22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ayhan Kamel ile 'Moskova Anıları' üzerine konuştuk Bir diplomatın kaleminden Sovyetler BirliğiRusya hattı Rus politikacılar ve kamuoyunun Türkiye hakkında nasıl bir izlenime sahip? Ülkelerimiz arasındaki ilişkilerde Sovyetler Birliği ve Rusya Federasyonu döneminde kaydedilen en önemli farklılıklar ve gelişmeler neler? Bu soruların yanıtları 40 yıllık diplomat Ayhan Kamel’in kaleme aldığı "Moskova Anılarıİki Dönemin Hikâyesi" adlı kitabında irdeleniyor. Analizleriyle, Türkiye’nin bölgesel bir güç olma yolundaki vizyonu belirginleştiren Büyükelçi Ayhan Kamel’in deneyimlerinden süzdüğü bir rehber. Ve Avrasya’nın bizim için ne denli önemli olduğunun vurgusu. Ülkesinin aydınlık yüzünü sınır ötesinde gururla temsil etmiş diplomat, Büyükelçi Ayhan Kamel ile kitabını konuştuk. de taşımaktadır. Bunun sonucu olarak benzer yanlarımız çoktur. Ortalama Rus insanı, bir Türk’e genelde sempati ile bakmasına karşılık kendilerine ders veren bir eda ile üstten bakarak yaklaşan bir Batılıdan pek haz etmez. Ülkelerimiz arasındaki ilişkilerde Sovyetler Birliği ve Rusya Federasyonu döneminde kaydedilen en önemli farklılıklar ve gelişmeler kitabınızda ayrıntılarıyla yer alıyor. Ana hatlarıyla konuşmak isterim. Hatırlayacağınız üzere Rusya’da Bolşevik Devrimi ile Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, birkaç yıl ara ile aynı döneme rastlar. O yıllarda iki ülke halkının iç ve dış güçlere karşı yürüttükleri mücadele ve dışlanmışlık duygusu aralarında bir kader birliği ve dayanışma ortamı yaratmıştır. İki ülke arasında imzalanan anlaşmalarla doğu sınırımız güvence altına alınırken, Rusya Kurtuluş Savaşımız esnasında ülkemize siyasi ve maddi destekte de bulunmuştur. 1920’li ve 1930’lu yıllarda devam eden dostluk ilişkileri, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra Moskova’nın boğazlar üzerinde kontrol ve doğu illerimizden toprak talepleri nedeni ile bozulmuştur. Bu arada Sovyet Rusya 1925’te imzalanmış olan Dostluk Antlaşması’nı da savaş sonunda feshetmiştir. Bunun da ötesinde Sovyet Rusya’nın II. Dünya Savaşı’nı takiben bütün Doğu Avrupa ülkelerinde komünist rejimlerini işbaşına getirmesi ve Yunanistan’daki iç savaş, Moskova’dan ülkemize yönelik tehdidin boyutlarını artırmıştır. 1953’te Stalin’in ölümünden sonra önceki taleplerinden vazgeçen Moskova, Türkiye’ye doğru bazı yaklaşımlarda bulunmuştur. Ancak ilişkilerde asıl açılım, 1960’lı ve 1970’li yıllarda ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu arada 1964’deki Johnson mektubu ile 1975’teki Amerikan ambargosunun Türk kamuoyunda yarattığı rahatsızlıklar, Moskova tarafından Ankara’ya yönelik açılımlar için birer fırsat olarak değerlendirilmiştir. Bunun sonucu olarak iki ülke arasında önemli ekonomik işbirliği anlaşmaları imzalandığı gibi, ilişkilerin çerçevesini çizen birtakım siyasi belgeler de kabul edilmiştir. Bu çerçevede Kıta Sahanlığı Anlaşması ile doğalgaz anlaşması ayrıca zikre değerdir. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılıp Rusya Federasyonu’nun kurulması ve böylece soğuk savaşın sona ermesi ile iki ülke ilişkilerinde yepyeni bir dönemin başladığı söylenebilir. 1992 Mayısı’nda Sayın Demirel’in Moskova ziyareti sırasında imzalanan temel antlaşmada tarafların birbirlerini birer dost olarak tanımlamaları bu yeni dönemin bir işaretidir. Bunun sonucu olarak iki ülke arasında ekonomik işbirliği süratle gelişmiştir. İki ülke arasındaki ilişkilerde bu olumlu gidişata karşın, soğuk savaş döneminin bitmesi sonucunda ortaya çıkan bazı gelişmelerin her iki tarafta da rahatsızlıklar yarattığı da bir gerçektir. Her şeyden önce Sovyet Rusya’nın dağılmasından sonra Orta Asya’da ortaya çıkan yeni Türki Cumhuriyetler ile Türkiye arasında beliren yakınlaşma ve kurulan sıcak ilişkiler Türkiye’nin Rusya’yı bu bölgeden dışlamaya çalıştığı şeklinde yorumlanarak Moskova’yı ciddi şekilde tedirgin etmiştir. Ancak bir süre sonra Türkiye’nin böyle bir niyetinin olmadığı ve esasen böyle bir gücünün de bulunmadığı anKİTAP SAYI ? Gamze AKDEMİR Ö ncelikle bize biraz kendinizden bahsetmenizi rica ediyorum. Bulunduğunuz görevler, bulunduğunuz hizmetleri an latır mısınız? 1960 yılında göreve başladıktan sonra 1978 yılına kadar geçen sürede merkezde Siyaset Planlama, İktisat ve Ortadoğu dairelerinde, dış temsilciliklerden de Newyork Başkonsolosluğu’nda, Birleşmiş Milletler Teşkilatı Türkiye Misyonunda, Hartum Büyükelçiliği’nde, NATO Türkiye Delegasyonu’nda ve Moskova Büyükelçiliği’nde çeşitli kademelerde görev yaptım. Birleşmiş Milletler ve NATO nezdindeki delegasyonlarımızda yaptığım görevler benim için çok taraflı diplomasiyle tanışmak açısından faydalı oldu. 1978’de Moskova’dan Ankara’ya döndüğümde öne siyasi işler genel müdür vekili sonra genel müdürü ve ardından da siyasi işler genel sekreter (müsteşar) yardımcılığı görevlerine getirildim. 19801986 yıllarında Pakistan ve Hollanda’da Türkiye Büyükelçisi olarak hizmetimden sonra Ankara’ya döndüğümde ikinci defa müsteşar yardımcılığına atandım.19891995 yıllarında Avusturya ve Rusya’da Büyükelçi olarak bulundum. Moskova’dan döndükten sonra Rusya ile ilgim devam etti. Hükümet ve özel sektör temsilcilerinden oluşan Rusya ile İlişkiler Koordinasyon Kurulu’na başkanlık yaptım. Ayrıca Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki dağlık Karabağ sorununun çözümüyle görevlendirilen MİNSK grubunun çalışmalarına Türkiye adına katıldım. Ve nihayet 1997 yılında Türkiye’nin öncülüğünde 8 ülkenin kurduğu D8 Ekonomik İşbirliği Sekretaryası’nın başına getirildim. Bu görevi 9 yıl sürdürdüm. Kuşkusuz ki büyük sorumluluk içeren stratejik bir görev büyükelçilik. Söyleşimizin başlarında bunu sormak isterim nasıl bir algı, nasıl bir disiplin? Sizin de söylediğiniz gibi büyükelçilik gerçekten de büyük sorumluluk isteyen bir görevdir. Büyükelçi bu çerçevede misafir olduğu ülke ile temsil ettiği ülke arasında önemli bir iletişim kanalı ve bir bakıma devletinin sözcüsü olmanın ötesinde, iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmek, ülkesinin çıkarlarını korumak, olaylar ve sorunlar karşısında doğru pozisyon takınmak ve karar almak ve bu arada ülkesini en iyi tanıtmak durumundadır. Ulaşım ve haberleşme imkânlarının çok kısıtlı olduğu eski dönemlerde genelde yukarıdaki görevlerin yerine getirilmesi büyükelçilerce şahsi inisiyatif alınmasını gerektiriyordu. Buna karşın, 20. asrın ortasından itibaren özellikle telekomükasyon ve ulaşım olanaklarının süratle gelişmesiyle büyükelçilerin her an hükümetleri ile istişare etmek ve talimat almak imkânlarının doğduğu ve dolayısıyla işlerinin bir bakıma kolaylaştığı düşünülebilir. Ayrıca bugün ülkeler arasında ilişkiler ağı o kadar yoğunlaşmıştır ki devlet başkanları, başbakanlar, dışişleri, ticaret, ekonomi, sanayi ve diğer alanlardaki bakanlar kendi muhatapları ile sık sık bir araya gelebilmektedirler. Ancak bu temas ve ziyaretlerden yararlı sonuçlar alınmasında, yine de görev yaptığı ülkeyi en iyi tanıyan kişi olarak büyükelçinin yönlendirici rolünün önemini yadsımamak gerekir. Günümüzde büyükelçinin faaliyet ve sorumluluk alanının geçmişe nazaran çok genişlediğini kabul etmek doğru olur. Eskiden büyükelçilerin belki de esas ve tek muhatabı, görev yaptığı ülkenin resmi makamlarından ibaretti. Oysa bugün büyükelçilerin temas ve çalışmalarını sadece misafir oldukları ülke hükümetiyle değil, aynı zamanda parlamentolar, siyasi partiler, sendikalar ve sivil toplum örgütleri ve önemli iş çevreleri ile de sürdürmek zorun dadır. Aynı şekilde basın yayın organları ile de sıkı temas kurmak durumundadır. 80 askeri darbesinin arkasından 83 sonbaharında sivil yönetime geçilmesinden kısa bir süre sonra Hollanda’da yaptığım görev benim için bu açıdan ciddi bir deneyim olmuştur. Gerçekten de ülkemizde parlamenter seçimin yeniden tesis edilmiş olmasına rağmen, başta basın yayın organları olmak üzere özellikle parlamentoda ve sendikal çevrelerde Türk demokrasisine yönelik ağır eleştiriler devam etmekteydi. TÜRKİYE HAKKINDA İZLENİMLER Rus politikacılar ve kamuoyu Türkiye hakkında nasıl bir izlenime sahipti? Türkiye, Rusya için gerek Çarlık Dönemi’nde gerekse Sovyetler Birliği ve Rusya Federasyonu dönemlerinde her zaman önemli olmuştur. Bu durum Türkiye’nin stratejik konumundan ve Rusya’nın tüm dünyaya açılımını sağlayan boğazları elinde bulunduran bir ülke olmasından kaynaklanmaktadır. Halen Rusya’nın dış ticaretinin yaklaşık yüzde 60’ının boğazlar üzerinden geçmekte olması sanırım durumu izah etmektedir. Bu ticaretin önemli bir bölümünü de petrol sevkıyatı teşkil etmektedir. Diğer yandan, Ortadoğu sahnesinde öteden beri sürüp giden Arapİsrail anlaşmazlığı ve bölge ülkelerinde zaman zaman ortaya çıkan çalkantıların yanı sıra soğuk savaşın bitmesinden sonra Balkanlar’da ve Kafkaslar’da meydana gelen gelişmeler ve Türkiye’nin bu sorunlar ve gelişmeler karşısında oynayabileceği rol, Rusya nazarında ülkemizin önemini artıran diğer bir faktördür. Ve nihayet 7080 milyonluk nüfusu ve süratle gelişen ekonomisi dolayısıyla Türkiye, Rusya açısından önemli bir partner oluşturmaktadır. Rus insanının Türkiye’ye bakışına gelince, her iki toplum da batılı olmanın yanı sıra şarklı toplumların özelliklerini ? SAYFA 16 CUMHURİYET 895
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle