05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D debiyatın gücü, öğretici olmadan da, yeni bir toplumun gelişmesini sağlayabilirdi. Bu dolaylı etkileşim doğal bir gelişim sağlasa bile yavaş olacaktı. Daha önemlisi, cumhuriyet kültürüyle tanışmaya başlayan toplumun alıştığı yargıları yeni bir değerler dizgesine dönüştürmek gerekecekti. Yasaların dayatmasıyla, tepeden inme zorlamalarla yeni bir düşünce dizgesi oluşturulabilir miydi? Anadolu insanını yeni koşullara alıştırmak nasıl olacaktı? Yönetim biçimindeki değişim, yaşama koşullarını değiştirebilir. Konuşma biçiminden davranış özelliklerine kadar günlük olayların içindeki sıradan insanı etkileyebilir. Böyle köklü bir değişimin kolay benimsenebilmesi için eğitim dizgesinin yeniden düzenlenmesi gerekecektir. Kuşkusuz “Öğretim Birliği Yasası”nın çıkarılmasıyla eğitimin uygulanmasında önemli bir değişim oldu. Bütün iş bu değişimin süreklilik kazanabilmesindeydi. Çünkü gerçek değişim sağlayacak, yeni insanın oluşmasına biçim verecek olan güç eğitimdi. Bu uygulamanın başında Mustafa Necati gibi yapacaklarını iyi bilen bir Milli Eğitim Bakanı vardı. Mustafa Necati erken ölünce Atatürk üzüntüsünü şöyle belirtmişti: “Ölmenin sırası mıydı be çocuk!” Bu söz bana, “Güney” filminde ölen devrimci Gordo için film kahramanının söylediği sözü anımsatır: “Öldüğü için onu bir türlü bağışlayamıyorum.” GAZALCI’NIN ÜÇLEMESİ Cumhuriyet kültürüyle oluşacak yeni toplumun karşı devrim eylemleriyle birlikte gelişmesine alışmalıyız. Belki de din eğitimi alaydan yetişme dincilere bırakılmasıydı, cumhuriyetle birlikte İmam Hatip Okulları’nda din kültürü verilebilseydi, eğitim, dinci kuşatma altında kalmazdı. Mustafa Gazalcı mesleği öğretmenlik olan bir siyasetçi. Gönen Öğretmen Okulu’nu, Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü bitirdi. Bu okullar “köy enstitüsü” anlayışına göre kurulup 1947’lerden sonra o anlayıştan uzaklaşarak “öğretmen okulu”na dönüştürülse de “köy enstitüsü ruhu” öldürülemedi. Mustafa Gazalcı bu savaşımın son temsilcilerinden biri sayılır. Yalnız öğretmen olarak değil, milletvekili olarak da bu savaşımı sürdürdü. Sonra da bu uğraşımı kitap olarak belgeledi. Üçleme oluşturan bu kitaplardan ilkini daha önce tanıtmıştım (Cumhuriyet KİTAP, Eğitimde Dinci Çember, Bilgi Yayınevi 2008: 20 Kasım 2008). SAYFA eğinmeler MUSTAFA ŞER F ONARAN Yeni toplumun oluşmasında eğitimin önemi E Mustafa Gazalcı daha sonra “Paralı Eğitim Tuzağı” (Ulusal Eğitim Derneği Yayınları, 2010) ile “AKP Döneminde Kadrolaşma Kıskacında Eğitim” (Bilgi Yayınevi 2010) kitaplarıyla bu üçlemeyi tamamladı. Bu yazıda “Kadrolaşma Kıskacında Eğitim” kitabı üzerinde durarak konuya geniş açıdan bakmaya çalışacağım. “KIRK KARANLIĞI”NDAN BAŞLAYAN KIYIM Her yönetim kendi kadrosunu kurarak başarıya ulaşacağına inanır. Aslında yetişmiş devlet görevlilerini değiştirerek kendi yandaşlarını kullanmak anlayışı, yasalara göre devleti yönetmekte sıkıntı çeken siyasetçilerin yanlışıdır. Hele cumhuriyet kültürüyle, laik bir anlayışla kurulan “yeni toplum”u İslam anlayışına göre yeniden yapılandırma söz konusu olunca, yandaş bir kadrolaşmaya girişmek zorunlu olacaktır. Mustafa Gazalcı “Kitap İçin” giriş yazısında sınırlı bir değişimi anlayışla karşılıyor: “İktidarlar