27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ş ‘Benim can yoldaşım iir Atlası CEVAT ÇAPAN 8231849 yılları arasında yaşamış olan Macar şairi Sandor Petöfi, 1848 Devrimi sırasında, hem halkın belleğine kazınan toplumcu şiirleriyle hem bedenen katılımıyla önemli bir yönlendirici oldu... Ülkesi Macaristan’a , karısı Julia’ya ve bütün halkların özgürlüğüne karşı beslediği aşklarını dillendirdi şiirlerinde... Bu önsezili ve devrimci evrensel şair; aşağıdaki şiirinde aynen öngördüğü gibi, yirmi altı yaşındayken, vatanının bağımsızlığı için savaşırken öldü... KAFAMI BOZAN DÜŞÜNCE Habire bir düşüncedir dönüyor kafamda: Yastıklarla dolu bir yatakta mı ölmeli acaba diyorum? Yoksa börtü böceğin dişleriyle yiyip elediği Hani bir çiçek gibi solaraktan mı çekip gitmeli? Ya da kimselerin uğramadığı bir odada ışıldayaraktan, Bir mum gibi sessizce mi eriyip gitmeli?. Aman tanrım, eksik olsun böyle bir ölüm! İstemem hayır, benden ırak olsun böylesi!... Yıldırımların parçaladığı bir ağaç olayım ben Ya da kasırgaların kökleyip fırlattığı, ne bileyim, Ola ki yıldırımların boşluğa savurduğu Bir kaya gibi işte, yeri göğü sarsaraktan öleyim!. Zaten kırmak için boyunlarındaki zincirleri, İsyana durduğunda bütün köle halklar, Alınlarında kızıl boya, ellerinde al bayrak, Bayraklara “dünyaya özgürlük” diye yazacaklar… Ve sırayla bir bir haykıracaklar bu sözü... Rüzgârların kanatlandığı Ve zorbaların savaş açtığı her yerde... İşte ta oralarda vurulayım ben, Savaşın sürdüğü o meydanların birinde: Aksın oraya yüreğimdeki gençlik kanım... Ve attığım son sevinç çığlığı, Kılıç kalkan şakırtılarına karışsın. Karışsın trompet vuruşlarına, gümbürtüsüne topların, Atlar kişneyip şahlansın, Cesedimi çiğneyerekten Dörtnala koşsunlar o son yengilerine: Artık beni orada, öylece bıraksınlar. Sonra da toplasınlar otlaktaki dağınık kemiklerimi. O büyük gömülme günü geldiğinde de Üzgün, yaslı ezgilerle karışık… Bayraklar, örtüler hengamesinde , Tek mezara gömülsün bütün kahramanlar… Ey dünyamızın kutsal özgürlüğü, Senin için toprağa karışanlar!… EYLÜL SONU Solmamış daha vadideki çiçekler Ve hâlâ yemyeşil dört yol ağzındaki söğütler... Oysa kış geldi gelecek, bak ta ötelere: Çoktan kar basmış bayırları, ağarmış dağlar… Ama ısıtırken içimi yazdan kalan bir bahar, Ha çatladı ha çatlayacak, Sessizce yüreğimde uyuyan tohumlar! Ama dolu daneleri ak ak yağarken saçlarıma, Gümüş dantelli kış çoktan gelip kondu başıma. Bak kaçıyor yaşam – soluyor çiçekler… Gel karıcığım otur şöyle yanıma. Şu başın var ya hani, yaslanmış sol göğsüme: Yarın mezarıma eğilip bakacak belki de! N’olur söyle bana, hani öyle ölürsem, Gözyaşlarınla bedenimi ıslatacak mısın ? Ya da bir başka aşk uğruna, ne bileyim, Benim adım olan adını değiştirecek misin? Bir gün dulluk peçeni artık sıyırıp çıkardığında, Götür bir bayrak gibi dik onu mezarıma. Gölgeler Ülkesi’nden çıkıp geleceğim bir gece Alıp götürmek için o yas peçeni. Arada gözyaşlarımı sileceğim onunla, Yaralarımı örteceğim yüreğimdeki Ve seni seveceğim delicesine, hep seni… SON YARGILAMA Okudum baştan sona, bütün tarihini insanlığın: Upuzun bir kan ırmağıymış meğer, şimdi anladım. Geçmişin karanlık kayalıklarından salına salına Bak akıp geliyor bize doğru durmadan... Bitti sanmayın, hâlâ akıyor da akıyor, Aka aka uzanıyor dibine kıpkızıl bir denizin... Bu kan ırmağı o kan denizinde sinip kalıyor... Gelecek biliyorum daha beter, daha ürkünç günler. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1104 Sandor PETÖFİ/ Şiirler/ Çeviren: Yaşar ATAN 1 gençlik’ Ne üşür, ne acıkır düşlerinde. Giyinir kuşanır en kıyağından, Serilir yumuşacık halılar önüne... Kral da bozmaz keyfini hiç düşlerinde Ne yargılar, ne bağışlar, Yudumlar huzurunu gıdık gıdık, gönlünce. Bir yeniyetme de zaten bulur düşlerinde, Yanıp tutuştuğu gizli sevgilisini Ve sürer göğüsleri üstünde en güzel demlerini... Ama benim düşlerim bir başkadır: Düşlerimde ben bütün tutsak halkların, Zincirlerini kırarım çatır çatır!... (Az Alom 1846) ONU DA KABUL ET... “Ya mutluluğu ya da mutsuzluğu seç,” diyor, Hani çılgın halkların bilge dediği adam. Hiç de yatmıyor kafama bu söz: Hem sevinci hem acıyı birarada İkisini de yaşamalıyım ben doya doya... Çünkü gönlüm bir ırmak değil ki benim... Hani ilkbaharda bir dilber, Bu ırmağa atar da atar gül yapraklarını bir bir: Ama ırmağın umurunda bile değildir... Ya da bir tomar ölü yaprak değilim sonbaharda, Hani azgın mı azgın rüzgârların, Alıp götürdüğü savura savura... (Viseld egyforman 1846) BENİM CAN YOLDAŞIM GENÇLİK Benim can yoldaşım gençlik, Bak, çekip gidiyorsun sessizce... Bir eşin de yok hani ardında bıraktığın... Ve gene biliyorum ki yakında, Öylesine yapayalnız kalacağım. Artık dönüp bakmayacak hiçbir hatun, Olmayacak hiçbirinin gönlünde yerim!. Zaten bir mermer kütlesine dönmüşken, Nasıl bir bakışla benim Başımda hemen kavak yelleri esiversin? İşte o zaman duyduğum öfkeyle, İçimin çölleşmesinden korkuyorum... Bir lüzumsuz adam olacağım kısaca Yoldaşım olmadıkça gençliğim... Oysa nasıl da adaletsiz dünyamız, Ve öylesine acımasız... Ne gelir elden, güle güle diyeceğim, Çekip giderken gençliğim... Ama bir isteğim var ondan, İki erdem bıraksın bana: Seveyim sonsuzca hoşuma gideni... Ya da bunu hak etmiyorsa, Göstereyim bütün nefretimi... (Egy Baratom Az İfjusag 1847) DEVRİM Ödlek adam, şair sesimden nasıl da ürküyor... Çünkü şarkılarımda hep Devrim fırtınaları esiyor! Ah, şu mutsuz, şu karanlık günleri halkımın, Ama unutma, hep aldattı seni geçmiş ataların. Zincirlerini kırıp kurtulduğunu sanıyordun, Oysa daha ağır zincirlerle büküldü boynun. Kör bir gelenek karartıyor hâlâ senin kimliğini, Ama yeniden doğmuş gibi gene ayaktasın şimdi. Hayır, hiç de kötü bir yazgının çilesi değil bu Geçmişteki çocukların açtı sana bu yolu. Ama bu kanlı kırım nasıl acımasız ve de çirkinse, Tanrı’nın öcü de ürkünç olacak öylesine. Eğilip de o güzel başını sakın kirletme, Vatanım, Dik dur, onu defne dallarıyla taçlandıralım! Ama zorla geçirecekleri zaman boyunduruğu, Git Vatanım, kendi ellerinle kes boynunu! O zorba adam da bağlasın seni arabasına, Ve senin ölü bedeninle şölenler düzenlesin. Senin yattığın yere kursun artık tahtını tacını Ve oradaki börtü böceklere fermanlar yayınlasın. Aldırma bu sözlerime Vatanım, sen eğilmez direnirsin, Bak daha şimdiden nasıl da öfkelendin! Zaten çoktan kılıcına atmışsın elini, Ve nasıl da yaraşıyor sana hem özgürlük hem yengi! Çabuk uzat yanaklarını Vatanım, haydi uzat öpeyim, Sen de garson, tez getir şarabımı, biraz daha içeyim. Şarabım bittikten ve öptükten sonra Vatanımı, Bu isyan fişeği olsun, haydi kaldırın bayrakları! Ödlek adam, şair sesimden nasıl da ürküyor... Çünkü şarkılarımda hep Devrim fırtınaları esiyor! (Forradalom 1848) 14 NİSAN 2011 SAYFA 43 Aldanmayın şimdiki şu mahzun sessizliğe, Bu hep bilinen sessizlik hani o fırtına öncesi... Gelip çattığında o ürkünç günlerin gümbürtüsü, Sarsacak da sarsacak hem denizleri hem gökleri! Görüyorum işte, ey kötü kader o kara örtülerini, İçimden gelen bütün sesler beni uyarıyor. Ta buradan görüyorum olup bitecekleri... Hem çok ürküyorum bundan, hem neşeyle doluyorum. Zaten çoktandır orada hazır savaşların tanrısı, Giymiş çelik giysilerini, kuşanmış silahlarını, İşte bindi atına, geliyor da geliyor ta uzaklardan, O son kutsal savaş uğruna, Geliyor, halkları vuruştura vuruştura... Artık yalnızca iki halk kalacak sonunda: İyilerle kötüler ve teke tek, yüz yüze gelecekler... Hep yenilen iyiler, bu kez yenenler olacak. Ama bu ilk yengisinde çok canı yanacak iyilerin. Kan gölüne dönecek yer gök dönerse dönsün diyorum. Zaten Tanrı’nın peygamberleriyle ilettiği O son yargının ta kendisi değil miydi bu? Ve başlayacak bu son yargının ardından hepimiz için, Hem o güzelim yaşam, hem o sonsuz huzur... Artık gökyüzüne ağmak gerekmeyecek, Çünkü gökyüzü dünyamıza inecek.... MUTLU GECE Ey mutlu gece, bak biz bu küçücük bahçemizde, Bir âlemlere akıyoruz baş başa sevgilimle… Yer gök sessiz, yalnızca bir iki köpek havlıyor ötelerde. Ve ta derinliğinde gökyüzünün, Güzel mi güzel bir masalda gibi Nasıl da büyülüyor ay, yıldızlarla iç içe. Bir yıldız olsaydım diyorum ben de; Durabilir miydim acep oncasına yükseklerde? Hani dursam da biraz, basar basmaz karanlık Apar topar inerdim yere, Gene böyle sevgilim, hep baş başa kalırdık… KÖLEYDİK, İNSAN OLDUK İNSAN Artık öyle fazla kızmıyorum insanlara epeydir, Yalnızca çok gücendim onlara, çok kırgınım... Çünkü öylesine pısmışlar ki habire susuyorlar... Oysa kapmış mutluluğunu, mallanmış başkaları! Yahu verin şu aldıklarınızı diye gürlemiyorlar. O yüzden zaten, bin yıllardır hiç dinmiyor acıları. Gene de inanıyorum gelecek o anlı şanlı günlere, Yakındır, diyorum insanlığın Altınçağı. Hele bir uyanmayagörsün halklar. Toz toprak içinde ezilmiş başlarını Şöyle bir kaldırıp diklensinler: “Köleydik, insan olduk insan!” diye, Dünyayı gümbür gümbür inletsinler! BEN ŞARAPSEVERİM Nasıl da güzel geçiyor günlerim, Sıkıntılarımı alıp alıp götüren şarapla. Ve dağıtınca bütün efkârımı hınzır, Doyasıya alay ediyorum acılarımla. Dostlarım, sakın şaşmayın şu sözlerime: Ben şarapsız edemiyorum! O yüzden gelip geçmiş tanrılar içinde, Ben hep şarap tanrısına tapıyorum. Sağ olsun, gene o kadim şarabın sıcaklığıyla, Sana hep hodri meydan diyorum zorba dünya! Salmışsın zaten sayısız akrepleri böcekleri Bedenimi habire kemirseler daha mı iyi? Şarabım yoldaş oldu ezgilerime, Güzel mi güzel nice ezgiler esinledi, Ve siz vefasız kızlara karşı, Uyuttu bütün öfkelerimi... Ölüm elimden şarabımı almaya geldiğinde, Son bir kadeh daha devireceğim! Sonra ey mezarlık, yanına gülerekten geleceğim, Ve öylece sarılacağım senin o donmuş bedenine! (A Borozo 1842) DÜŞ... Düş dediğin, En güzel armağanı doğa anamızın. Çünkü açıverir kapılarını arzular ülkesinin, Ne varsa bulalım diye özlediğimiz. Doğrusu en yoksulu bile insanın
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle