Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Andersen 202 yaşında! SİHİRLİ DEĞNEK Çocuklar İçin Kitaplar Hazırlayan: Nilay Yılmaz D animarkalı yazar Hans Christian Andersen’’in (18051875) 2005 yılında doğumunun 200. yıldönümü kutlanmıştı. 2 Nisan tarihinde Kopenhag’da Parken Stadı’nda “Bir Zamanlar” adlı gösteride, müzisyenler, cambazlar ve dansçılar Andersen’in masal dünyasını canlandırmıştı. 2005 yılı bitene kadar da kutlamalar çeşitli ülkelerde devam etmişti. Dünya Çocuk Kitapları günü olarak kabul edilen 2 Nisan’da Türkiye’de de kutlamalar yapıldı. Kütüphaneler Haftası etkinlikleri ve Çocuk Bayramı şenlikleri ile birleşen etkinlikler hâlâ içimizde bayram havası estiriyor. Andersen iyi ki doğdu! İyi ki 168 masal yazdı! Hayalle gerçeği, geçmişle geleceği, sadece çocuklar değil büyükler de onunla yaşadı, yaşıyor... “Masalcı Baba” hiç ölmüyor. İki yılda bir düzenlenen Uluslararası IBBY (International Board on Books For Young People) Kongresi’nde, bir yazara, çizere ve çevirmene, çocuk edebiyatına verdikleri katkılardan dolayı “Andersen Ödülü” veriliyor. “Küçük Nobel Ödülü” olarak da adlandırılan Hans Christian Ödülü, Danimarka Kraliçesi II. Margrethe’in fikriyle, 1956 yılından beri yürekten yüreğe geçmeye devam ediyor. Hans Christian Ödülü’nü alan yazarlardan birçoğuna yabancı değiliz. Aralarında kitapları dilimize çevrilmiş olan yazarlar da var. Bugüne kadar Andersen Ödülü’nü alan yazarlar: 1956Eleanor Farjeon (İngiltere), 1958 Astrid Lindgren (İsveç), 1960Erich Kästner (Almanya), 1962Meindert DeJong (A.B.D), 1964René Guillot (Fransa), 1966Tove Jansson (Finlandiya), 1968James Krüss (Almanya) Jose Maria SanchezSilva (İspanya), 1970Gianni Rodari (İtalya), 1972Scott O’Dell (A.B.D), 1974 Maria Gripe (İsveç), 1976Cecil Bodker (Danimarka), 1978Paula Fox (A.B.D), 1980Bohumil Riha (Çekoslavakya), 1982Lygia Bojunga Nunes (Brezilya), 1984Christine Nöstlinger (Avusturya), 1986Patricia Wrightson (Avustralya), 1988Annie M. G. Schmidt (Hollanda), 1990Tormod Haugen (Norveç), 1992Virginia Hamilton (A.B.D), 1994Michio Mado (Japonya), 1996Uri Orlev (İsrail), 1988 Katherine Paterson (A.B.D), 2000Ana Maria Machado (Brezilya), 2002 Aidan Chambers (İngiltere), 2004 Martin Waddell (Ireland) ve 2006 Margaret Mahy (Yeni Zelanda). 2008 Andersen Ödülleri Danimarka’da Eylül 2008’de gerçekleşecek olan 31. IBBY Kongresi’nde sahiplerini bulacak. Andersen Masalları, YKY Doğan Kardeş Kitaplığı, 1995, Çev. Tahsin Yücel, Resimleyen Halil İncesu, 319 Sayfa Masallar, Andersen, Koç Kültür Sanat, 2002, Çev. Nurullah Ataç, Grafik Mehmet Ulusel, 194 Sayfa İYİ Kİ DOĞDUNUZ! İYİ Kİ VARSINIZ! H.C. Andersen (2 Nisan 1805) Orhan Veli (13 Nisan 1914) Doğum gününüz kutlu olsun! Doğan Kardeş Yayınları (1 Nisan 1945) Kuşaklar boyu birçok çocuğun kardeşi oldu, sesi oldu Doğan Kardeş! Adını Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu Kazım Taşkent’in oğlundan almıştı. 1939’da bir heyelan sonucu genç yaşta hayata veda eden Doğan’ın adı ‘Doğan Kardeş’ dergisinde yaşatıldı. 1945 yılında başlayan Yapı Kredi Doğan Kardeş Yayınları bugün de birçok çocuğa seslenmeye devam ediyor... Doğan Kardeş İçin: Yalçın Emiroğlu’ndan Kapaklar, YKY, 2007, 80 sayfa Yalçın Emiroğlu’nun Doğan Kardeş için yaptığı 28 kapak tasarımının olduğu kitapta Raşit Çavaş, Sadık Karamustafa ve Yalçın Emiroğlu’nun yazıları da var. Sevgili Doğan Kardeş, Mine Söğüt, YKY, 2003, Mine Söğüt ‘Doğan Kardeş’ efsanesini incelemiş ve derginin öyküsünü ‘Sevgili Doğan Kardeş’ adlı kitapta toplamış. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan kitap, derginin yayın hayatını inceliyor... ‘Doğan Kardeş’ çocukluğumuzdan tatlı bir esinti... ? Nilay Yılmaz Kurtuluş Deresi Cd. No: 47 Bilgi Üniversitesi Dolapdere/İstanbul nilayy@bilgi.edu.tr Tel: 0212 236 78 42 0212 311 51 82 Orhan Veli’den... “La Fontaine’nin Masalları”, YKY Doğan Kardeş Kitaplığı, Orhan Veli, 96 sayfa “Nasrettin Hoca Hikâyeleri”, YKY Doğan Kardeş Kitaplığı, Orhan Veli, 134 sayfa K O N U K S İ H İ R L İ D E Ğ N E K : Simla Sunay (yazar) Şarkını Denizlere Söyle Sevim Ak, Can Yayınları, Ekim 2006, 192 sayfa Eğer benim gibi Sevim Ak’ın “Dalgalar Dedikoduyu Sever” adlı kitabını okuduysanız, değerli yazarın bir dalgıç olduğu fikrine kapılabilirsiniz. Ama sanırım Sevim Ak’ın sırrı, denize üstten baktığında bile, onu, büyülü sözcüklerle öyküleştirecek kadar “derin” görebilmesindedir… Ve lodosun içinde birbirine karıştırdığı yaşamları yazarken, rüzgârı bir yaprak kadar hissedebilmesinde… “Lodos Yolcuları”, akıcı ve farklı konusuyla, rüzgârın, çiçek tozları gibi taşıdığı birbirinden apayrı hayatlarla ve gerçeküstü sonuyla bize “uçuşan kağıtlarda ne yazdığına dikkat etmemiz” gerektiğini gösterir. Sözcüklerin hayatımızı nasıl değiştireceği hiç belli olmaz. Bir “Sevim Ak” kitabı eline alan bir okur buna hazırlıklı olmalıdır. Yazarın “Şarkını Denizlere Söyle” adlı ilk gençlik romanı Ekim 2006’da Can Yayınları’nda çıktı. Sözcüklerle kurduğu atlastan yine mavi ve yeşil kokan bir başlık bu. Sevim Ak, “Sakız Kızın Günleri”, “Uçurtmam Bulut Şimdi”, “Penguenler Flüt Çalamaz” gibi bir özdeyiş tadındaki etkin ve bilinmedik kitap adlarıyla, okuru çekmeyi her zaman başaran bir yazar. “Şarkını Denizlere Söyle” adlı romana başladığınızda, Turizm Meslek Lisesi öğrencisi, Tan (Doğduğunda adı bir türlü konamamış ve bunun için babası tarafından yol kenarına bırakılmış. Çalıların ardına saklanan baba bebeği ilk bulanın ağzından çıkan ilk sözü oğluna isim olarak vermiş. İlk söz “Utan!”mış. Utan olamayacağına göre Tan olmuş adı.) ile dedesini, Tan’ın dilinden tanımaya başladığınızda, Sevim Ak’ın diğer çocuk kitaplarında rastladığınızdan farklı bir dil kavrıyor sizi. Tan yaşlarında bir gencin söyleyebileceği kadar gerçekçi ama bir o kadar da Tan’ın özel dünyasını yansıtan zengin bir dil. Tan’ın bu özelliğinin, gözünün derin, gönlünün genişliğinden kaynaklandığını daha ilk bölümlerde anlıyor ve Tan’ın yaptığı taklitlerle ne kadar iyi bir gözlemci olduğunu fark ediyorsunuz. Tan, roman boyunca, bir ayna gibi, yokluğun, yoksunluğun, iyiliğin ve kötülüğün, pirinç tarlalarının, arka sokakların, kim sesizliğin ve dostluğun yansımasını üstünde gezdiriyor… Beyaz tişörtünde İstanbul’un lekesini, yaz sıcağında üzerinden çıkarmadığı kırmızı çizgili kazağında umudu taşıyor… Romanın sarmal kurgusu bizi iki gözle bakmaya zorluyor. Tanrı’nın gözleri ve Tan’ın gözleri. Tanrı’nın gözleri bizi pedagog Eren ile yaptığı resim dolu konuşmalarla, tek bir odadan gidilen pek çok mekâna, olayın bağrına çekiyor. Tan’ın anlatımı ise onun kendi iç aynalarına… Tan’ın, çöp toplayan ve sürekli “arayan” dedesi ise bizi masallara, destanlara götürüyor. Yeniyi almaya gücü yetmese de eskiyi onarıp, parlatıp sebepsiz yere hediyeler veren, umut yüklü bir dede… Dedenin gözü, bizi finalde, “masal kadar gerçek” düşünmeye itiyor. “O öğlen yemeğe gitmedim, denize indim. Suyuna elimi saldım, tuzunu okşadım, çıplak ayaklarımı köpükleriyle yıkadım, yuvarladığı çakıl taşlarından birkaçını cebime attım. Yapıştığı kayasından sökercesine kopardığım kırmızı damarlı sarı taşa nerede olmak istediğini sordum. Çılgın mavi balığı beklediğini söyledi, onu yerinde beklentisiyle bıraktım” (S.9) Önemli olan nerede olduğumuz değil nerede olmak istediğimiz midir? Tan, annesini ve dedesini bırakıp, İstanbul’a kaçtığında bu sorunun cevabını bilmiyor kuşkusuz. “Sırayla nöbet tutarmış fırtınalar. Lodos çakıl yığar, dedi. Poyraz kum taşır.” (S.9) Romanın kahramanlarından, Tan’ın İstanbul yoluna birlikte çıktığı Zürafa, İstanbul sokaklarında, yapayalnız, fırtınadan fırtınaya sürüklenirken tanıdığı Özgür, Serkan ve tinerci Hasan’ın yaşam öyküleriyle bizi, güneşle baş başa bıraktığımız vicdanımıza, yaklaştırıyor. “Güneşin Çocukları”, gölgesizdir. Güneş onları 360 derece bir anne gibi sarar da ondan mı? Ya geceler? Korkularına tiner süren çocuklar, merhemsiz çocuklar. “Annem fırından yeni çıkmış, karnı şiş böreği bıçağın ucuyla söndürdü. Üç dakika beklemedi, babam ve benim için birer parça kesti.” (S.44) Mutluluk daha güzel anlatılabilir mi? Mutluluğu daha çocukken kaybeden bir çocuk büyüyebilir mi? Büyümek için yollara düşer mi? “Kartala binmiş Kutupyıldızı’nı omzuma takmış, bulutların köpüklerinden kayarcasına uçup yükseliyordum. Göğün 5.katından Kutupyıldızı’nı almış, 6. kattan Ay’ı, 7. kattan Güneş’i alacak, 9.kata Tanrı’nın yanına ulaşacaktım. Ulaştığım her kat maceralar diyarıydı.” (S.47) Trenle çıktığı bu “büyüme” yolculuğunda ön yargıyla yaptığı bir hata Tan’a bir dost kazandırır. Robocop’u elinden bırakmayan bir çocuk için bir Komando ile ar kadaş olmak rüyaların gerçekleşmesi gibidir. Annesinin can dostu, mahalle güzeli Suzan ablaya mektup arkadaşı şehirli, zengin Serkan ile yazmakla ilgili yarışamadığından yakınırken, “Sen de uydur, yaz bir şeyler, yalandan kim ölmüş?”, öğüdünü alsa da Tan’a göre öykü, bir oyundur. Kendini dalgalara bırakma oyunu. “Güneşin parlak elleri oynaşıyordu duvarlarda. Çocuk elleri tutmak, göklere çıkmak istedi.” (S.54) Güneş ışınlarına tutunacak kadar cesur Tan için İstanbul yeni kapılar açar mı? Mektup arkadaşı Serkan’ı bulabilecek mi? Tüm bunlar sarmal kurgunun içinde lif lif anlatılıyor. “Geceleri insanlar evlerine çekilir, gölgeleri sokakta kalırmış. Gölgelerin konuşmaları, şarkıları, bağrışmaları, kahkahaları inmişti odaya.” (S.108). Korku ve umutsuzluk daha güzel anlatılabilir mi? Eski günlerin özlemiyle, bunaldığı, odasını üvey kardeşlerine verip dedesinin odasına atıldığında, kendini bir “çöp” gibi gören Tan, İstanbul’un hızıyla avunmayı düşünecek kadar da olgundur. “Koşsam daha mı hızlı geçer zaman? Koşsam gerçekler bana dokunmaz mı?” (S.154) Gerçekler ona tutunduğunda, acıtırsa bir çocuk onlardan kaçmaz mı? Susmaz mı? “Bu şehre söyleyecek neyim var?” (S.182). Tan bile şehirlerin bir “söz” istediğini biliyor. Bu “söz”ün tek başına kaldırılamayacak kadar ağır olduğunu düşünürsek, geceleri, bir ateşin başında toplanmış sokak çocuklarının o ateşte, güneşi yaktığını da görebiliriz. “Bir su damlasına takılmak değil de neydi yaşamı? Su nereye akıyorsa o yöne sürüklenip gidiyordu işte. Sular bulanık, içine düşeni sürükleyen, kendi istediği yere çeken vahşi sular.” (S.181) “Şarkını Denizlere Söyle”, lise ve üniversite gençliğine, hatta yetişkinlere, sancılı bir “büyüme” öyküsü anlatıyor aslında. Odaları oyuncak ve bilgisayar oyunu dolu, sıcacık evlerinde rahatça yaşayan, sabahları fıstık ezmeli ekmekle karınlarını doyuran, arkadaşının kıyafetinin önce etiketine bakan geçliğe, “yazın”la verilebilecek en güzel empati fırsatı. Hani yemek yemeyen çocuklara “Afrika’daki açları bir düşünsene”, deriz ama bir türlü amacımıza ulaşamayız. Sanırım bu işi sanata bırakma zamanı geldi. Yol açalım, gençler, mutluluğun çizilemese de, yoksunluğuyla nasıl var edilip, nasıl yazıldığını, bir çocuğun umutla Kuyrukluyıldız’a binip nerelere gideceğini ve ne denli değişik maceralar yaşayabileceğini okumaya başlasınlar, nasılsa roman boyunca, şüphe ve hüznü aralıksız duyumsarken ve ara ara verdiği küçük umut kırıntılarını, dilin imge dolu lezzetiyle yutarken, bu kitabı, ellerinden bırakamayacaklar. ? SAYFA 32 CUMHURİYET KİTAP SAYI 895