Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
çtiğim evletin u eşliçüde n en iversin yamde okulda si kitlearı “iki paydabiliriz n zaaşımlailahlı ını nmayı mekötü ve bir bile gimakta ¥ yoğun ve sonuna kadar yaşayabilecek bir yapıda da değil, bu da trajiktir. Orta sınıf küçük burjuva bir aileden gelen, devrim uğruna neden vazgeçerse geçsin, derinlerinde o küçük burjuva yapıyı, o sıcaklığı arayan biridir. O örgüt evine tahammül edemiyor mesela. Edemiyor, edemez. Küçük burjuva ev alışkanlıklarını özler, ister, işte eşya, ev, perde falan… Onlardan, o duygudan arınabilse belki bu kadar tükenişle bitmeyecek hikâyesi. Yeni, taptaze bir hayat ister, bir yandan geçmişinin muhasebesini de yapar. Yarım kalmış bir şeyi tamamlamaya çalışmak güzel bir duygudur. Aynı his Ayşe’de de vardır. O da küçükken kaybettiği annesinin, uzun yıllar babasını parmaklıklar arasında görmenin kırıklığını, o kayıp yılları o da Cihan’la telafi etmek ister. İNCİ ARAL’DAN ŞARKILAR... Bir de müziği sormak istiyorum. Romanın bütününde kahramanların hayatında bir şekilde mutlaka yer alan müzikle temasları… Konservatuvarından amatör söylenen ortak klasik musiki paçalarına dek… Şarkı sözleri romanda adeta kuşaklar arası bir yıldız geçidi gibi. Dediğiniz gibi bütünüyle odur. İnsanları birbirine kenetler müzik. Türkiye’de çok belli başlı ailelerin evinde bir piyano vardır ve genellikle Türk müziği çalınır. Radyo da hep açıktır, ben o yılları yaşadım. Bu müziğin bir geleneği vardır, böyle kuşaklar arası sürüp gider. Bana annemden geçmiştir mesela. Piyanomuz yoktu ama annemin taş plakları vardı ve ben çok küçük yaşta bütün o şarkıları öğrenmiştim. Ondan sonra da o şarkıları sıklıkla dinlemeyi hep sürdürdüm. Bir de romanı yazdığım süreçte çok ilginç bir şey oldu; 1966’da Samsun’da öğretmenlik okulunda öğretmenlik yapıyordum ve o sırada büyük makaralı teyplerden birinde bir bant doldurmuşum. Amacım sonradan evleneceğim ve çocuklarımın babası olan, başka bir şehirde yaşayan kişiye sesli bir mektup göndermekti. Sonra bu evlilik oldu, derken bitti, aradan 45 yıl geçti. Bir yıl önce oğlumun evinde bu bandı bir kutu içinde gördüm. Bir süre sonra oğlum uygun teybi buldu ve dinledik. 30 tane şarkı söylemişim o bantta ve hepsi de Türk sanat müziği eserleri. İnci’den şarkılar şeklinde yani. Ben bu romanı bu şarkıları dinleyerek de yazdım. Şarkıların duygusu, anımsattıkları romana da sindi. O günleri, o zamanları, o insanları anımsattı hep. Bu şarkıların çoğu imkânsız aşkları anlatan, insanda hatıralar uyandıran şarkılardır. Hatta yayınevindeki arkadaşlara bu banttan kaydettiğim 14 şarkıyı dinlettim, çok beğendiler. Acaba küçük bir CD yapıp da kitabın içine koyarak hediye yapabilir miyiz diye düşündük fakat karşımıza dağ gibi bir telif sorunu çıktı, yapamadık. Sonraki romanınız hakkında birkaç ipucu sorarak bitirelim söyleşimizi. Ülkenin ekonomik dönüşümü bağlamında 80’li yıllara bakmak istiyorum. 24 Ocak kararları sonrasında geçilen yeni para düzenine, yeni borç yeme düzenine, bu düzen içerisindeki insan hikâyelerine, yükselenlere, düşenlere bakmak istiyorum. Safran Sarı romanımda eski eser kaçakçısı bir Türk vardır “Hayali”. Okurlar onu o kadar sevdiler ki bana Hayali’nin hikâyesini soruyorlar. Ne oldu, nereden gelmişti, nereye gitti falan diye… Hayali, romana ansızın katılmış bir tipti orada şimdi ise Hayali’yi merkeze almak bir roman yazmak istiyorum. gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Şarkını Söylediğin Zaman/ İnci Aral/ Kırmızı Kedi Yayınları/ 232 s. 14 NİSAN 2011 SAYFA 5 ği için Ecevit mış o döğım nıfta bir yan ders birbiraşlayayle ki dunuz. TIĞI bir ce öğn oluş daşlarırın sariten şeyler en kaayrıştıdı… ve sorer. li ilk Mam, işm. Örı görallığıcı bir iştiri eri film seödülü den sekonuündüğü uğu rasına Buraadamış muş iz, aştacağıcağını n önce ak lki buşey... mıyor ruyor. a ¥ ar ‘YARIM KALMIŞ AŞK YAKICI BİR DUYGUDUR’ “İnandıklarım yaşamak istediklerimle niye bağdaşmıyor? İnsanın mutluluğu önkoşul değil mi?” diye soruyor kendisine. Devrimle çelişir kaygısıyla yine arada derede kalmak duygusu… Evet, hikâyenin nirengi noktası o duygu çünkü. Deniz hem sonuna kadar bir yere ait olmak istiyor ama bir adama değil. Bir ideale ait olmak istiyor ama bir yandan hayatı seviyor, aşkı seviyor. Bu nedenle romanda kızı Ayşe’nin bir yerde dediği gibi; “Ne devrimden ne aşktan vazgeçebildi”. Ailesiyle devrim arasında, iki erkek arasında, devrim ile teorik olarak reddetse de içselindeki o küçük burjuvalık arasında kalmışlıkların özeti Deniz. Romanda tensel bir gerilim içinde Deniz ve Cihan… Yoğun hem de. Yapıtlarımda her şeyi anlatabilirim ama hem edebiyatın düzeyini düşürmemek adına hem de mahreme özen göstererek yaparım bunu ki başka kitaplarımda da çok şiirsel biçimde anlatmışımdır. Taş ve Ten’de mesela. Sevginin Eşsiz Kışı’nda da anlattım. Böyle üstüne üstüne gitmeye gerek yoktur, o duyguyu vermek yeterlidir diye düşünürüm. Taş ve Ten demişken, Taş ve Ten’de Ulya, devrimci aşkının yerine koyuyordu genç sevgilisi Sina’yı, Sina’da onu görüyordu. Bu romanınızda da Cihan da Deniz’in yerine koyuyor Ayşe’yi… Yarım kalmış aşkını bütünlemek, tamamlamak için yaparlar bunu. Yarım kalmış aşk çok yakıcı bir duygudur. Biten, yiten aşkını, kendisine onu anımsatan biriyle tamamlamaya çalışma hali… Ki devrim için de, devrim aşkı için de aynı mantıkla düşünebiliriz… Sonları benzerdir… Ulya’nın kocası kayıptır, işkencede, gözaltında kaybolmuştur. Ulya o en güzel yerinde yarım kalmış aşkı tamamlamak ister ve bir rüya görür kendince. Fizik olarak o kaybettiği kocasına hiç benzemese de konum, yer ve sürgünlük olarak onu andıran, onunla bir şekilde bütünleştirdiği biridir Sina. Bu romanda ise Cihan ve Ayşe de kendi cephelerinden benzer şekilde hareket ederler. Fakat Cihan’da mesela başlangıçta böyle bir kurgu yoktur. Hatta bir ara Ayşe ile alevlenecek gibi olan o demin belirttiğiniz tensel gerilimden kaçınır mümkün olduğunca. Durumu savuşturduğunu düşünüp rahatlar bile. Fakat uzun yıllar sonra kesin dönüş yaptığı yurdunda yabancılık ve yalnızlık hissetmenin, orta yaşlı olmanın ve bir de üstüne Ayşe’nin çok sevdiği Deniz’i andırmasının etkileriyle tedbirli yakınlaşsa da giderek aşka bırakır kendini. 1104 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1104