Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yılmaz Özdil’le ‘ simŞehirHayvan’a ilişkin alayına isyan bir söyleşi ‘Meclis türbanlı erkek kaynıyor!’ uğraşsaydım en iyi kumaşı üretmeye çalışırdım. Gazeteciliği de en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Ama bu kafama göre atıp tutuyorum demek değildir. Kimseye haksızlık etmem. Yazılarımı baskıya girmeden önce, bir bilgi yanlışı, rencide edişi bir ifade veya hukuk dışı bir konu varsa beni uyarsınlar diye muhabirden Uğur Dündar’a, Hürriyet’in sayfa sekreterinden yazıişleri müdürlerine kadar herkese okuturum. İşini iyi ve doğru yapmaya dair bir tutkum var. Geleceğe dair bir planım da yok. Yazılarınız geleceğe de uzanan öngörüler ve uyarılar zinciri gibi firesiz. Başbakan Erdoğan “AB standartlarında bir medya istiyorum” dedi. Ne dersiniz, geliyor muyuz o malum noktaya paşa paşa? Gazetelerin böyle yaygın olmadığı, özel televizyon kanallarının, internetin, Twitter’ın, Facebook’un olmadığı dönemlerde belki gazeteler üzerinde baskı kurulabilirdi. Bunlar ilkel düşünüyor, baskılarla yıldırabileceklerini, susturabileceklerini zannediyor, halbuki bunu Pravda bile başaramadı. Gazeteler üzerinde yapılan baskılar sadece kişisel acılar yaratıyor. Bu baskıyı kuranlar da tarihe gömülür neticede, bedelini öder yani. İtidalli gitmeye yöneliyor birçok kalem, korku imparatorluğu olayı… Yalakalar için yapılabilecek bir şey yok, onlar yarın CHP’li de olabilir. Bir zamanlar Özalcıydılar. Dün Evren’i alkışlayan adam şimdi utanmadan herkesi darbeci ilan edebiliyor. Yalakalar için yapacak bir şey yok ama namuslu, dürüst insanlar için önerim İstiklal Marşı’nı okumalarıdır. Çünkü bütün dünyada “korkma” diye başlayan tek ulusal marş bizimkidir. “ARTIK GAZETECİLERDEN DE ODUN ÇIKIYOR!” Gazeteciler kanadından bakarsak; “Sarı Basın” yazınızın girişinde isimler de vererek “Görünen o ki PKK açılımını gazetecilere yaptıracaklar” diyorsunuz.“Değilizm” yazınızda “Caniler serbest... Halay çekiliyor. Proflar, gazeteciler içerde... Çıt çıkmıyor. Sanırım masum değiliz. Hiçbirimiz.”; “Bufalo” yazınızda da “Vahşi Batı filmlerindeki bufalolara benziyoruz artık. Yanımızdaki vurulup, düşüyor. Göz ucuyla bakıp, yolumuza devam ediyoruz... Ruhsuz... Duygusuz...” diye yazıyorsunuz. Çünkü ortalık yandaş yalaka gazeteci kaynıyor! Eskiden odun sadece Samsun sigarasından çıkıyordu şimdi gazetecilerden de odun çıkıyor. Öyleleriyle hiç işim olmaz ama öyle olmayanlarıyla da sık görüşmeyi sevmiyorum. Aslında genel anlamda tırnak içinde gazetecilerle arkadaş bile olmam. Gazetecilerle sohbet etmeyi, aynı ortamda bir arada bulunmayı sevmiyorum. Bu yüzden bazı dangozlar benim için “asosyal” der. Gazetecilerle birlikte olmak sosyalleşmekse ben asosyalim. Neden? Birincisi devamlı gazetecilik konuşuyorlar, ikincisi de devamlı kendilerinden bahsediyorlar. (Gülüyoruz.) Dolayısıyla kısırlaşıyorsunuz, bir cemaate aitmiş gibi oluyorsunuz, hücre evi mantığına yakalanıyorsunuz. Habire birbirimizle konuşup, birbirimizi methedince de, habire geri zekâlı gazeteler çıkıyor ortaya. Dostlar birbirini ağırlıyor! Şu anda gazetelerin çoğunun angut gibi gazeteler olmasının bir nedeni de budur. Onun için limon sat gazeteci olma, diyorum şaşırıyorlar. Bunlar öyle bir hale geldi ki artık yedikleri restoranı yazıyorlar, avanta bilet aldıkları sinemanın filmini methediyorlar. Tipik sorudur, bugün anket yapın gazetecilerin yüzde 99.9’u ekmek fiyatını bilmez, vatandaşı küçümsemek için haber yaparlar ama. Bunlar sadece Porsche fiyatını bilir, Aliağaoğlu’nun yaptığı villaların fiyatını bilir, Antalya’da hangi otelde avanta kalınır bunları bilir. İşin kötüsü açılım da bunlara kaldı. Durumdan vazife! Yeni tip gazeteciler için mi söylüyorsunuz, plazalar falan hani… Hayır, basın tarihinde de okuyorum, bu 1940’da da böyleymiş, 1960’ta da böyleymiş, bu gidişle 2060’ta da böyle olacak. Çünkü üç işi herkes yapabiliyor; müteahhitlik, politikacılık, gazetecilik. Müteahhitlerimizin yaptığı evlerimizin hali ortada, politikacılarımızın memleketi getirdiği durum da ortada. Gazetecilik de öyle. Canı çeken herkes yapıyor. Sokaktan çevirdiğiniz birini bademcik ameliyatına sokamazsınız, hekim olması gerekir. Mahkemeye sokup hâkim, savcı, avukat olmasını isteyemezsiniz. Ama sokaktan çevirdiğiniz birini gazeteci yapabiliyorsunuz. Önüne gelen gazeteci oluyor. Benim mesela bakkallık yapan gazeteci tanıdığım var. “NEDİM ŞENER’E KEFİLİM” Bir de içerde olan gazeteciler var malum. Mesela Nedim’e (Şener) kefil olduğunuzu biliyoruz. Bunu anlatır mısınız? Bunu sorduğunuza çok mutlu oldum, çünkü bana çok sık deniliyor ki Mustafa Balbay’ı yazmıyorsun, Tuncay Özkan’ı yazmıyorsun, Ahmet Şık’ı yazmıyorsun ama Nedim Şener’i yazıyorsun. Çünkü tanımıyorum diğerlerini. Suçsuz olduklarına vatandaş olarak inanıyorum ama şahsen tanımıyorum. Tanımadığım bir insan hakkında yazı yazarsam yalaka yazarlardan farkım kalmaz. Onun için diyorum ki bırakın basın özgürlüğü palavrasını falan herkes kimi tanıyorsa ona sahip çıksın. Nedim’in insanlığına, gazeteciliğine, namusuna, dürüstlüğüne, demokrasiye inancına, çetelerle mücadelesine bire bir şahidim. Bundan dolayı da Yılmaz Özdil olarak Nedim Şener’e kefilim. “Pivot Hâkim” yazınız... Ergenekon’un savcısı olduğunu ifade eden Başbakan Erdoğan’ın savcılığını değerlendiriyorsunuz orada ve Adalet Bakanı’nın bu şartlarda değil zabıt kâtibi, mübaşir olmasının bile imkânsız olduğunu dile getiriyorsunuz... Şimdi bak o yazım kanıtlandı, çünkü zabıt kâtibi almak için açtıkları sı¥ navda çocukların diplomalarına Tüm soruları tam da kendisinden bekleneceği gibi lafını sakınmadan yanıtladı Yılmaz Özdil. Neden hiçbir zaman gazeteci olmak istemedi? Neden gazetecilerle arkadaş bile olmak istemiyor? Türkiye’de oluşan baskı atmosferinden şahsen nasıl hiç etkilenmiyor? Ona nasıl vız geliyor, tırıs gidiyor! Gazetelerin çoğunun neden “angut” gibi olduklarını düşünüyor? Ona göre neden türbana en çok AKP karşı? Neden Mustafa Balbay’ı, Tuncay Özkan’ı, Ahmet Şık’ı yazmıyor da Nedim Şener’i yazıyor ve bir de üstüne kefil oluyor? İddianameye göre neden hafıza kaybı yaşıyor? Temel Reis’i bile gözaltına alanlara ne diyor? “İdrak yolları enfeksiyonu vardır” dediği Türkiye’ye tedavi önerisi ne? Ona göre Bahçeli’nin başına ne gelecek? Amerika neden bize solucanmışız gibi bakıyor? Hürriyet gazetesinde yayımlanan yazılarından derlenen İsimŞehirHayvan adlı kitabını merkeze alarak yaptığımız söyleşide bu soruların yanıtlarını bulacağınız gibi yaklaşan seçim öncesi öngörülerini de okuyacaksınız usta gazetecinin. Özdil’le İsimŞehirHayvan’ı konuştuk. SAYFA 26 14 NİSAN Ë Gamze AKDEMİR ürkçenin lafı gediğine oturtan çok kalemi yok gazetecilikte. Her yazınız mizahla çıktığınız yeni bir ring adeta. Buna aslında bir tek Yılmaz Özdil olarak bakmamak lazım. Çünkü biz sadece Fatih Sultan Mehmet’in, Barbaros’un torunları değiliz aynı zamanda Nasrettin Hoca’nın, Yunus Emre’nin de torunlarıyız. Hayata gülümseyerek bakmayı da bilmek geleneğimizde var. Biz buyuz. Ben sıradan bir vatandaşım, gazeteciliğin bana eklediği veya çıkardığı özel bir durum yok. Türkçe yazıldığı gibi okunan, okunduğu gibi yazılan bir dil. Ama aynı zamanda konuşulduğu gibi de yazılan bir dil. Ben de nasıl konuşuyorsam öyle yazıyorum. İnsanlar da konuştukları dilden yazıldığı için anlıyor. “BASKI KURANLAR BEDELİNİ ÖDER” Günümüzde yabancılaşmamış ve çözülmemiş kalan gerçek gazetecinin vay haline! İşiniz zor… Vız gelir tırıs gider! Türkiye’de oluşan baskı atmosferinden şahsen hiç etkilenmiyorum. Çünkü bu mesleği yapayım, köşemi, koltuğumu koruyayım diye bir iddiam ve bir beklentim yok. Yarın sabah huzur içinde bu işi bırakabilirim. Hiçbir zaman gazeteci olmak istemedim. Sigortalı bir işe ihtiyacım vardı, babam Yeni Asır’da çalışıyordu. Üniversiteye girdiğimde bir yandan çalışmak zorundaydım. İşe girdim, gazeteci oldum. Babam kamyon fabrikasında çalışıyor olsaydı belki de oraya girerdim. Bunca yıl gazetecilik kanınıza işledi sonuçta, baskılar dolayısıyla meslekten uzaklaştırılsanız bu kanınıza dokunmaz mı? Elbette dokunur ama bu özelinde gazetecilikle ilgili bir şey değil, işini iyi yapma iddiasıyla ilgili bir şey. Tekstille 2011 T CUMHURİYET KİTAP SAYI 1104