Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K ağdaş Drama Derneği Genel Başkanı H.Ömer Adıgüzel’in önerisi, bu çağrıyla ilgili Antalya Temsilcisi Tülin Tamtürk Yılmaz’ın direngen tutumu olmasaydı, 31 Mart3 Nisan tarihleri arasında Antalya’da gerçekleştirilen 18.Uluslararası Eğitimde Yaratıcı Drama Seminerine katılamaz, böyle bir yazıyı da gündeme alamazdım herhalde… Drama, konuyla ilgilenenler için değil yalnız, herkes için gereksinim olan bir ana sütünün doğal verim alanı bağlamında kabul edilebilir hiç kuşkusuz. Değil mi ki içinde oyun var, “mış gibi yapmak” var, o halde sanatla ilgilenenler kadar, bununla uzaktan yakından ilgisi bulunmayanların da doğrudan yararlanacakları etkinlikler bütünü bu… Kaldı ki tiyatroya, dramaya, oyuna yönelik kitapların yanında yaratıcı dramaya özgülenmiş yapıtlara da aralıklarla yer açıyorum “Kitaplar Adası”nda. Nitekim önümüzdeki haftaların birinde son dönemde yaratıcı drama üzerine verimlenen kimi kitaplara da getireceğim sözü… Şimdilik andığım etkinliklerde başlığa çıkarılan “çokkültürlülük ve kültürlerarasılık bağlamında drama”, “farklılıklar ve farkındalıklar” kavramsallığının açılımlarına, bu çerçevede düzenlenen panele yöneleyim istiyorum yazıda… Bu arada Türkiye dışından Norveç, Almanya, İngiltere, İtalya adına bu ülkelerden etkinliğe katılan konuk dramacılar AnnaLena Ostern, Gerd Koch, John Somers, Mario Gallo, Michael Zimmerman, Pamela Bowell, Sigrid Seberich ile Türkiye’den H. Ömer Adıgüzel’in drama işlik (atölye) çalışmalarını da anmalıyım. Bu çalışmalar üzerinde yaz ayları boyunca Tiyatro Tiyatro’nun birkaç sayısında ayrıntılı olarak duracağımı, meraklısına şuracıkta fısıldayıvermiş olayım… Bunun dışında önemli bir olgu da TürkiyeAlmanya arasında imzalanan “uluslararası drama ahlaksallık (etik) andı”ydı kuşkusuz. Ama konuya girmeden önce çalışmalara katılan dramacıların büyük bölümünün eğitimci, bir düzineyi geçmeyecek kadarının tiyatrocu olduğunu ekleyeyim… Gerd Koch’un “yaratıcı yazma atölyesi”ne katılanları da yine bu kişiler oluşturdu elbette. Hiç değilse bir iki yazar katılabilseydi bu çalışmalara… İzmir’den gelen EKYAZ (Egeli Kadın Yazarlar Platformu) üyesi Devrim Karasar dışında kimse ilişmedi ama gözlerime… Yazarlar henüz ayırdında değil belki, ama Antalya,İstanbul’da katıldığım öykü atölyelerinde yaratıcı dramanın işlevini herkes gördü. ÇOKKÜLTÜRLÜLÜKHİÇ KÜLTÜRLÜLÜK... Prof.Dr. Coşkun San’ın yönettiği, Prof.Dr.Gerd Koch’un, Doç.Dr.Esma Durugönül’ün, Dr.Selen Korad Birkiye’nin katıldığı “Çok Kültürlülük ve Kültürlerarasılık Bağlamında Drama” konulu panel, kavramsal açıdan konuya yaklaşmanın da önemli ipuçlarını barındırıyordu elbette… itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Yaratıcı dramayla çokkültürlülük ve kültürlerarasılık... Ç Coşkun San’a göre, “antropolojik açıdan kültürler arasılık çok kültürlülükten önce gözlenen bir durum.” “Birbirinden az ya da çok farklı kültürlere (dinsel inançlar, gelenekler, toplumsal kurallar, dil, güzel sanatlar) ve teknolojilere (çeşitli amaçlarla kullanılan ilkel araçlar, basit silahlar vb.) sahip olan klanlar, aşiretler ya da toplumlar birbirleriyle karşılaştıkları ilk tarihsel anda, ‘kültürler arasılık’ olgusu da doğmuş oluyor.” Buna göre, “kültürlererası iletişimin, bir tür eşitlik düzlemine işaret ettiği ve barış ya da savaş kaynaklı ilişkiler süreklilik kazanınca, karşılıklı etkileşimlerin kaçınılmaz” hale geldiği çıkıyor ortaya. “Çok kültürlülük kavramına gelince”, yine San’a göre, bu olgu kural olarak iki ya da daha çok kültürün bir egemen gücün yönetimi ve denetimi altına girmesi anlamında” alınmalı. “Özümleyen ve özümlenen kültürlerin birbirlerini karşılıklı bir biçimde etkilemeleri, böylece geçen zaman içinde nitelik değiştirmeleri kaçınılmaz” durum olarak geliyor karşımıza. Esma Durugönül’e göre de “günümüz dünyasında artık çok uluslu, çok etnikli ya da çok dilli olmayan ülke bulmak neredeyse olanaksız. Bu ülkelerin kiminde ulusal azınlıklar, kiminde de göçmenlerden oluşan azınlıklar artan küreselleşmenin de etkisiyle çokkültürlü toplumların oluşmasına yol açıyor. İşte bu bağlamda kültürel farklılık, kültürel çeşitlilik, kültürlerarasılık, transkültürellik, ötekileştirme, entegrasyon, asimilasyon, ırkçılık, etnosantrizm gibi olgulara da değinmek gerekiyor.” Ancak, bu çerçevede “özellikle göçmen kültürlerinin süreç içinde melezleşmekte olduğunun ve göçmen kültürlerinin kültürel kimliklerinin homojen olmadığının, tüm diğer kültürler gibi iç farklılaşmalara sahip olduğu”nun altını çizmek zorunlu. Selen Korad Birkiye, 1960’larda başlayan kültürlerarası tiyatronun gerçekte mask, kukla, yabancılaştırma etmeni gibi gereçler, öğeler bakımından Japon, Çin, Bali, Uzakdoğu vb. biçemlerinin Batı tarafından içselleştirilmesiyle başladığına dikkati çekerken bunun bizdeki örneği olarak Ermenilerle başlayan tiyatromuzu gösteriyor, yanısıra bunun da bir kültürlerarası tiyatro örneği olduğunu vurguluyor. Korad Birkiye, Çağdaş Tiyatroda Kültürlerarası Eğilim (De Ki, 2007) adlı kitabından da yararlanıp konuyu toplumca bu konuda yaşadığımız karmaşaya getiriyor: “Türkiye’de henüz kültürlerarasılık kavramının ne olduğu yeterince anlaşılamadığı gibi yapılan her uluslararası yapım sanki bir kültürlerarasılık yönü varmış gibi lanse ediliyor. Oysa Türkiye’de kültürlerarası malzeme kadar kültür içi malzeme de büyük zenginlik sunduğundan çağdaş tiyatro için farklı kültürlerin mozayiği olarak görünen Anadolu toprakları içindeki kültürel gelenek ve bakışlar çağdaş sanat anlayışında yararlanılacak kaynakların başında geliyor.” Coşkun San, etkinlikte “gerek kültürler arasılık gerekse çok kültürlülük süreçlerinin, bilinen tarihten bu yana tüm toplumları az ya da çok etkilemiş ve en genel anlamında uygarlığın gelişim hızına önemli katkılarda bulunmuştur” saptamasının ardından şu yargısını paylaştı bizimle: “kültürlerarasılık ve çokkültürlülük denildiğinde akla ilk gelen ‘iletişim’ olmalı. ‘İletişim’ ise genelde ‘etkileşim’i, o da ‘değişim’i doğuracaktır. Bu zincirleme çağrışımın süreci ise tüm evrene egemen olan ‘eytişimsel’ yani ‘diyalektik’ süreçtir.” Peki bütün bu söylenilenlerin sanat verimi, etkinlikleri temelindeki yansıması bizi nerelere taşır? SANATLARDA ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK, KÜLTÜRLERARASILIK... Prof.Dr. İnci San’ın andığım seminerde yaptığı açılış konuşması, bu yönde değerlendirilebilir kanımca. Çünkü öteki kültürlerle tanıştıktan sonra sanatçıların çokkültürlülük, kültürlerarasılık temelinde verimlediği sanat yapıtlarından örnekler verdiği konuşmasında İnci San, sonuçta söz konusu sorunsalı da aktarmış oldu katılımcılara… İnci San, ileride ayrıca üzerinde duracağım kitapları Çocukta Yaratıcılık (İş Kültür), Sanat Eğitimi Kuramları (Ütopya, 2010), Sanat ve Eğitim (Ütopya, 2010) vb. kendi yapıtlarından sızdırdığı düşüncelerini Norbert Lynton’un Modern Sanatın Öyküsü’nden (Çev.: Cevat Çapan, Sadi Öziş, Remzi, 1982) alıntılarla beslerken özetle şu aktarımları paylaştı bizlerle: “Kimi zaman gereksinimler, zorunluluklar sonucu öteki ile karşılaşırız, öteki kültürle tanışır ve onun içine gireriz; bazen isteyerek de olur bu –hele önceden bir fikrimiz varsa kolayca isteyebiliriz de, bazen de zorlanırız, itiliriz ve mecbur kalırız.” “Bu tür karşılaşmalar eski çağlardan bu yana en çok göç olgusu ile ortaya çıkmış ve çoğu kez iyi niyet ve dostlukla bağdaşmayan durumlar olarak yaşanmış olsa gerektir.” “Çok önemli değişimlerin yaşandığı 20.yüzyıl sanat anlayışlarına bir göz atmak da öğretici olabilir. Özellikle 19.yy. sonları ve 20.yy. başlarında daha da yoğunlaşarak Ortadoğu ve Uzakdoğu uygarlıkları ile dünyanın çeşitli yerlerindeki ilkel toplulukların yaşama biçimleri ve dolayısıyla süsleme ve yontu biçim ve biçemleri titizlikle incelenmeye başlamıştı. Böylece sanatlarda denenebilecek başka geleneklerin de varlığı ortaya çıkmış, kısaca seçenekler çoğalmıştı. 1870’ler ve 1880’lerden başlanarak uzak ülkelerin sanat biçimleri, Japon tahta oymaları, daha sonra Afrika, güney denizleri adaları ve Güney Amerika’daki ‘ilkel’ kabile sanatı, 14 İran ve Hint resim sanatı yanı sıra, mağara resimleri ve çocukların yaptıkları resimler irdeleniyor, yeni bulgulara ve yeni esinlemelere yol açıyordu.” “Gaugen’in (18481903) resimsel biçeminin Tahiti adasında yaşarken geçirdiği değişim”i örnekleyen İnci San, daha başka örneklere de uzandı… “Önemli ve devrimciliği kuşku götürmez bir yeni sanat yaklaşımı olan Kübizm, bir başka post empresyonist olan Cezanne’dan (18391906), özellikle onun söylemlerinden ve genç sanatçılara öğütlerinden de etkilenmiş olmakla birlikte, herhalde Afrika sanatının da etkisiyle büyük bir değişimi yaşama geçirmişti. Müzikte ve danstaki evrilmelerde de değişim yaşanıyordu.” Artık pek çok sanatçı, “eski Yunan, Roma, İtalya ve Fransa’dan kaynaklanan gelenekleri bir yana bırakıp Kuzeyli diyebileceğimiz öğeleri ya da uzak ülke sanatlarına daha yakın biçemler geliştirmelerine, imgelerinde ‘güzellik’ kavramını da sorgulamalarına yol açmıştır.” Bu “plastik sanat ürünlerinin çeşitliliği ve kültürlerarasılığı şaşırtıcı ölçüde”dir… İnci San, sonuç vurgusuyla sanata da yöneliyor bir bakıma: “Evrimle sürüyor ve giderek sanatlararası, sanatlar geçişli ürünler biçiminde gelişip karmaşıklaşıyor ve zenginleşiyor.” O halde gelin bunun yazınsal bağlamındaki açılımına değinelim biraz da… YAZINSAL VERİMLERE BAKIŞIMIZI GELİŞTİRMEK... Yaratıcı dramadan kalkarak yöneldiğimiz çokkültürlülük, kültürlerarasılık sorunsalını kendi yazınsal alanımız üzerine kaydırabiliriz kolayca… Bizde göç, göçmenlik konuları nedense hep yurtdışı bağlantılarıyla ele alındı yazınımızda. Bununla ilgili azımsanmayacak bir düşünsel birikime ulaşıldığı bile savlanabilir hatta. Peki, yazarlarımızın dış ülkelere yaptığı göçler midir onları göçmen kılan yalnızca? Ülke toprakları içinde çocukluklarından erişkinliklerine yaşadıkları göçmenliğin onlarda bıraktığı etkiler üzerine neler söylenebilir? Herhalde yazarlarımızın kendi ülkelerinde yaşadığı göçlerle farklı kültürler içinde evrilişleri, yazınsal verimlerinin bu yöndeki biçemsel, içeriksel değerleri üzerinde de durulması gerekiyor. Öteden beri bizde yazın toplumbiliminin bir türlü yeterli gelişme gösteremediği söylenmez mi? Kuşkusuz bununla da ilgili bir olgu bu. Sözgelimi Sait Faik’in Adapazarı’ndan başlayan serüveninin Burgaz’a uzanan ayrıntıları, öykülerindeki değişim üzerinde durulmuş, ama buna yukarıdaki sorunsal odağında yaklaşılmamıştır nedense. Bu yönde verimlenmiş bir kitap var mı, kendi payıma anımsamıyorum… Ancak bu alana bir an önce uzanıp, bu yöndeki veriler üzerinde tez elden yoğunlaşılması kaçınılmaz bir zorunluluk gibi görünüyor bana. Sait Faik’i bir başlangıç örneği bağlamında alabiliriz pekâlâ. Bunun gibi pek çok yazarın iç göçlerle, sonuçta farklı göreneklere dayalı zengin, karmaşık yerel kültür dizileriyle karşılaştığı, bunlardan aldığı etkilerle bunu yazınsal verimlerine yansıttığı çok açık… İleride hiç kuşkusuz bu alana yönelik kazı çalışmaları ufkumuzu daha da genişletecektir… Önümüzdeki hafta bir öykücümüzü, Hasan Özkılıç’ı odağa alıp onun Iğdır’dan İzmir’e uzanan göçmenliğinin öykücülüğündeki uzantılarıyla sürdürelim istiyorum konuyu… NİSAN 2011 SAYFA 41 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1104