değiştikçe üst düzey görev yapan müsteşar, genel müdür gibi yöneticilerin hukuka uygun olarak değiştirilmesi anlayışla karşılanabilir. Ancak AKP iktidarının kimi bakanlıklarda, özellikle Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki kadrolaşma sınırı çoktan aşıldı. Bu durum yalnız verimlilik, nitelik düşüklüğünü değil, Anayasa’da ve Milli Eğitim Temel Yasası’nda öngörülen laik ve bilimsel eğitim anlayışını da tehlikeye soktu.” Çok partili çalışma düzenine geçildiği 40’lı yıllardan başlayarak, karşı devrim eylemleri siyaset gereçleri gibi kullanılmaya başlandı. Demek 15 yıl süren ( 19231938) devrimci eylemlerden sonra, 1940’lı yıllardan başlayarak, 70 yıl, karşı devrim eylemleriyle birlikte “Yeni Toplum”u yaşatmak zorunluluk haline gelmişti. Mustafa Gazalcı 1946 olaylarını anlatıyor: “Yalnız öğretmenler değil Bakanlıktaki üst düzey eğitim yöneticileri de iktidarlarla çeliştiği için kıyıma uğramışlardır. Örneğin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un ve arkadaşlarının 1946’da görevden uzaklaştırılmaları, birçok acıyla yüzyüze bırakılmaları da bir çeşit kıyımdır.” Mustafa Gazalcı AKP yönetimine gelinceye kadar, karşı devrim eylemleriyle öğretmenlerin nasıl bir kıyıma uğratıldıklarını özellikle belirtiyor: Örnekse 27 Mayıs 1960 eyleminde 167 öğretim üyesi ile yardımcılarının üniversiteden uzaklaştırılmasını, Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS) kurulmasıyla 1965’ten sonra yurt çapında etkisini artırmasıyla nasıl bir öğretmen kıyımına girişildiğini de anlatıyor. İstenen kadrolaşmayı sağlamak, sürgünü kolaylaştırmak için ünlü yasalar çıkarılmıştır. Kimi zaman bu yasalara bile gerek kalmadan “Görülen Lüzum” üzerine sürgünler yapılabilmiştir. Gerek Demokrat Parti hükümeti, gerek Milliyetçi Cephe Hükümetleri, gerek 12 Eylül 2011 1980 Askeri Yönetimi döneminde binlerce kamu çalışanının görevine son verilmiştir. “KADROLAŞMA KISKACI” Mustafa Gazalcı’nın “Eğitim Üçlemesi” diyebileceğimiz kitaplarının üçüncüsü “Kadrolaşma Kıskacında Eğitim”, yasallığı tartışılabilecek yollardan AKP’nin eğitimde nasıl bir tırmanışa geçtiğinin öyküsüdür. Ne gibi önlemler alınacağının saptanması, nasıl bir savaşıma girişileceğinin belirlenmesi için önce neler yapıldığını bilmek gerekecektir. Mustafa Gazalcı TBMM’de, 2002 yılından bu yana, değişik oturumlarda, eğitimde kadrolaşma tırmanışının yasal olmayan durumlarıyla nasıl savaşıma girişildiğini ayrıntılarıyla ortaya koyuyor. Meclis tutanaklarından yararlanarak ortaya konan bu çalışmada milletvekili olarak Mustafa Gazalcı da yer almış, bu “kadrolaşma kıskacı”nı belgelemiştir. Anlatılan elliye yakın soru önergesinden yalnızca biri üzerinde durmak bile bu yazının boyutlarını aşar. Gene de kimi soru önergelerini anımsatmakta yarar var: Atama yönetmeliğinin askıya alınması, Danıştay’ın bozma kararlarının uygulanmaması, istek dışı yerleri değiştirilen, sürgüne gönderilen öğretmenler, başöğretmenlerin özel görüşme sonucu atanmaları, Talim Terbiye üyelerine ödenen tazminat, TÜBİTAK’ta yasaların uygulanmayışı, yeni kurulan üniversite rektörlerini hükümetin atayışı, bakanlık güdümünde yapılan şuralar, sınavsız yurt dışı görevlendirilmeleri, özgür denetimin engellenmesi, öğrencilerin AKP kurultaylarına alıştırılmaları, AKP’nin okullarda anket düzenlemesi... Daha bunlar gibi nice sorunlar TBMM çatısı altında tartışılarak gün ışığına çıkarılmaya çalışılmaktadır. Bunlar arasında TÜBİTAK konusuna değinmekte özellikle yarar var. Hükümet TÜBİTAK’ın özerk yapısını boz ma girişimi içindedir. Cumhurbaşkanlığı, Bilim Kurulu’nun seçtiği kişiyi, atanması için Başbakanlığa gönderir. Aradan 4 ay geçtiği halde atama yapılmaz. Hükümet yasa değişikliğiyle atama yetkisinin bir kerelik hükümete bırakılmasını ister. Anayasa Mahkemesi yasayı bozar. Yönetime gelenlerin atama işlemlerini de idari yargı bozar. TÜBİTAK Başkanlığı’na seçilen Namık Kemal Pak olayı aylarca kamuoyunu uğraştıran bir sorun olur. Böylece ele geçirilmesi gereken özerk bir bilim kurulunun çalışmaları sürüncemede kalır. Üstelik başkanlığa seçilen bilim adamını atamamak için, soruşturma açılır, soruşturma sonucuna göre atama yapılacağı aldatmacasına başvurulur. SONUCA DOĞRU Bu olayların gelişmesini Meclis tutanaklarından, basın açıklamalarından izlemek, polis romanı okur gibi, ilgi çekici bir boyut kazanmaktadır. Bütün bu çalışmalar bizi nasıl bir sonuca götürecektir? “Yeni Toplum”un biçimlenmesinde devleti yönetenlere nasıl bir sorumluluk düşüyor? İslam’ı değişik yorumlarla benimseyenler bile tam bir uyum içinde değilken, yaşamayı laik bir inanışla sürdürmek isteyenler aynı toplumun sorunlarını paylaşmayacak mıdır? Aynı evde yaşayanlar bile değişik anlayışlar içinde olabilir. Bir zamanlar, “Dil öyle değişti ki, baba oğulu anlayamaz oldu” sataşmaları vardı. Oysaki dil, yatağını bilen bir ırmak gibi duru akışını sürdürüyor. İslam’ı safsatalara bulaştırmadan, bilisiz din adamlarına bırakmadan, gerçek kimliğine kavuşturmak, siyaset gereci yapmamak gerek. Türban anlayışı; saçının teli görünmeyecek sıkıdüzeni yanında, ona uyan bir örnek giyim kuşamıyla yeni bir donanım kesiminin oluşmasına yol açtı. İstenildiği kadar gizemci bir ortam yaratılmaya çalışılsın belirsiz yarınlarda bu modadan da usanılacaktır. Hiçbir ülkenin insanı, Anadolu insanı gibi değişik kültürlerden gelmiyor. Bu eski toprak bizim yurdumuzdur. Bir arada barış içinde yaşamanın tek yolu eğitimden geçiyor. İstediğimiz kadar geleneklerimize bağlı olalım, yeniliklere açılmak zorundayız. Ne diyordu Yahya Kemal Beyatlı: “Kökü mazide olan âtiyim.” Mustafa Gazalcı’nın “Eğitim Üçlemesi” olarak nitelendirilebilecek kitapları, cumhuriyet devrimindeki eğitim dalgalanmalarını anlatırken; yönetim erkini elinde bulunduranların “Yeni Toplum”u “Osmanlı Cemaati’ne dönüştüremeyeceğini de anımsatmış oluyor. Karşı devrimlerle uğraşmak, cumhuriyet kültürüne inananları daha güçlü kılacaktır. Böyle bir güç, Anadolu insanıyla bütünleşmeyi kolaylaştıracaktır. Mustafa Gazalcı kırgınlığa, küskünlüğe değil, yeni bir eğitim anlayışı içinde bütünleşmeye çağırıyor bizi... Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Mustafa Gazalcı’nın “Eğitim Üçlemesi” olarak nitelendirilebilecek kitapları, cumhuriyet devrimindeki eğitim dalgalanmalarını anlatırken; yönetim erkini elinde bulunduranların “Yeni Toplum”u “Osmanlı Cemaati’ne dönüştüremeyeceğini de anımsatmış oluyor. Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 42 14 NİSAN CUMHURİYET KİTAP SAYI 1104
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle