusal gerilimi renklendiren, üslubu da biçimleyen bir özellik olarak değerlendirilebilir. Kitabın gerçekçilik algısını, üslup özellikleriyle destekleyen ve zenginleştiren bir yanı da diyalogların yapısıdır. Şiirsel bir lirizmi, şairaneliğe düşmeden, yavanlaşmadan ve sahteleşmeden diyaloglarla YAZARIN KAYGISI gerçekleştirmek gerçekten zordur. ÖzkıHasan Özkılıç gerçekçi bir yazar’dır lıç’ın uzun cümlelerden kaçınma genel dedik. Ancak, bugün bu kesin tanımlatavrı, diyalogların kuruluşundaki başarımalarla karşılığını oluşturan bir edebida önemli rol oynar. Karşısındakinin yayattan söz etmemiz zor. O nedenle yazanıtını görmediğimiz/okumadığımız diyarın gerçekçiliği nerededir ve nereye kaloglar; okura da oyuna katılma şansı verdardır sorularına da yanıt aramak geremektedir. Ayrıca duygu yoğunluğunun, kir. Yazar, en azından bu öykü kitabının kişilik özelliklerinin yoğun biçimde kensınırları içinde yaşamın kederli ve güdini bize gösterdiği yerlerdir diyaloglar. lümseten yanlarını gündelik yaşamın geLeitmotiflerin kullanımından söz ettirilimleri ve çatışmaları içinden vermesiyğimiz bir yerde üzerinde durulması gerele gerçekçidir. İnsanların yoksulluklarını, ken tekrarlardan biri de arkadaşlık’tır. yoksunluklarını nedensellikleriyle verirYoldaşlık etmek, yârenlik etmek gibi ken de öyle. Kahramanlarının yaşam farklı biçimlerde tezahür eden arkadaşlık kavgalarını sınıfsal zemine oturtmaya çaolgusu, içeride derin bir yalnızlığı taşıyalışma özeniyle de öyle. Hatta bu özenin nın, bazen bunu unutmak için sarıldığıkimi vakit öykü içinde yazarın kaygısına dır, bazen saf ve romantik arzularla yaşadönüştüğünü de hissederiz. Yazar ‘gelema birlikte karşı koyma cesaretini bulcek güzel günler’ düşünün unutulmasını, mak içindir. Kimi zaman da rehberlik etkisizleştirilip, değersizleştirilmesini o içindir arkadaşlık. Ama bu öykülerde kadar kabul edemez ki; hemen her öykühep olumlanan, hep iyi insanların, temiz sünde bir yan kahraman, bilinçlenmesini duygularıyla şekillenmiş bir yolu birlikte sınıf mücadelesinden yana gerçekleştiryürüme halidir. Romantizm burada da miş ya da bunun için uğraşan biri olarak kendini böyle gösterir. Arkadaşlık bir çıkar karşımıza. Ve yazar geleceğe dair çemberdir, ne zaman ki, dağılır ya da gevşer; insan ne zaman yalnız kalır, kötü olan dışarısı ve ‘başkaları’ ile çatışmasında kaybeder. Çoğu öykünün ana kahramanı genç bir delikanlıdır. Onun yollarda kaybolma, maceraya atılma arzusu, birer erginleşme ritüeli gibidir. Öykünün birinde annesine bakmak ve onunla kalmak zoHasan Özkılıç’ın kitabı birbirinden bağımsız öykülerden oluşuyor. runda olan genç bir delikanlının giden, kaybolan babasıyla hesaplaşma öfkesiyle onun gibi uzaklara gidip, sevdaların peşine düşüp kaybolma arzusu temel gerilimi ve çatışmayı oluşturur. Bu çatışmalarda anne oğul arasındaki dramatik gerilime, başka bir erkek eşlik eder. Bu, kimi öyküde yalnız anneye talip bir adam, kimisinde de genci hülyalarıyla baştan çıkaran kaybetmiş bir hayalcidir. Bu hayalbaz karakterleri yazarın sevdiğini öyküler boyunca hissederiz. Ancak yazarın bu duygularına yenik düşmediğini de görürüz. Öykülerin finalleri hep gerçeğin, gerçek dünyanın kazandığı finallerdir. Bu özelliğiyle de sanat nesnesinin kendine özgü gerçeklik evreniyle dış dünyanın gerçeklik evreni başarıyla dengelenmiş olur. Hem çatışma ve gerginlik yaratılmış hem de inandırıcılık sağlanmış olur. BİRİNİ ARDINDA BIRAKMAK... Öykülerin başta da değinilen başka bir tekrar motifi de gitmek arzusu ile kalmak zorunluluğu’dur. Birinin ardından gitmek, birini ardında bırakmak … Bu trajik durumun kahramanın aynı anda başında olması ilginçtir. Sabah Gülistan’a Gelmez mi öyküsünde, baba evi terk etmiş, gittiği diyarda yeni bir hayat kurmuştur. Oğul baba özlemiyle bırakılan olmanın burukluğunu yaşar. Babasını bulmayı, onun peşinden gitmeyi çok arzular. Başarısız teşebbüslerde de bulunur; fakat onu trajik biçimde dizginleyen, giderse ardında bırakacağı annesidir. Yazar bir ölçüde bir Cassandra çaresizliğinin içinde bırakır kahramanlarını. Hayalci ya da Dünyanın En Güzel Gözleri bu saptamaları net biçimde yansıtırlar. Olmazı arzulamak, o nedenle aşkın ya da bambaşka bir şeyin peşine düşen kahramanları hayalbaz yapar. Episodlarla kurulmuş olan Yürek Kaşıntısı, bir kısa film sinopsisi gibidir. Vizörün ardındaki göz gibi takip ederiz öyküyü. Bu özellik yalnızca bu öyküyle de sınırlı değildir. Görsellik yaratmak, çoğu zaman, edebi metinlerde uzun betimleme bölümleri gerektirir. H. Özkılıç, bu yola başvurmaz. Uzun betimleme cümleleri yerine kısa eylem cümleleriyle atmosferini ve buna bağlı kişilerini oluşturur. Bir biçimde sinemanın eylem dilini kullanır da diyebiliriz. Böylelikle yaşam sahnelerinin gözümüzde başarıyla canlanmasını sağlar. Kaşını gözünü vs. bilmeyiz kişilerin; ama tuhaf biçimde zihnimizle görürüz onları. Bu açıdan okuruyla işbirliğine çok açık metinlerdir bu öyküler. Özcan Alper ve Erden Kıral filmlerinin öykülerinin sahibi olarak sinemaya da yakın durduğunu bildiğimiz yazar, Lataros Değirmeni’nde Üç Dakika öyküsüyle de Yeşilçam’a, melodramlara da bir şapka çıkarır. Şükran Yücel’in ilham vermesi ve yol açıcılığıyla yazılan bu öykü ilk kez Altyazı dergisinin Cin Aynası bölümünde yayımlanmıştı. Bir sinema dergisine çok yakışan bu öykü, yazarının dilinin sinema diline yakın duruşunun bir kanıtı gibidir. Kültürü ve kültürlenmeyi kültürcülüğe ve onun öğütülmesine dönüştüren sistem, edebiyatın kültürel, sınıfsal ve politik olanın kesiştiği yerden geliştirilen söylemlerine biliyoruz ki pek sıcak bakmıyor. Bu bağlamda derdi olanlar, karşıhegemonik bir dille edebiyatlarını kurmaya çalışıyor. Hasan Özkılıç da yazarlık tavrını buradan yana koyan biri olarak yazıyor. Hem de yazmanın politik bir eylem olduğunu unutmadan. Lataros Değirmeni’nde Üç Dakika/ Hasan Özkılıç/ Can Yayınları/ 136 s. “L Ey saba! Söyle o Gülizar’a Bülbül gülistan’a gelsin gelmesin Bu hicran düşkünü iller hastası Kapına dermana gelsin gelmesin.” Sabah Gülistan’a Gelmez mi kitabın ilk öyküsü. Burada okuru masalsı bir dil karşılar. Gerçekle hayalin iç içe geçtiği, şimdiki zamanla geçmiş zamanın git gelleriyle oluşan bir kurguyla gerçeklik duygusunun yaratıldığı bir öykü bu. Bu öykü diğer öykülere el vermesi açısından SAYFA 16 14 NİSAN 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1104 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle