25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Abdülhak Şinasi Hisar’ın yazılarında ‘Türk Müzeciliği’ Bir kültür sahipliği Maurice Barres ve Anatole France gibi yaşanmış ve zamanla anılara dönüşmüş tarihsel olguların izini sürmekten hoşlanan ve anıların sarmalayıcı sıcaklığından yola çıkarak özlem duygularını dile getirmekten “ulvi” bir zevk duyan Abdülhak Şinasi Hisar’ın gözüyle; Türk Müzeciliği adlı kitap aracılığıyla, müze ve müzecilik kavramlarına bakmak, bugün çoğumuza aşılmış görünse de tarihi ve kültürü sahiplenme açısından bu duyarlılığı anlamak gerekiyor. Ë Kaya ÖZSEZGİN ir yazarın kitaplarına girmemiş yazıları, uzak bir iklimin kuytularından seslenen ve okuruna ulaşması, meraklısının himmetini gerektirdiği için dergi ve gazete sayfalarından dışarı taşmayı bekleyen sessiz çığlıklardır bir bakıma. Derlenip toparlanması ve gün yüzüne çıkarılmasıyla hayat bulur bu tür yazılar. Böylece okuruyla buluştuğunda da bir dönemin düşünce tanıkları olarak yeni bir hayata kavuşur, büyük bir olasılıkla da beklenmedik yeni bir işlev kazanmış olurlar. Böyle baktığımızda Abdülhak Şinasi Hisar’ın 1930’lardan 1950’lere kadar büyük bir bölümü kendisinin yönetimindeki Türk Yurdu dergisinde ve başka dergilerde yayımlanan olan müzecilik ve tarih konulu yazıları, bugün de zevk ve ilgiyle okunan, döneminden sorumlu kültür adamı olarak müzeciliğimizin yakın tarihine (uzak tarihi yoktur zaten) dair gözlem ve yorumlarını öğrenmemize olanak veriyor. Aradan şu kadar yıl geçmesine karşın, Hisar’ın yazılarında yakındığı sorunların bugün bile fazlaca aşılmamış olduğunu görmek yeterince üzücü elbet. Arkeoloji Müzesi’yle ResimHeykel Müzesi’ni, biri Osmanlı, öteki Cumhuriyet döneminin kazançları arasında sayarsak, 2000’li yıllarda devreye girenleri de henüz dumanı üstünde özel kurumlar düzeyinde görürsek müzenin, Hisar’ın deyimiyle “büyük ve tarih gibi derin bir mahfaza” olduğu gerçeğini bugün de gereğince kavradığımızı söylemek güç. Gene yazara göre “müze fikrinin mümessili” diye bildiğimiz Osman Hamdi’den bu yana attığımız adımların, geçen zamanla orantılı adımlar olmadığı da bir gerçek. Bu bakımdan yazarın “şarklıgarplı bir şahsiyet” şeklinde gördüğü Osman Hamdi’ye ve kardeşi Halil Edhem’e yazılarında geniş yer ayırmasından daha doğal bir şey olamazdı. Türk Müzeciliği adlı kitabı yayıma hazırlayan Necmettin Turinay, Abdülhak Şinasi Hisar ve Türk Müzeciliği başlıklı önsözde, Hisar’ın “edebiyatımızda kabul görmüş imajının dışında” Türk müzeciliğine olan ilgisinin ve müzecilikle ilgili yazılarının pek de bilinmediğini belirtiyor haklı olarak ve özellikle de Cumhuriyetin kuruluşunun onuncu yılında bir “İnkılâp Müzesi”yle ilgili “tasavvur” bağlamında haklı ve ısrarlı olmasına vurgu yapıyor. Hisar’ın konuyla ilgili yazısından da anlarız ki söz konusu müze komitesinde görevlendirilmiş olması, zaten tarih, kültür ve gelenek kavramları çevresinde düşünmeye alışkınlığının da etkisiyle, onu böyle ideal yönünde yazılar yazmaya yöneltmiştir. SAYFA 10 14 NİSAN B Aya İrini’de topladığı silah koleksiyonudur. Abdülhak Şinasi de bu yoruma katılır. Ancak yazara göre Fethi Ahmet Paşa’nın eski eserleri toplama amacına yönelik bu ilk çalışmasının, yani “muhafaza fikrinin ehemmiyeti” sonradan yeterince kavrasaydı, başta Bergama olmak üzere tarihi eserlerin yurtdışına kaçırılması daha erken tarihte önlenebilirdi. Müze kurulur kurulmasına ama onu Avrupa ülkelerine tanıtmak, bir yabancı bilim adamına (Albert Dumont) nasip olmuştur. Bu aşamada Osman Hamdi ve kardeşi Halil Edhem’in isimleri ortaya çıkıyor ki Hisar’ın müzecilik konusunda öncelikli olarak değindiği kişiler de onlardan başkası değil. 1874’te, ilk âsarı âtika müzemizin müdürlüğüne getirilen Déthier zamanında eserlerin Çinili Köşk’e taşınmasında ve buranın müze olarak yeni baştan düzenlenmesinde öncülük yapan A. Suphi Paşa’nın ismi üzerinde de duruyor Hisar. (1874’te 36 maddelik “Asarı âtika nizamnamesi”ni yayınlatan da o.) MİLLİ SANATA VERDİĞİ ÖNEM Kitaba alınan ilginç makalelerden biri de güzel sanatlarla ilgili sorunların ele alınması yolunda, dönemin Akademi Müdürü Namık İsmail’in 1933’te Maarif Vekâleti tarafından yayımlanan güzel sanatlara ilişkin “tedbir”ler konusunda yaptığı açıklamadır. Varlık’ta yayımlanan “Klasik Abidelerimiz ve Güzel Sanatlar Akademisi” başlıklı yazısında Hisar, yedi maddelik bu tedbirler faslına bir sekizinci maddenin eklenmesi gerektiğini savunuyor: Milli sanatımıza ait derslerin çoğaltılması ve eğitim planında bu derslere ağırlık verilmesi. 1930 ve 1940’larda basında çokça tartışılan bu konuya Hisar’ın bakışında “milli”lik vurgusunun öne çıkması şaşırtıcı değil. Söz konusu dersleri daha çok da mimarlık bölümü için öngörüyor yazar. Resim ve heykel konusuna girmiyor. Başka yazılarında resim sanatından, neredeyse yalnızca İstanbul’dan; kentin doğasını ve tarihini işleyen eserler bağlamında söz etmesi, bu sanat dalının çağdaşlık kavramı için ne ifade ettiği sorunuyla ilgili başka herhangi bir yorumda bulunmaması, onun kültür ve dünya görüşü açısından anlaşılmayacak bir durum değil. Hisar’ın “ince ve zarif mucize” dediği ve “aristokrat” biçiminde nitelediği Boğaziçi medeniyetinin “tespit edilmiş” belgelerden, özellikle de Batılı ressamların yaptıklarına benzer resimlerden yoksun olmasına üzülür ama XVIII. yüzyılda İstanbul’a gelen Boğaziçi ressamlarından başlayarak yerli ressamlara uzanan bir tablo repertuvarı bulunduğuna değinmiyor nedense. Ama vurgu yaptığı bir başka nokta var ki ona katılmamak mümkün değil: Uygarlıklar beşiği olan koca metropolün, yaşanan çağlarla ilgili olarak anıbelge niteliğinde pek çok ürün söz konusu olduğu halde, geçen zaman içinde bunları toparlayıp tasnif etme yolunda yeterli çaba ne yazık ki yeterince hayata geçirilmez. Dolayısıyla Hisar’ın özlemini duyduğu bir “Boğaziçi Müzesi”, yazarın belirttiği ilkeler düzeyinde gerçekleşmez bugüne kadar. Yeterince ağır basıyor görünse de yazarın eski kültürü yaşatma yönündeki beklentileri İstanbul ile sınırlı değil. Kayseri, Kırşehir ve Kastamonu gibi Selçuklu ve Osmanlı kültürünü yaşatan kentlere, Nahit Sırrı Örik’in bir eseri nedeniyle değindiğine de tanıklık ediyoruz. Türk Müzec iliği/ Abdülhak Şinasi Hisar/ Yayıma Hazırlayan: Necmettin Turinay/ Yapı Kredi Yayınları/ 184 s. ESKİ KÜLTÜRE ÖZLEM Hisar’ın genel anlamda yaşam ve tarih, özel anlamda da müzeciliğimizle ilgili yazılarını, yayıma hazırlayıcısı üç bölüm altında toplamış: Birinci bölümde Türk müzeciliği hakkında yazarın görüş ve izlenimlerini içeren kapsamlı yazıları, ikinci bölümde kitapları arasında da geniş yer ayırdığı Boğziçi yalılarıyla ilgili bir başka tasavvuruna ilişkin görüşleri, üçüncü bölümde ise geçmiş zaman yolculuklarını hikâye eden metinleri “içimizdeki müze” başlığı altında topluyor. Kitabın sonuna koyduğu “Ek” bölümü ise kitabın girişinde yer alan yazıya bir “zeyl” niteliğinde olup, Hisar’ın, “Müzelerimizin İlk Zamanları” başlığı altında 1956’da Türk Yurdu’nda yayımlanan yazısını yirmi üç yıl arayla (1933) önceleyen bir yazı. Abdülhak Şinasi Hisar, özellikle Boğaziçi yaşamını roman ve anıdeneme türleriyle seçkinleşen kitaplarında, giderek izleri silinen eski kültürün özlemiyle içli bir anlatımı kökleştirmiştir. II. Meşrutiyet’le birlikte Türkiye’ye dönüşünden ve 1930’larda Ankara’da görev alışının ardından yazı hayatına ağırlık vermesiyle başlayan ve 1950’lerde kıvamını bulan bu anlatım, süreli yayınlardaki kültür ve sanat konulu yazılarında, sahiplenme ve yaşatma duygusunun belgeleri halinde kendini gösterir. Ona göre “bütün bir âsarı âtika, hafriyat, milli abideleri ve sanatı korumak vesaire meseleleri bizim için bir memleket, bir medeniyet, bir milli kültür, bir millet, bir devlet işidir.” Yazarın, önemli bir kültür sorunu olan müzeciliğe yaklaşımı da bu yönde. Soru na “milli kültür” penceresinden baktığı için eski eserlerin yer aldığı müzeler, onun açısından bu kültürü yaşatmaya öncelik vermeliydi. Çağdaş kültür bağlamında bu değerlerin evrensel kültür değerleriyle bağlaşık olduğu, dolayısıyla müzelerin yaşayan kurumlar olarak yaşatılması gerektiği sorunundan çok, “milli sanat”ın mahfazası olarak nasıl bir anlam ifade etmesi gerektiği üzerinde durmuş olması, yazarın dünya görüşüyle ilgili bir konu. Hisar, müzeciliğimizin bir “nüvesi”, bir başlangıcı olma olgusunu 1504’te II. Bayezid zamanından başlayarak Enderun ve Harem hazinelerine sığmadığı için Yedikule hisarında koruma altına alınan eşyaya bağlıyor. Cumhuriyetten sonra 1924’te Topkapı Sarayı’na aktarılmasıyla bu hazine belgeleniyor. Müzenin başlangıcı konusunda yazarın Halil Edhem Bey’e başvurması ve onun bir mektupla bildirdiği görüşü ise biraz farklı. Edhem’e göre, 1670’lerde IV. Mehmed nezdinde İstanbul’da elçi olarak bulunan Monsieur Ooinutel’in “merak ve muhabbetinden dolayı” Beyoğlu’ndaki elçilikte “teşkil ettiği bir küçük müze”, bir başlangıç. Abdülmecid döneminde “elbisei âtika” adı altında toplanan kıyafetler (T. Gautier, kitabında bu koleksiyondan söz eder.) müze koleksiyonculuğunun ikinci evresi olarak geçiyor Edhem’in mektubunda. Buna ilişkin bazı ara bilgiler olsa da bizde kabul görmüş ve müzeciliğimiz konusunda en eski kitaplardan birini yazan Remzi Oğuz Arık’ın da doğruladığı gibi Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa’nın 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1104 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle