25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Özgen Seçkin’den ‘Şivan’ ‘Kederim, bugünlerdeki gericilikle ilişkili’ bu yenileşmeyle toplumdaki çalkalanmalar, dalgalanmalar, yeni buluşlar, yeni felsefi tartışmalar aynı zamanları paylaşmış. Çünkü şiir önemli olaylarla, durumlarla etkileşime açık oldu hep. Şiir akımları da bundan doğar zaten. Daha önce Böldüm Yüreğimi Avuçlarına, Dört Mevsim Türküleri, Sevmekten Başka, Bugünü Yaşayan Kalır, Onyıl, Kırkbeşlik Aşk Yalnızı, Hayatla Ufalanmış Şiirler, Yaşadığımız Kimi Saatler adlı şiir kitapları yayımlanan Özgen Seçkin, bu kez de Şivan‘la okurlarına sesleniyor. Seçkin’le yeni şiirleri ve Şivan üzerine konuştuk. Ë Vicdan EFE aradılışım! Heyelan, ilk çığlığım/ ömrüme ağrı dağı, cana karsuyu/ ülkem/ rüzgârlı yelesi özgür tayların, dirilik/ korkunç gömü, sancılı göl, dağ kokusu/ dört ayrı cennetcehennem, ıssız mağara/göğe vurdular beni, dünümü tükettiler/ boğdular, kullandılar, Yunus’um, Bedrettin’im/ kim bilir kaç kavim dirilip ölen/ aslı’yla kerem’dir o, nâzım’la piraye’dir// ülkem/ dolunay, yeşerdiğim ten… ” Böyle katmanlı bir ülke vurgusunu sevinç mi yoksa mutluluk tanımı olarak mı anlamalı? Bence arsız değilsek, mutluluk toplumsaldır, evrenseldir, bütün vicdanların sızlamadığı anlardaki, dönemlerdeki durumun adıdır mutluluk. Sevinç de öyle, ağız dolusu gülmek de, bunlar tek başına yapılıyorsa kendimizi kandırıyoruz demektir. Bir ülkeyi tek katmanlı görüyorsak bu da yanlış tabii. Bazen insanın kendini hülyalara kaptırıp gittiği de oluyor işte… Yunus’u, Bedrettin’i ve Nâzım’ı anarak başladık mademki, hemen içine girelim şiir evinin… Şiir nerelerden nerelere geldi? Günümüz şiirinin toplumla ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Şiir, tanımı sonsuzlaştırılan sanat dallarından biri. İnsanlığın tarihi kadar eski ama toplumlarla biçimlenen ve sürekli yenilenen bir sanat. Şiirin tarihine bakılınca bu yenileşme hiç durmamış ve SAYFA 30 14 NİSAN “Y “ŞİİRİMİ ELLE DEĞİL YÜREĞİMLE YAZIYORUM” Peki, Şivan, kitabınızın adı, tek sözcük. Niye Şivan? Okur, bu kitapta yüreğini zıplatacak şiirler değil, yüreğini ağzına getirip vicdanını burkacak şiirler bulacak. Bu durum, okurun tepkisinin niteliğini, neliğini, sanata verdiği anlamı da belirleyecek. Şivan, derinden sarsılma; yapay ve yüzeysel değil. “Havada bulut yok bu ne dumandır/ mahlede ölüm yok bu ne şivandır” deyişiyle bize işleyenin de ötesinde bir ülkenin şivanıdır bu. Şivan artık mahalleye, eve düşmüyor; bir ülkeyi kaplıyor; kim bunun ayrımında, önce duyarlığı yüksek olanlar, vicdanının rahatsızlığını duyanlar. Dikey bir yara bu, derin kesik bile değil, yatayın görünümü kadar da görünmeyeni olan bir yara. Ben şiirimi elle değil yüreğimle yazıyorum; belki bazen ikisini birden kullanarak. Yüreğim acırsa yazıyorum; yani şiirin mesleğini, zanaatını yapmıyorum. Şiirin bana, yazmalısın, yoksa kanayacaksın, mutsuz olacaksın, yaşamanın anlamını yitireceksin, dediği zaman şiir yazıyorum. Önceki kitaplarınızda başkaldırı, umut ve her şeye rağmen yaşama sevinci vardı. Bunlar, şimdilerde tehlikede mi, tükendi mi, zedelendi mi? Şivan’da bunun ipuçları var sanki. Yeni bir dönemin getirdiği gerilemeden kaynaklanan sıkıntılar nedeniyle mi Şivan? Umuda, sevince, yaşamaya takılan prangalar beni endişelendiriyor. İyi bir Türkiye ve iyi bir dünya düşleyenler için de endişe, hatta kötümserlik arada bir vurguna dönüşüyor. Ama çaresizlik başka, çaresiz değiliz, bu geri dönüşler toplumların tarihinde hep yaşanır. Sonra ilerlemelerin önü alınamaz. Benim kederim, bugünlerdeki gericilikle ilişkili; daha iyi çabaların aksamasına dair. Bu endişe ve keder asla kötümserliğe dönüşmez bende. Girişte “Engelli Şiir”in daha başlangıcı, “Ülkem, çürüyen dilim, dersem şimdi” dizesi, yozlaşan dilimize koşut, yozlaşan tüm değerlerimize bir gönderme olarak algılansa da, şiirin bütününde, susmak zorunda olmaktan dilin çürümesi gibi bir anlama da yol açıyor. Anlamsal katmanlar ve çağrışımları her dizede çoğalan bir şiir. Belki de tüm şiirlerin damıtılmışı, ne dersiniz? Haklısınız ama bundan sonraki şiirler bu umarsızlığın, kimi zaman da bu sessizliğin bayrağını koşturuyor. Şairin böyle bir şiirler toplamına başlaması bile “sorun olabilir”e işaret ediyor. Hem iki şekilde: Biri sanatsal kaygıdan, öbürü toplumsalcı söyleme kafa çeviren, dudak büken, burun kıvıranlardan dolayı. “Ülkem” şiirinin ardından “Dünya”ya geçiş yapılıyor:“Uzaklarda değil artık hiroşima, nagazaki/ eşiğine yığılmış yeniden auschwitz/ göremez ki halepçe, yürüyemez ki ölüler/ yüreğinde şivan, isyan yasak.” Uzak ülkelerde olduğunu sandığımız haksızlıkların, savaşların dibimizde, hatta ülkemizde olduğunu görmenin acısı da var. Elbette. Şiir yalnızca ülkemiz için değil, şiirin soluğu evrensel. Ben şuna inanıyorum: Dünyanın neresinde olursa olsun duyduğumuz her yanlış bizi incitir, yüreğimizi burkar. Bunu insanın yakınında yaşaması ise farklı bir duyarlığı harekete geçirir. Türk şairi bugün bunları yaşıyor. Ne kadar sesi duyulmasa da bu duyarlığı paylaşıyor. “Şiir işine baksın” gibi bir duyarsızlığı gösterenler de olsa, bence, şiirin ve şairin kendi toplumuna karşı bir görevidir tepki göstermesi, duyarlığını doruğa taşıması. “BİZ DERS ALMAK İSTEMİYORUZ, YANİ YAŞAMAYI BECEREMİYORUZ” “Uzun Bir Gece”de, kişisel bir hikâyenin içerisine ülkenin kanayan yaraları nasıl da çöreklenip oturmuş. Varto’da nasıl ezildi yüreğiniz, nedir bunun öyküsü? Öykü uzun tabii. Kürtçe bilmeyen 1516 yaşlarındaki bir Türk gencinin Varto’da bir Kürt evine konuk olması. Daha sonraki yıllarda oradaki o konuksever insanların bende yarattığı eziklik ve acı. Onların ötekileştirildiğine canlı tanıklığım. Dikkatle okunması gereken bir şiir. Öykü kokusu aldığım şiirler beni daha çok çekiyor sanırım. “Dedi ki küskün bir Türkçeyle” dizesi. Buradaki imgelem, benzetme, adını ne koyarsak koyalım, farklı bir kültür, çelişki, bunu birebir yaşamak söyletebilir insana bu dizeyi, sanırım. Şiirde öyküleme her zaman tehlikeli. Düz söyleme düşebilirsiniz. Bu bakımdan zordur şiirde öyküsel dengeyi kurmak. Böyle olunca daha çok çalışmak gerekir. Olayı anlatırken karşımdakinin duygularını eksiksiz sezmem, şiire koyacağım ve bende aniden oluşan duyarlığın dozunu da belirler. Türkçeye küskünlük, o insanların kendi dillerine konan yasak kaygısını çağrıştırıyor. Zorunlu oldukları bir dille konuşmak onlara baskı atmosferini yaşatıyor. Yine orada bir karakol komutanı başçavuşunun köyden çağırdığı bir köy bekçisini, Kürtçe bilmediği için odunla dövdüğüne şahit oldum. Yıl, 1965’ti sanırım. Çok ağladım, çocukluğumun verdiği kırıklıkla. Olması gerekir miydi yaşanan bu olayın. Ondan sonra da hiç unutmadım bunu. “Ve sanki ben/ koca bir yaylada/ küçük bir çam ağacı/ devletinin sürgününü yaşayan yabanıl” diyorsunuz bu şiirin sonuna doğru. Yine bir hikâyesi ol duğunu sezdiğim, en azından toplumsal sorunlardan kaynaklı duygulanımlar sonucu yazıldığı izlenimini edindiğim “Ülkesinde Bir İnsan” adlı şiirde de, “Kutsal avlulardan geçti/ gençti/ yürüdüğü halılarda ateşi/ cehennem yaratıyordu/bir taze çam/ kopmuş da ormanından/ düşmüştü sanki/ bahar kokulu avluya” diye dile getiriyorsunuz. İki şiir de kitaptaki diğer şiirlerden farklı bazı insani duyguları barındıran, lezzeti damakta kalan, şairin kendi benliği olduğu düşünülen şiirler. Çam ağacına benzetmişsiniz ikisinde de tekil insanı. Niye çam imgesi? Biz deryada yaşayan balıklarız belki, kocaman bir ormanın bir üyesiyiz de nerede olduğumuzun ayrımında değiliz. Benzetmelerin bu imgeye yaslanması doğal, çünkü orada egemen olan devleti ben temsil ediyormuşum gibi bir duyguya kapıldım; sanki bütün bu kötülükleri ben yapıyormuşum. Onların böyle ezik olmaları bendenmiş. Gerçekte de benden, bizden tabii. Onlara o duyguyu yaşatanlar, egemen olan sınıfın ya da devletin bireyleridir, kimse kimseye suçu atamaz. Sözcüklerde en çok “tasarrufa” gidilen “Ülkem Tek Ülke” şiiri.“Tek ülke/ Türküleri Jiletle/ yaralanan” söylemi çok hoşuma gitti. Son bölümde de, “Varsıl bir gömü/ ve bir hırka bir ekmek/ cesur ve abdal” diyorsunuz. Binlerce yıllık, değişik kültürler barındıran topraklara da işaret ederek bu çelişkiyi ne güzel vermişsiniz. Ülkemiz gerçekten yaşanası bir yer; biz bu cennet yurdu cehenneme çevirmesini bilmişiz! Oldukça büyük kültürlere beşiklik etmiş, neler yaşamamış ki. Bunları bilmemiz bile bir dersi tamamlamaktır ama biz ders almak istemiyoruz, yani yaşamayı beceremiyoruz ve hep zora, acıya, kaygıya sürüklüyoruz kendimizi. Peki, “ne çok istiyorum/ evrensel ellerin/ kimyasına karışmayı” Bu dizeler, umutların tükendiği son nokta mı, evrende yeni başlangıçlar için bir arayış çabası mı? Arayış hiç bitmeyecektir insan için. Önüne ne kadar setler çekseler de insan için bu yürüyüş bitmeyecek. Çünkü onun şüphesi, merakı hep dürtecektir onu, şimdiye değin yapılan her ilerlemenin anahtarı da bu değil mi zaten? “Her şeye karşın dünya dönüyor” işte. Şiir işlevini yerine getiriyor; şair düşünüyor ve vicdanını sorguluyor durmadan. Bilim adamı kelle koltukta yapacağını yapıyor. Hoşumuza gitse de gitmese de, geriye gidiyor gibi görünse de her şey ilerliyor, bunun farkında şimdi olmasak da yaşadığımız sürece bu gelişmenin bir gün farkına varacağız. Umut hiç eksilmedi insan soyunda, var olduğundan bu yana; dönüp insanlık tarihine bir bakmamız yeterlidir. Şivan/ Özgen Seçkin/ Kanguru Yayınları/ 96 s. 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1104
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle