Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Türkiye Cumhuriyeti iki emperyalist projenin hedefinde. Biri ABD öncülüğündeki Büyük Ortadoğu Projesi, öbürü de AlmanyaFransa ittifak örgütü olan Avrupa Birliği projesidir. İğfal, Avrupa Birliği adındaki kıtasal, emperyalist devlet örgütlenmesinin ülkemize yönelik yıkıcı ve yok edici içerikteki faaliyetlerinin önemli bir bölümüne ışık tutuyor. Ë İzzet Harun AKÇAY oğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra oluşan Yeni Dünya Düzeni’nde ABD ve Avrupa Birliği emperyalizminden oluşan kampın, ülkemize yönelik saldırgan, yıkıcı niyetlerinin arttığı ve düzenlilik kazandığı uzunca bir süredir kesinlik kazandı. Yılmaz Dikbaş, Soğuk Savaş sonrası bu dönemde ülkemize yönelik ciddi yok etme girişim ve niyetlerini ulusa, halka bütün açıklığıyla cesurca ileten bir aydın. Yayımlanan bütün kitaplarının içeriği bu gerçekliklerden oluşuyor. Israrla, korkmadan belgeleriyle anlatıyor, uyarıyor ve çağrıda bulunuyor. Çağrısı, milli uyanış özellikleri gösteriyor. Kitabın adı İğfal. İlginç bir ad. Yazar bu sözcüğü niçin ad olarak seçtiğini şöyle açıklıyor: “Sözlükte ‘iğfal’ sözcüğünün iki ayrı anlamı olduğu yazılı. Birinci anlamı; baştan çıkarma, aldatma, kandırma, ayartma. İkinci anlamı; bir kadının aldatarak ırzına geçme. Bu kitapta ‘iğfal’ sözcüğü, sözlükteki birinci anlamında kullanılmıştır. Bu kitapta, emperyalistlerin, yani sömürgeci yayılmacıların, ülkemizdeki kurum, kuru Yılmaz Dikbaş’tan ‘ ğfal’ Kendi kuyusunu kazan devlet! luş ve bazı kişileri nasıl baştan çıkardığını, aldattığını, kandırdığını, ayarttığını okuyacaksınız.” Yazar, kitabın adını niçin İğfal koyduğunu açıkladıktan sonra, bir film örneği vererek kapitalist emperyalizmin yönlendirici ana ilkelerinden birine dikkat çekiyor. Bu dikkat çekme de çok isabetli ve vurucu olmuş. Yazarın örnek verdiği film, Holywood yapımı Ahlaksız Teklif: “Milyarder John, genç mimar David’e, sevgili karısı Diana ile bir gece yatma karşılığı tam bir milyon dolar teklif eder.” Kapitalist böyle düşünür: “Her şey satılıktır, her şeyi satın alırım.” Dolar milyarderi John bu düşünce ile borçlu ve bunalımdaki aileye bu ahlaksız teklifi yapar. Filmi izleyenler bilir, ahlaksız teklif kabul edilir. Dikbaş bu girişlerden sonra iğfal eyleminin, ahlaksız tekliflerle nasıl gerçekleştiğini anlatır bütün kitap boyunca. Onlarca, yüzlerce örnek olay, kişi, kurum ve kuruluşu ortaya koyar. Birinci Dünya Savaşı’nın mağluplarından biri olan Osmanlı İmparatorluğu düşmanları tarafından parçalandı. Mütareke sonrası işgal döneminde başlayan ve süren milli devrimle (Kurtuluş Savaşı) tarih sahnesinden silindi. Cumhuriyet emperyalizme karşı savaş ve devrimle kuruldu. İmparatorluktan devralınan Batı ile ilişkiler, Cumhuriyetin tüm dönemlerinde sürdü, bugünlere gelindi. Yirminci yüzyılın en önemli tarihsel olaylarından biri iki dünya savaşı. Aslında tarih, önemli bir yönüyle savaşlar tarihi. Yirminci yüzyılın büyük savaşlarının en önemli özelliği emperyalist ve sömürgeci karakterde olması. Ülkemizde emperyalistler nereye el atsa rahatlıkla işbirlikçi buluyor, ajan devşiriyor. Sadece kendini değil, halkını ve ülkesini, ulusal çıkarları da ne olursa olsun ucuzpahalı, hayasızca peşkeş çeken ve satan şebekeleri oluşmuş. Bu nedenle Yılmaz Dikbaş kitaplarının çok önemli bir işlev yaptığını, ibretlik tarihsel belgeler niteliğinde olduğunu söylüyorum. Başı, çokuluslu şirketlerin uzantısı niteliğindeki büyük sermaye çekiyor. Ulusal kimliğini bile tartışmaya açan bu sınıf ne yazık ki devleti ele geçirmiş, yönlendiriyor. Kendi varlık nedenini Avrupa Birliği’nde gören bu sınıf neredeyse yarım asırdır süren bu macerayı ulusa ve halka, uygarlık ve ilerleme olarak sunuyor. Kitapta esas olarak, Avrupa Birliği emperyalizminin ülkemizdeki satın alma girişim ve eylemleri anlatılıyor. Bir devlet, soyut bir örgüt değildir. Kurumları ve politikaları ile somuttur ama hiçbir devlet, zorunlu olarak kendi kendini yok etme, içini boşaltma çabası içinde olmaz. Hiçbir devlet kendi kuyusunu kendi kazmaz. Türkiye Cumhuriyeti devleti için bu gerçekliği gönül rahatlığıyla dile getirmek mümkün değildir. Türkiye Cumhuriyeti devleti, Avrupa Birliği adı verilen emperyalist devlet ile olan ilişkilerinde kendi kuyusunu kazıyor, kendi ulusal varlığına son verecek, bu yönde telafisi çok zor ve acılı olacak politikalar uyguluyor. İğfal’de, bu politikaların neler olduğuna dair onlarca, yüzlerce örnek okuyacak, üzülecek, şaşıracak, öfkelenecek ve harekete geçeceksiniz. S İğfal/ Yılmaz Dikbaş/ Asya Şafak Yayınları/ 624 s. lar sürecek zaman içinde gelişen ilişkiyi resmeder” (s. 234). Shakespeare soneleri, içten içe yanan, kökünden söktüğü her şeyi, sıcak külleriyle beraber gökyüzünde canlandıran, çırpınan kanatlarıyla sevinç ve ölümü çağrıştıran canlı yapıtlardır. Greenblatt, Harvard’ta edebiyat profesörü, keskin gözleri gerçek hayatla, edebiyata yansıyan kesişmeleri çok iyi ayırt ediyor, sonelerde özlemin dile getirdiği sır perdesini aralamaya çalışırken düşlerin eleğinden geçip, geriye kalanları yansıtmaya çalışıyor, gerçeği doğru elden arayış okuyucuyu meraklandırıyor. Greenblatt’ın kullandığı uslup, yaptığı araştırmalardan az kalır değil, güzel bir manzaranın gizli yönlerini açığa vurur gibi anlatımı çekici. II. Richard’da Shakespeare “Beynim dişi, ruhum da erkek, bu ikisi çiftleşip Durmadan çoğalan bir sürü düşünce üretecekler” der (s. 289). Shakespeare’in dehası, ruhu ikiye bölen kadın ve erkek imgelerini çok iyi kavramış olaylara duygulanımlardaki mantığı çok iyi yerleştirmiş olması. Beynindeki yapbozu oluşturan yüzlerce düşünce arasında, yapıtlarında anlatmak istediğini en öz ve yürekten koparak seçmiştir. Bir Yaz Masalı ile başlayan rüya Bir Kış Masalı ve Fırtına adlı yapıtlarıyla son bulur: “Kısa süreli saadet anları yaşamış olabilir ama yazdığı, hayal ettiği derecede güçlü bir sevgiyi asla bulamaz ya da yaşayamazdı” (s. 375). Yaşanmamışlık istekle kalan mutlu anlardır, özlemini dile getirir düşlerin görkemiyle, orada dokunulmazlığını korur her mutluluk. Devleşen yazınsal yaratısı istediği her şeyi duyup yazıyla seslendirmesiydi. Shakespeare Olmak/ Stephen Greenblatt/ Çeviren: Cem Alpan/ Can Yayınları/ 416 s. Stephen Greenblatt’tan şairane bir biyografi Shakespeare Olmak Stephen Greenblatt, Shakespeare Olmak adlı biyografisiyle, eserlerin içindeki gerçek yaşantıyı kanıtlardan yola çıkarak, heyecan, düş ve gerçeğin kenetlenmiş elleriyle, ilişkilendirdiği her olayla Shakespeare’in yapıtlarındaki izdüşümünü araştırmış. Ë Ceylan KORYÜREK hakespeare sahnede, büyülü sözcüklerle dolaşıyor damarlarda, yüzyıllardır hızı kesilmemiş, dengede bir cambaz sevenlerini oynatıyor parmaklarında. Greenblatt için ön plana çıkan Shakespeare eserlerinin dehasının büyüklüğünü anlatmaktan çok, dehanın o yapıtı yazarken hangi ruh hali içinde olduğu. İncelenen bütün güvenilir kanıtlar, yüreğinden kopan dizelerle birleşince, cana kana bürünen Shakespeare gözler önünde. Güvenilir araştırmalar sonucunda gerçekleri yansıtırken parıldayan her ayrıntıyı, eserlere uzanan köprüler gibi kullanmış, böylece yazdığı kitaba kan akışını sağlamış ve çok başarılı olmuş. 1104 SAYFA 38 14 NİSAN S Yaşantının sır perdesini aralarken anlatımıyla sürekli yükselen haz dalgasını yaratmış. 1582’de Shakespeare on sekiz yaşında kendinden sekiz yaş büyük bir kadınla hamilelik dolayısıyla evlenmek zorunda kalmış: “Shakespeare Anne’le evliliğinin daha başından kör talih eseri olduğunu da kendi söylemiş olmalı. Kaderin dizginlenmemiş iştahın sonucu olduğunu söyler” (s. 135136). Greenblatt, Shakespeare eserlerini incelerken bu evliliğin, eserlere nasıl yansıdığını, kör talihle, suç ortaklığının arzuyu yitirince pişmanlığa nasıl dönüştüğünü, acısını çeken her yakarışın, yeni eserler doğurduğunu anlatmıştır. Shakespeare ölürken vasiyetinde onca mal varlığına karşın karısına sadece iki yatağını bırakmıştır. 1591’de babasının iflası sonucu, kaçıp taşradan Londra’ya gelen genç, her nasılsa oyunculuğa ve yazmaya başlar. İnsan tabiatı aynı kalsa da devir bu devir değil. Tiyatrodaki kadın kılığına girmiş erkek oyuncular, baştan çıkaran hemcinsiyle öpüşmeler, yasaklansa da her yıl devam eden geleneksel erotik kutlamalar, yaşadığı şehirde zaman zaman veba salgını, ölümler, oyun evlerinde tiyatro öncesi köpeklere ayı parçalatma gösterileri, komplocuların başlarının mızraklara takılıp sergilendiği Londra Köprüsü, kan, ölüm ve cümbüşün göz göze geldiği, gözler önüne serildiği anlar yaşamıştır. Büyük şehir insanı içine çeker, değişik görüntüler hafızaya yer ederken zehirler: “Sözcükle rin seslerinde başkalarının duymadıklarını duymuş, başkalarının görmediği bağlantılar kurmuştu; kendisine özgü hazlara kapılıp durmuştu” (s. 23). Yazarken sözcüklere duyulan heyecan sesin yazınsal melodisiyle gelir, bir an sonraki merak ve hazzı doğurur, gözler önüne serer görüntüleri, renkleri canlı ve cansız kılar, kök salarken yazdıklarına, her ses kokusunu verir olaya, yanıp tutuşan mırıltılar, kükrer kâğıtta. İçinde öğüttüğü her sözcüğü buharlaştırıp canlı gölgelere dönüştürmede ustadır, bu gölgeler sonradan yağmurlara, fırtınalara birikecek olaylar dizisini yaratır: “Shakespeare’in üslubu ilk zamanlarında bile gerçek bir yeteneği olduğunu gösteriyordu” (s. 198). Üslubun sözcüklerdeki büyüsü yaratısı kaçınılmazdı. Greenblatt sanki bir zaman makinesiyle Shakespeare çağına geri dönmüş ve duyguları analiz ederken gerçek olaylarla ilişkilendirmeyi çok iyi başarmış. Greenblatt’a göre o zamanın İngilteresi’nde yaşayan yazarlar arasında “Shakespeare’in başardıklarına bir Marlowe yaklaşabildi” (s. 198). Marlowe bir bar kavgasında otuzuna varmadan hayatını kaybetti. Shakespeare yazdıklarıyla yüzyıllardır rakipsiz kaldı. Oyun evleri veba yüzünden kapanmıştır. Shakespeare’e sipariş edilen soneler bu döneme rastlar: “İlk 126 tanesi birçoğunun aynı kişiye yazıldığını varsaydığımızda, yalnızca genç adama övgü düzmek ve şiirin gücünü onaylamakla kalmaz; büyük bir ihtimalle yıl 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1104