04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? 3. Yanılıyoruz hep beğenilen şairler konusunda, tesadüfen karşılaşıyoruz kitaplarıyla eski halılar üzerindeki birinin uykusuzluğunda savrulmuşlar ya da asılmışlar çengellerden. Kendimize mal ediyoruz onları, hem de bir haftada. 4. Düşünü görüyorum şiirlerin, ufacık, kısa dörtlüklerin. uyanıp not etmeyi tasarlıyorum. Uyanıyorum ve unutuyorum hepsini vazgeçmek gibi, intihar gibi silip kurutmak gibi ucunu bıçağın. 5. Geceleyin, gelin duvağı çiçeği atılıyor bana doğru. Hızla batıyor ay, renk yok. Ama tanıyorum, sezgiyle, düşünceyle, bir umut ziyareti sırasında yırtılarak açıveren, beni saçma sapan, geyik sözcüklerle gerçekler arasına hapseden o çiçeği: ay, nasıl da sarkıyordu dün, tek sözcükle, bir yumurtadilimleyicisi kadar gergin telefon telleri üzerinde katıpişmiş şekilde. 6. Yitiriyoruz yeniden, Table Dağı’nda bulutları süsleyen günbatımını; yitiriyoruz yeniden, Venüs iki misli parlak olsa da on yıl öncekinden. Bam bam bam. Linton Kwesi Johnson’ın sesi çarpıyor öfkeyle karanlığa, geçiyor geçitleri. Esrar sarıyor Martin, yuvarlıyor tabakayı. Willie gülümsüyor, başlıyor birdenbire Jamaika şarkılarına. Mandalina kabukları yakıyor Amanda, Martin tutuşturuyor esrarlı sigarayı, çekiyor içine, tamam işareti yapıyor baş parmaklarıyla: Tamam. Ama ben, ben geçiyorum kendimden, çıkıyorum bulutlara. Ve bekliyorum seni geleceksin diye her zamanaç ülkeme. kül ediyor uzaklığı caddenin karşısından, yılları. İçinde kaybolduğum yılları, bir yerde, taksi ücretleri için napa derisi cüzdanları açıyorken yabancı kasabalarda; kirli ellerle, ısırılmış tırnaklarla, küçük ceplerden bozuk paralar araklayıp yürümeden önceki. Yürüdüm her yere, gençler götürüyorken geçmişi babalarının arabalarında. Ama yürüyordum ben hâlâ, bir aile ocağında, onun beni yeryüzüne, kurguda sevdiğim; yaşamda küçümsediğim insanlara yaklaştırdığına inanarak. Ve değildim hiçbir yerde SAFRAN Saklıyorsun su şişelerini, annenin yaptığı gibi; kahve için kaynatılandan arta kalınca, soğutulup, etiketleri soyulmuş, cinden, viskiden arınmış şişelere dökülürdü su. Sayıkladığın bunca sözcüklerden geçer, söndürürdü uyku sırasında susuzluğunu. Bir karakeçi balığı sürüsü gibi, yüzüyor zaman ileri, geri, çarpı işaretleri çizerek odanın duvarlarına. Yatağın Zambezi’nin yatağı. Nehir yatağı. Senin dilinde ‘Flodleje’ kızarıyorsun hafifçe avuçlarını birleştirip bana verdiğin ufacık iki mum benzeri. Doğduğum bu şehirde bir gezginim tuhaf bir ülkede. Boşaltıyorum, yatağına komşu, safrandan dağımı. Nehir yatağı. ‘Flodleje’ diyorum içimden üst üste, pas pas, örtüler, daha fazla sözcükler örüyorken biz safran iplerinden, Mum alevlerinin beyazlığında ayrılıyor evinden cin. Ziyaret ediyor sonra bizi. Pilav. Vuruyorum duvara, yedi iplik çekiyorum safrandan. Bir çay kaşığı kaynamış su ve özgürdür Ispanya da. Arkadaşım Isabel’in baharatlarla gönderdiği sözcükler doğuyor parlak portakal renginde. Bende var birkaç tane: ‘Poeta’ diyor o bana. ‘Mira’, diyorum ben sana, bakıyorum pilava. Kokluyorum. Muy bueno. Nehir yatağı. Balık tutuyoruz bir süre, çekiyoruz onu sürülerin içinden. Temizliyoruz. Tuzluyoruz. Kimyon gezdiriyoruz üzerinde. Kişniş otu hem de. Sonra sunuyorum annemin bilinmeyen yemeğini açıklıyorum sana; safranın nasıl teselli ettiğini aşk yokluğunda, nasıl renk verdiğini pilava, ağızları nasıl tatlandırdığını. Açıklıyorsun sen de bana temiz bir şişedeki suyun nasıl büyük gösterdiğini sözcüklerin kırmızı lekelerini; yeşil bir şişenin arkasında görülen mum ışığının güneşe nasıl benzediğini nehiryataklarındaki sulara yansımış YUVAYA DÖNMEK, YENİDEN Du Toit’s Kloof Geçidi’nden iniyorum dağ havasıyla birlikte kış başlangıcının. Aşağıda, şekere benzer, ışıklar ağı ki Paarl’dır orası. Gece buz, vızıldıyor araba ayaklarımın altında; Ayaklarım, ellerim gibi, daha duygusuz taştan. İniyorum, çocukluk kasabamdan geçen yola. Şeker kristalleri dönüşüyor sokak lambalarına altında şu anda kasabanın uyuduğu. Pazar Gecesi. Katı, boyun eğmez, dışarıda pusu kuran yoksulluğa götüren Klein Drakenstein boyunca kapanmış kapılar. On yıl önce bıraktığım yoksullar artık daha yoksul. Parlak floresan ışıkları içindeki kilise sıraları gibi rafları boş ufacık dükkânların. Kapısına tahtalar çakılmış benzin istasyonunun, parlıyor hâlâ ışıklar, yakıp CUMHURİYET KİTAP SAYI 895 SAYFA 31
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle