05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

nci Aral’dan umudun ve yenilginin ikliminden süzülen bir roman ‘Romanım devrim aşkıyla yananlara ağıttır’ Daha iyi bir dünya düşüyle devrim yapmak umuduyla yola düştü sayısız genç… Davaları, dertleri, düşleri buydu… Daha güzel… Daha adaletli… Daha yaşanır bir dünya… Olur muydu? Olabilirdi… Keşke olabilseydi… Ama… Olamadı… Oysa bu yolda yaşamda ne çok şeyi ıskalamayı, askıya almayı göze almıştılar… Sinsi hesaplar peşindeki güçler tarafından kullanıldıklarını anladıklarında artık her şey için çok geçti... Terk edildiler, dağıtıldılar, işkence tezgâhlarından geçirildiler, polis diliyle “çökertildiler”… Toplumun yüreği, aklı, vicdanı sustu, susturulduk! Böyle bir iklimden sesleniyor İnci Aral yeni romanı “Şarkını Söylediğin Zaman”da… Arka planında değişen bir ülke, insanlar, gençlik ve siyaset olan, bambaşka bir aşkın izini sürerek… Umudun, hüznün, şarkılarla canlanan iklimini bir kez daha, derinlik ve ustalıkla anlatıyor. İnci Aral ile “Şarkını Söylediğin Zaman” adlı romanını konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR “Büyük hayal kırıklıkları yaşadık. Dünyayı ne biçimde algılarsa algılasın hayal kırıklığına uğramayan bir kuşak olmadı bu topraklarda.” Romandan… sonra Cihan’ın, Onur’un, Vedat’ın, Osman’ın sorgulamalarına tanık oluyoruz. ‘Hayal edilen o daha iyi dünya nerede?’ sorgulaması içine işlemeyen tek bir kahraman yok kitapta... Hepsi de büyük bir içtenlikle daha güzel, daha adil bir dünya istiyor, bunun için çaba gösteriyorlardı, ana duyguları, tüm ama tüm istedikleri buydu çünkü. Fakat karşılarına çıkarılan silahlı ve şiddet dolu bir başka grup yüzünden işlerin giderek sertleşmesiyle, mücadeleleri başka bir yola girdi. Bir taraf savunma güdüsüyle harekete geçse de sonunda silahlı ve kanlı bir mecraya sürüklendi, iş çığırından çıktı... Ardından yenilgi geldi… ‘DÖNEMİN FAŞİST YUVASI GAZİ ÜNİVERSİTESİ’YDİ’ Ve yenilginin muhasebesi… Deniz “çökertildik” diyor Hüsam’a… Yola ilk çıktığında kendini etrafına ışık saçacak bir prizma gibi düşlüyordu ama sonunda bir baktı ki sarı benizli çöp gibi bir kız haline gelmişti. “Ezilen fidanlar doğrulur, kırılanların yerine yenileri biter... Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok!” diyenler de vardı ama hayal kırıklığı büyüktü. Onur kasaplar tarafından kurbanlık koyunlar gibi kesim alanına sürülmüş gibi hissediyor, “yalnızca piyonduk” diyordu. Bunu fark etmenin acısını düşünün. Özellikle de 78’liler için bunu söylüyorum. Romanda ana mekân olarak seçtiğim yer Gazi Üniversitesi’dir. Hem devletin hem de dönüşen öğretim kadrosu eşliğinde okul yönetiminin büyük ölçüde desteğini alarak, faşist militanların en çok yuvalandıkları yerdi Gazi Üniversitesi. Dolayısıyla olayların en yoğun yaşandığı yerlerden biriydi. O dönemde birçok üniversite, birçok yüksek okulda aynı manzaraları yaşadık. Ayrıca hemen her roman kişisi kitleleri, düşünce yapılarını, farklılıkları “iki arada bir derede kalmak” ortak paydasında özellikle temsil ediyor diyebiliriz sanırım. Tabi ki, aynı safta olup zaman zaman birbirleriyle çelişebilen yaklaşımları, mesafeleri var. Mesela sık sık silahlı mücadelenin sonunun olmayacağını söyleyen, daha soğukkanlı davranmayı öneren Cihan... Fakat öyle düşünmeyenler mücadele edilmezse daha kötü duruma gelineceğini ileri sürerler ve bir bakıma onlar da haklıdır. Okula bile girememektedirler, okula sokulmamaktadırlar çünkü. İki bin öğrenci okula giremediği için devamsızlıktan sınıfta kalmıştır. Ecevit döneminde bu durum hızlandırılmış eğitimle telafi edilmeye çalışıldı, o dönemde ben de öğretmenlik yaptığım için yakından biliyorum. Hatta sınıfta sağcı kesim bir yana solcu kesim bir yana otururdu ve ben hiç susmadan ders anlatırdım. Sustuğum anda sanki birbirlerine girecekler, küfürleşmeye başlayacaklar diye korkuyordum hatta öyle ki diş gıcırtılarını falan duyabiliyordunuz. ‘TOPLUMUN TEL TEL AYRIŞTIĞI KORKUNÇ ZAMANLARDI’ “Şarkını Söylediğin Zaman” bir araştırmanın da ürünü yani sadece öğrencilerinizden, gözlemlerinizden oluşmuyor sanırım? Aile çevremde de vardı, arkadaşlarımın çocukları da içerdeydi. Onların sarsıntılarını gördüm. Boşanmayla biten birçok evlilik gördüm. Çok garip şeyler gördüm mesela kocasını ihbar eden kadınlar gördüm. Toplumun tel tel ayrıştığı, çözüldüğü korkunç zamanlardı… Benim bir romanı planlamam ve sonuca varmam her zaman uzun sürer. Şöyle söyleyeyim, bu romanla ilgili ilk araştırmaları da 1984’te yaptım. Mamak’ta kalmış insanlarla görüştüm, işkence görmüş insanlarla görüştüm. Örneğin işkencenin anlatılamadığını gördüm o dönemde. O bedenin kutsallığına dokunulmasının ne kadar yıkıcı bir şey olduğunu gördüm. Böyle geçiştiriyorlardı... O dönem topladığım malzemeleri hep beklettim, 90’lara doğru bir film senaryosu yaptım. Kültür Bakanlığı ödülü aldıysa da filmi çekmek için benden senaryo isteyen sinemacı böyle bir konunun artık ilgi çekmeyeceğini düşündüğü için çekilemedi. Deniz’in aşk ile arasına koyduğu devrim mesafesi aslında hayatla arasına koyduğu mesafeyi de imliyor… Buradan bakarsak hep mücadelesine adamış kendini arada bir aşka fırsat bulmuş ama çok da üstüne varmamış… Doğru değerlendirdiniz; Deniz, aşkın kendisini başka bir yere kapatacağını ve devrim heyecanını baltalayacağını düşünüyor. Deniz için her şeyden önce gelen devrim, çünkü, sürekli olarak “ben devrimciyim” diyor. Bu, belki bugün anlaşılması çok daha zor bir şey... Cihan’la o aşkı yaşamaktan kaçınmıyor ama o dediğiniz mesafeyi hep koruyor. Tam kendini kaptıracağı noktada frenliyor kendini. Bir de aslında ¥ köken olarak bu duyguyu bu kadar ¥ yo ka cek bir bu da t nıf küç aileden uğruna se geçsi o küçük o sıcakl dir. Oö hammü sela. Ede Küçük kanlıkla işte eşy lan… O gudan a bu kad D ta… Evet, hem bu hem de o insanlara bir ağıttır aynı zamanda. “Daha iyi bir dünya düşüyle” yola koyulan o güzel, o idealist gençliğin uğratıldığı yenilginin hissettirdiklerinden yola çıkarak yakılı bir ağıt… Büyük bir şefkat ve merhamet duygusuyla yazdım. Çok yerde ağladım yazarken. Fakat şunu da özellikle belirteyim o ortamı yaratanlarla sonuna kadar bir hesaplaşmadır da bu roman. Ben 12 Eylül ile hiçbir şekilde hesaplaşılmadığını düşünüyorum. Ne tek tek bireyler ne de toplum bazında hesaplaşılmadı. Siyasi olarak hiç de üstüne vazife olmayan, hakkı olmayan insanların 12 Eylül üzerine ileri geri konuştuklarını gözlemliyorum. Oradaki insan öykülerinin romanımıza, hikâyemize, edebiyatımıza daha çok konu olması gerektiğini düşünüyorum. İnsan hikâyeleri o kadar çok ki… Anlatılmıyor bunlar. Hem susuluyor hem de ilgi çekmez, okunmaz gibi gerekçelerle yazılmıyor. Yazılmadıkça da hesaplaşılamayacak ve bu böyle sürüp gidecek. Hep bunu konuşacağız, hep darbe muhabbetleri yapacağız, darbe eleştirileri yapacağız ama gerçekten neyin ne olduğu insana yansıyan yönleriyle kaybolacak. Sorgulamalar… O kuşağın üyelerinin tek tek dillerinden, başta Deniz’in SAYFA 4 14 NİSAN evrim aşkıyla yanan bir döneme, yiten ve/veya bir şekilde yola devam etmiş gençleri merkeze alıyor romanınız en önce. Asıl hesabı başka sinsi güçlerin yarattığı ortamı ve ödettiği bedelleri dile getirmek azmi de beş satırın üçü ade İnci Aral bu romanla ilgili ilk araştırmalarını 1984’te yapmaya başlamış. Topladığı malzemeleri 90’lara doğru bir film senaryosu halıne de getirmiş... ‘YAR DUY “İna le niye önkoşu ne. Dev derede Eve duygu ç bir yere değil. B bir yan Bu ned yerde d aşktan arasınd teorik o küçük b özeti D Rom Deniz v Yoğ yi anlat zeyini d reme öz başka k de anla Sevgini Böyle ü tur, o d düşünü Taş Ulya, d genç se yordu. niz’in y Yar mamlam kalmış ten, yite tan biri Ki devr aynı ma benzerd Ulya’ gözaltın zel yeri mak ist zik olar zemese rak onu tünleşti Bu ro kendi c reket ed başlang ta bir a o demin kaçınır savuştu Fakat u tığı yur setmen üstüne dırması da gide 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1104 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle