05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mehmet Yalçın’la ‘Şiirin Ortak Paydası’ üzerine ‘Şiir, her şeyden önce şiirbilimin konusu’ Edebiyat dergisi okurlarının yakından tanıdığı Mehmet Yalçın, dil odaklı şiir yazılarıyla dikkati çekiyor. Aynı zamanda göstergebilimle ilgili makaleler ile bu alanda çevirdiği kitaplarla da tanınıyor. Şiirin Ortak Paydası adlı iki ciltlik kitabı da belirtilen niteliklerin ete kemiğe bürünmüş biçimi. Söz konusu kitaplar, Türkçede şiir kuramı alanındaki eksiklik yakınmalarına doyurucu bir yanıt olmaya çabalıyor. Kitaplar, şiir eleştirisinin bir yöntem gerektirdiğini de vurguluyor. Yalçın’la Şiirin Ortak Paydası üzerine konuştuk. Ë Cenk GÜNDOĞDU zun yıllar süren akademik yaşamınız boyunca şiire özel bir öncelik verdiniz. Akademiden aldıklarınızı büyük bir duyarlılıkla şiire uyguladınız. Şiire ilişkin bu çalışmalarınızı oluştururken de bilinçli bir duyarlılık sergilediğinizi görüyoruz. Şiirin Ortak Paydası ile şiiri alışılmış, tekdüze ve yüzeysel düzyazılardan bilim katına taşıyarak kurtardığınızı düşünüyorum. Bilimsel yaklaşım ve şiir eleştirisi için siz neler söylersiniz? Kırk yılı aşkın uğraş alanımda şiire özel bir yer verdim. Bu ilgim, salt şiir merakımdan kaynaklanmadı. Şiiri seçmem, akademik çalışmalarım çerçevesinde oldu. Ben şiiri değil, şiir beni seçti diyebilirim. Bunda özellikle doktora tezim yönlendirici oldu. Bilim ile eleştiri arasında şu nedenle bir ayrım yaptım: Birincisi betimleyici, ikincisi de ölçütsel (normatif) bir içerik taşır. Sözgelimi bir eleştirmen, kendi dışında önceden belirlenmiş ya da kendi belirlemiş olduğu, o da değilse kişisel sezgilerine dayanarak belli belirsiz kafasından geçirdiği şiir özelliklerini birer ölçüt sayarak somut bir şiir örneğinin olumlu ve olumsuz yanlarını sergiler. Kısacası onun işi iyi şiiri kötü şiirden ayırt etmektir. Bu eleştiri anlayışını şiir dışında her türlü üretim nesnesine yayabilirsiniz. Oysa bilimsel yaklaşımda önceden ülküleştirme (idealleştirme) diye bir şey olmaz. OraSAYFA 34 14 NİSAN da ele alınan bir nesne (örneğin bir şiir metni) bütün boyutlarıyla kendi içinde incelenir. “BİLGİ SAHİBİ OLMADAN FİKİR SAHİBİ OLANLAR İÇİN SÖYLENECEK HİÇBİR ŞEY YOK” Şiirin Ortak Paydası I’in ilk baskısı 1991’de, ikincisi 2003’te ve üçüncüsü de 2010’da dolaşıma sunuldu. Bu tarihler arasında uzun aralıklar var. Bu kitabı yeniden yayımlamak için neden bu kadar beklediniz? Tam tersine ben bu zaman aralıklarını çok da kısa bulmuyorum. Çünkü üniversite yayınları genellikle fazla bir ilgi görmez. Çoğu piyasaya bile çıkmaz. Benimkiler bir şanstı diyelim. Bir de üniversite dışından gelen ilginin bunda katkısı büyük oldu. Ayrıca iş bana kalsaydı, belki de hiç yayımlanmazdı. Nitekim birinci kitap, yayımlanmasından epeyce önce hazırdı. İlkin onu fotokopiyle çoğaltarak matbaadan çıkmış bir kapakla ciltletmiştim. Sınırlı sayıda bir tür sahte kitap çıktı ortaya. Kimi arkadaşlarım, o kadarına bile büyük ilgi gösterdi. Örneğin Prof. Dr. Ayşe Kıran’ın onu lisansüstü öğrencilerine başvuru kaynağı olarak önerdiğini, belirli bölümleri üstüne inceleme ödevleri verdiğini öğrendim. Profesörlüğe başvuru dosyama da koymuştum. “Yayımlanmamış” olduğu için kabul edilmedi. Bunun üzerine fakülte yönetimi yayımlanmasına karar verdi, üniversite yönetimi de onaylayarak gereğini yaptı.(Bunun için özel çaba gösteren Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nin o dönemdeki Rektörü Prof. Dr. Muaffak Akman ile FenEdebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bünyamin Özbay’ı burada saygıyla ve şükranla anıyorum). İkinci baskının öyküsüyse, kitabın giriş sayfalarında da açıklandığı gibi: O baskı, o sıralar Dokuz Eylül Üniversitesi Yayın Kurulu üyelerinden Türkçe bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Metin Karadağ’ın girişimiyle gerçekleşti. Üçüncüsü, şiir üstüne doktora çalışmasında kimi yazılarımdan yararlandığını söyleyen ve zaman zaman benimle de görüşen Nihat Bayat’ın çabalarıyla oldu. Bunun için Nihat çok eziyetli bir çalışma daha yaptı: 1970’li yıllardan başlayarak değişik dergilerde yayımlanmış olan şiir üstüne yazılarımı derledi, bilgisayar ortamına aktardı ve bir kitap ölçeğine ulaştırdı. Bu arada, özellikle son yayın çalışmaları aşamasında sevgili Sinan Oruçoğlu’nun katkılarını da burada büyük bir teşekkürle anmam gerekiyor. Şiirbilime Giriş’te şiirin bir yazın türü oluşuna kuşkuyla yaklaşarak onun bir göstergebilim konusu olduğunu söylüyorsunuz. Göstergebilim dilin yanında moda, müzik, sinema, mimari gibi birçok değişik alanda başvurulan bir yöntem. Şiirle bu alanlar arasında bir ortaklık mı görüyorsunuz? Öyleyse bunu biraz açabilir misiniz? Şiirin bir yazın türü olmasına karşı bunu şöyle açıklayabilirim: Batının çağdaş dil kuramcıları “yazın” gibi bir sözcüğün belirli bir içerikle tanımlanama2011 U yacağını ve sınırlarının kestirilemeyeceğini öne sürerek, böyle bir olgunun işlemsel bir değer taşımadığını söyler. Bunun yerine dil ya da söylem kavramını öne çıkarırlar: Anlatı dili ya da anlatı söylemi, şiir dili ya da şiir söylemi gibi. Değişik yazın türlerine sanatsal ya da hoşa giden birer değer yüklenmesi bütünüyle saymaca (konvansiyonel, uzlaşmaya dayanan, doğru varsayılan) algılamanın ürünüdür. Şiirin sözel olmayan gösterge dizgeleriyle ortak yanları vardır ve o dizgeler birer yazın ürünü sayılmaz. Bu açıdan diyebiliriz ki şiirin bir resim tablosuyla benzerliği roman ya da öyküyle olan benzerliğinden çok daha fazla. Öte yandan, roman ile öykü arasında yapısal bir ayrım yok. Birincisi uzun ve karmaşık, ikincisi kısa ve yalın derseniz, bunun bir anlamı yok. Öyle roman ya da öyküler var ki, onların şiirsel özellikleri daha da öne çıkabiliyor. Önemli olan, bir dizgenin kendi içindeki doğası ve oluşum biçimi. Kitabımın birincisinde şiirin daha çok bir göstergebilim konusu olabileceğini belirttim. Bunu biraz açmam gerekiyor: Şiir, her şeyden önce şiirbilimin konusu. Kendisine en uygun çözümleme yöntemini göstergebilimden alır. Bir şiirbilimci için dilbilim de kaçınılmazdır. Ama bundan, “şiir aynı zamanda dilbilimin konusudur” anlamı çıkmaz. Tüm ciddi bilimler, önüne çıkan nesnelere tanı koyma bilincini, çok değişik alanlardan sağlayabilir. Örneğin bir binada kullanılacak yapı gereçlerinin, konumlarına göre alacağı nitelik bilgileri çok değişik alanlardan edinilebilir. Dergilerde şiir üstüne yazı yazdığım ilk yıllarda, adımı kullanmadan beni eleştirenler, şiirin salt dilbilgisi kurallarıyla incelenemeyeceğini söylüyordu. Bir mimar arkadaşım da, göstergebilimin mimarlıkla ilgilenmesini, onu anlatacak sözcük dağarcığına ve anlatım uzmanlığına bağlıyordu. O zaman hiç okunmadığımı düşünüyor ve üzülüyordum. Anladığım kadarıyla, bu düşüncelerini, başlıklara ya öne çıkan sözcüklere bakarak oluşturuyorlardı. Düşünce ve uslamlama süreciyle ilgilenmiyorlardı... Bir eleştiri geleneksel ve öznel olabilir ama “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi” olanlar için söylenecek hiçbir şey yoktur. Ara sıra dayanamayıp bu gibilere yönelik “mola” yazıları yazdığım olmuştur. “BENİM İŞİM İNSANLARLA DEĞİL, ŞİİRLE” Dil üzerine bilimsel çalışmaların ilk ayağının dilbilgisine dayandığını söyleyebiliriz. Bilginin olduğu yerde ister istemez “mantık” da devreye girmiş oluyor. Melih Cevdet Anday “Çıkar yol, şiiri tanımlamaktan vazgeçmektir. Tanım akıl işidir, şiir ise akıl dışıdır” der. Şiiri inceleyen bilimin (şiirbilim), şiirin doğası göz önüne alındığında kendi içinde bazı çelişkiler taşıdığını da söyleyebilir miyiz? Şiirbilime yönelik ne tür eleştiriler ortaya konmuştur? Bence Melih Cevdet’ten aktardığınız sözlerde, şiirbilime yönelik bir eleştiri ya da aykırılık yok. Tam tersine, Anday bu tür inceleme yöntemlerine büyük bir güven duymuştur hep. Bilimsel bir “tanımın akıl işi, şiirinse akıl dışı” olmasında da herhangi bir aykırılık görmüyorum. Çünkü bir bilimsel yöntemin, incelediği nesneye benzemesi diye bir şey olamaz. Bir mantıksızlık da bilimsel mantık yoluyla incelenebilir. Kaldı ki şiirbilimin şiirde incelediği şey, doğal dilin yapısı ve mantığını aşan, onunla aynı oluşum sürecinde yer almayan, kendi içinde özerkliği olan başka bir dildir. Örneğin ben, Ece Ayhan’ın “Bakışsız Bir Kedi Kara” şiirini incelerken, orada kendi mantığımı bulmaya çalışmadım. İlle de bir mantık olayından söz etmek gerekirse, şunu söyleyebilirim: Bir mantıksızlık üstüne kurulmuş bir başka mantığı araştırdım. Doğal dille üretilmiş sanatlar üstüne tartışmaları zorlaştıran bir durum var, o da şu: Hepsi de yapı gereci olarak doğal dil öğelerini (sözcüklerini, tümcelerini, deyimlerini, vb.) kullanır. Örneğin bir sanat yapıtında kullanılan Türkçe hem bir araçdil hem de konudildir. Ama ortaya bambaşka yapıların, bambaşka mantıkların kurulduğunu düşünürsek, böyle bir kaygıya yer olmadığı görülür. Oysa aynı kafa karışıklığı somut nesnelerle ilgilenen bilimler için söz konusu olmaz. Şiirbilimin amacı, şiiri duruk (sabit) bir tanım nesnesine indirgemek değil, adına “şiir” denilen bambaşka bir nesnenin oluşum ve işleyiş ilkelerini aydınlatmaya çalışmaktır. İkinci ciltte yer alan şairlerin zamanla büyük Türk şiirinin dışında durması gibi durum söz konusu olur gibi bir kaygınız ya da örneklemek istediğiniz ama çeşitli gerekçelerle çalışmanız içinde yer almayan şairler oldu mu? Şair seçimi konusunda bir kaygım olmadı. Çünkü ben, özde şairlerin kişiliğiyle değil, şiirin özelliğiyle ilgilendim. İlle de her büyük şairin her zaman iyi şiir yazması diye bir şey de yoktur. Kaldı ki iyişiir kötü şiir yerine, şiir olan ile şiir olmayan metinler arasındaki ayrımı gözettim. Hep büyük şairlere yönelmek, nesnelliği önleyen bir önyargıdır. Her iki ciltte de bu tutumumu yeri geldikçe açıkladım. Çalışmalarımda yer vermek istediğim ama veremediğim çok şair olmuştur kuşkusuz. Ama burada ad belirtmem doğru olmaz diye düşünüyorum. Çünkü benim anlayışımda birilerini yüceltmeye ya da gönüllerini almaya gerek yoktur. Benim işim insanlarla değil, şiirle… Şiirin Ortak Paydası (2 Cilt)/ Mehmet Yalçın/ İkaros Yayınları/ 310 s. 430 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1104 Mehmet Yalçın
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle