Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Köy Enstitüsü çıkışlı kaç yazar vardır dersiniz? Bununla ilgili herhangi bir sayıya rastlamış değilim. Yine de Köy Enstitülü beş yazarı, şairi alarak genel bir değerlendirmeye girişmek istiyorum söz konusu yazıncılar üzerine. Ancak bu değerlendirmenin, aslında bu yazını doğru okumaya girişmekle denk bir anlam taşıyacağının da bilinmesini isterim doğrusu. M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası H ep o görüntü… Kolalı gömleği, boyunbağı, gözlerini yummuş, kendinden geçmişçesine keman çalıyor adam… Ama altında çizgili pijama hâlâ… Hah hah… Hoh hoh… Anlak taşkınlığı şöyle dursun, bu bağlamda alabildiğine yoksul, entelektüellikleri kendilerinden menkul bir çevrenin Köy Enstitüsü çıkışlıları böyle resimlediğine çok önceleri de tanıklık yaptım ben. 1960 sonları, pek pek 70 başlarıydı. Bu kuşağı, verimlerini ölçüsüz biçimde alabildiğine yüceltenlerin yanında, en az onlarınki kadar abartılmış küçümseyişlerle… Gerçekliğe nasıl bakmamız, bunu nasıl işleyip değerlendirmemiz gerektiğini kestiremiyoruz bir türlü. Bunu yapamadığımız için de Köy Enstitülülerce verimlenen yazınsal ürünleri, yazın tarihimiz düzleminde yerli yerine oturtamıyoruz bir türlü. At gözlüğü takmışçasına belli yazarları okumaya koşullanmış kimilerinin, sıra Köy Enstitülü yazarlara geldiğinde, öldür Allah okumam kafasıyla ayak diremesini nasıl karşılamalı bilemiyorum… Oysa farklı bir yapılanmaya dayanan kendine özgü bir öbek, Köy Enstitülü bu yazarlar. Hatta bu yanlarıyla özgün, ötesinde tek örnek. Elbette Galatasaray Lisesi çıkışlı yazarlar da var, ne ki söz konusu okulun, yazarlık yaşamı için kişilerde zorunluluk bağı=ar öbeğine de sahip olamayacaktık hiçbir zaman. Gerçekten de anılan yazarların, Köy Enstitülerinde okuyabildikleri için kendilerini gerçekleştirmiş oldukları söylenebilir kolayca. Söz konusu bu fark, yazınımız için de renktir kuşkusuz, buna en azından bu nedenle sahip çıkmak dururken, böyle bir katkıya sırt dönülebilir mi? Öyleyse gelin biraz daha yakından tanıyalım Köy Enstitülerinde okuma olanağı bulabildiği için, yazar olmayı başarabilmiş bu insanları… KÖY ENSTİTÜLERİNCE YAPILAN YAZINI DOĞRU OKUMAK Köy Enstitüsü çıkışlı kaç yazar vardır dersiniz? Bununla ilgili herhangi bir sayıya rastlamış değilim… Ama özellikle şiir, öykü alanında ürün vermiş, adını enikonu duyurmuş onlarca yazarın, şairin adı sıralanabilir burada. Ben yine de Köy Enstitülü beş yazarı, şairi alarak genel bir değerlendirmeye girişmek istiyorum söz konusu yazıncılar üzerine. Ancak bu değerlendirmenin, aslında bu yazını doğru okumaya girişmekle denk bir anlam taşıyacağının da bilinmesini isterim doğrusu. Kim bu beş yazar, şair? Talip Apaydın (1926), Mehmet Başaran (1926), Fakir Baykurt (19291999), Mahmut Makal (1930), Dursun Akçam (19302003). Bu beş yazarla şairin yanına iki ad daha ekleyenler çıkabilir: Ümit Kaftancıoğlu (19351980), Osman Şahin (1940). Ne var ki ben, yukarıda sıraladığım beşlinin, yazınsal bağlamda birbirini bütünleyişlerine bakarak, verimleyiş, ürünlerini yayımlayış tarihlerini göz önünde tutarak ilk yumağı oluşturduğu kanısındayım Köy Enstitülü yazarlar arasında. Dursun Akçam’ı dışta tutarak yukarıdakilere beşli yerine dörtlü denebilirdi belki, ama Akçam, öteki iki yazara değil de ilk dört yazara yakın duruyor daha çok. İlkin bu yazarların genel niteliğine, ve Enstitü Beşlisi... rimleyiş yaklaşımına bakalım derim… Dördü de bunların 1940 sonlarında ürün yayımlamaya başlamış birer yazar, şair. Kitap olarak da ilk verimlerini 1950’lerde sunmuş gençler. “Gençler” diyorum, tümü de yirmilerinde Mehmet dergilerde ürünleri BAŞARAN yayımlanan, otuzuna varmadan da Talip APAYDIN ilk kitaplarıyla okurun önüne çıkan kişiler çünkü. O halde enstitü beşlisi, genel olarak 1940 Dursun AKÇAM toplumcu gerçekçi yazarlar, şairler kuşağı ile 1950 öykücüler kuşağı, Garip şiiri arasında sıkışıp kalmış bir yazarlar öbeği olarak nitelenebilir. Temeli bunlar attığından beşliyi izleyen tüm Köy Enstitü çıkışlı yazarlara, şairlere de böyle bir nitelik yüklemek yanlış olmayacaktır herhalde. Yazar, şair olarak Apaydın, Başaran, Baykurt, Makal dörtlüsüne, yazınımızda 1950 değişimini işleyen önemli adları, bunun ötesinde öncüleri gözüyle bakılabilir. Gerçekten de Talip Apaydın Sarı Traktör (1958), Mehmet Başaran Ahlat Ağacı (1953), Fakir Baykurt Yılanların Öcü (1959), Mahmut Makal Bizim Köy (1950) ile tam da bu yıllarda yaşanmakta olan toplumsal değişimin önemli yansıtıcıları oldu. Makal, anlatısına içirdiği yalın, ama etkili, yer yer büyülü, yer yer aykırı gerçekçi öğelerle örülü anlatısında çok önemli bir açılım sağladı aslında, hem enstitü beşlisi için ray döşedi hem de yazınımızı yelpazeleyip zenginleştirdi… Yumuşacık bir anlatıdan bomba yaratmayı başardı sonuçta. Apaydın’la Baykurt’un andığım yapıtları ise 1950 dilimindeki toplumsal değişimin romandaki gösterenleriydi. Gerçekten de Apaydın, Arif’in dışında traktörü de kahramanlaştırarak o günlerden bugünlere ulanan derin, etkileyici, şaşırtıcı bunalımı bizde yeniden kurabildi. Baykurt da gerek Irazca gerekse Bayram karakterleriyle yine insanımızın bu yıllardaki öncüllerini, beklentilerini, açmazlarını, çatışmalarını bir kez daha yaratabildi alımlayış evrenimizde. Düzyazıda bunlar olurken buna koşut bir tutumun şiirdeki temsilciliğini ise Başaran sürdürdü daha çok. Gerçekten de topraktaki dönüşümün şiirdeki yansıması olarak bakılabilir onun verimine de. 895 Dursun Akçam’ı yukarıdakilerden ayrı tutuşum boşuna değil. Biz onun, yukarıdaki dört yazardan yaklaşık on yıl sonra yazınsal verimleyiş içine girdiğini görüyoruz çünkü. O da Maral (1964) ile, öykülemede arkaik bir yapıyla yüzleştirdi sanki okuru. Denebilir ki Bekir Yıldız, Ümit Kaftancıoğlu, Osman Şahin, Hasan Özkılıç onu değiştirip geliştirerek öykücülüklerini sürdüren yazarlar oldu bir çalım. Kaftancıoğlu ile Şahin’in Akçam’dan bir on yıl sonra ortaya çıktıkları dikkate alınırsa enstitü Fakir BAYKURT beşlisiyle aralarına kabaca bir kuşak girdiği söylenebilir. Nitekim gerek Ümit Kaftancıoğlu gerekse Osman Şahin, bana göre Köy Enstitüsü çıkışlı yazarlardan ayrılıp daha çok 60’larda ortaya çıkan yazın geleneğinin ardılı görünüyor. Kaldı ki Dursun Akçam’ın da ilk dört yazara oranla saltık anlamda bir enstitü geleneğinin ardılı olduğu söylenemez zaten. Ancak Akçam’ın da Mahmut MAKAL söz konusu beşli içinde değerlendirilmesi zorunlu yine de. KÖY ENSTİTÜLÜ YAZARA DEĞERİNİ VERMEK Köy Enstitüsü çıkışlıların yazınımıza getirdikleri dikkate alındığında neler söylenebilir? Enstitü çıkışlıların düz ayak birer kaba anlatıcı olduğunu söyleyivermek hafif bir tutum olur. Siz kendinize bu yazını yakın bulmayabilirsiniz, bu yazarların verimleri size seslenmeyebilir o ayrı, ancak söz konusu yazarların yazınımız için boş levha olarak kaldıklarını söylemek gerçeği yansıtmayacaktır hiçbir zaman. Çünkü bu yazarlarca getirilenlerin önemli bir katkı olduğu söylenmeli değerbilirliğin gereği olarak ilkin. Fethi Naci’nin Sait Faik için söylediği “çöpsüz üzüm” deyişi vardır, çakılıp kalmıştır usuma. Hiçbir etki almadan, gelenekten yararlanmadan ya da buna yaslanmadan öykücülüğümüzü yönlendirişine gönderme yapar bu deyişiyle o. (Bak.: Bir Hikâyeci: Sait Faik, Gerçek, 1990, 27) Bana sorarsanız, enstitü beşlisi için de bunu söylemek olası. 1. Köy Enstitülü yazarlar kuşağı, bireysel yetenek taşıyor olmakla birlikte yazınla bu okullarda tanışıyor, ilk yazınsal birikimlerini de yine buralarda ediniyor. 2. Köy Enstitülü yazarlar, gerek bizim yazınımızı gerekse yabancı yazını bu okullarda çok kısa bir süre içinde oburlukla alımlayıp ardından bunu kısa süre Fotoğraf: Ara GÜLER içinde dönüştürüme uğratmayı başarıyor. 3. Köy Enstitülü yazarlar, kendilerine yabancı gelebilecek bir alandan içeri adım atarken, bu arada yabancı yazarları okurken dut yaprağından ipek üreten ipekböceklerinin yaptığına benzer biçimde bize özgü yazın üretebiliyor. 4. Köy Enstitülü yazarlar, hep kaba gerçekçiler olarak alınıyor yazınımızda. Oysa özellikle enstitü beşlisi, yazınımızda önemli etki yaratmış bir yazar grubu. 5. Köy Enstitülü yazarlar, 1940’lılarla 1950’lilerin, Garipçilerin etkisi, sıkıştırması altında kaldıkları, İnönü hükümetlerinin koşullandırması sonucu yoğun çelişki, çatışma, karmaşa yaşadıkları halde yine de kendilerine özgü bir yazın anlayışı ortaya koyabiliyor. 6. Halkın, yazınla güncel bağlamda ilişkisini yoğunlaştırıyor. Ama bu başarıların yanında kendi sularını canlandırmayı, bu sularda yeni yaşamlar yaratmayı başardığını söyleyebilmek çok zor enstitülü yazarların. Neden mi? Eleştirmen yetiştiremiyorlar da ondan… YAZIN OKYANUSUNDA ELEŞTİRMENSİZ, PUSULASIZ... Daha önce de bir iki kez yazdım, bir kuşak kendi bağrından eleştirmen yetiştirmeden kuşak niteliği kazanamıyor, çünkü yazınsal mayalanma eleştirmen aracılığıyla oluyor. 1940’lılar da 50’liler de kuşaktır, çünkü eleştirmen de yetiştirebilmiştir. Oysa enstitülüler, ne yazık ki eleştirmen yetiştirememiştir içinden. Bu yazarlar bölüğünün öncülüğünü yapıp yollarını açan yazarlar için topluca “enstitü beşlisi” deyişim de buradan geliyor işte. Eğer bu yazarlar kendi içlerinden eleştirmen yetiştirebilmiş olsaydı çok daha başka yere gelebilirlerdi kuşkusuz. Ama kendi içlerinden değil de öğretmenleri, ustaları, yol göstericileri olarak Sabahattin Eyuboğlu, Vedat Günyol ikilisinden yararlanmakla yetiniyorlar bu konuda. Eyuboğlu, Günyol ikilisini, etkinliklerini küçümsüyor değilim elbette. Kaldı ki bu iki denemeci, eleştirmen Fethi Naci’nin en beğendiği on denemeci, eleştirmen arasında yer alıyor. (Bak.: Fethi Naci’ye Armağan, Hazırlayan Semih Gümüş, Oğlak, 1997, 46, 47) Diyeceğim, Eyuboğlu’yla Günyol’un eleştiri alanındaki değeri değil burada söz konusu olan. Enstitü beşlisinin, yetiştirebilecekleri halde yetiştiremedikleri eleştirmen katkısından yoksun olarak yol alışı yazınımızda. Belki şunun üzerinde durulabilir burada. Eyuboğlu’yla Günyol, bu genç yazarları, eleştiri alanına yönlendirme konusunda bir eksiklik mi göstermiştir acaba? Bunun gereğine mi inanmamıştır bu iki usta yoksa kendi varlıklarını yeterli bulmak gibi bir eksiklik mi göstermişlerdir bu konuda? Kendilerinin eleştirilerini yeterli görmüş oldukları olasılığı üzerinde durulabilir. İyi de onlar saltık bir eleştiriyle yaklaşabilir miydi acaba Köy Enstitüsünden çıkan bu genç yazar, şair adaylarına? Öyle ya bu okullar onlar için farklıydı. Gençler de çocuklarıydı zaten… Bugünden bakıldığında çok daha açık görülebiliyor bu. Sizi bilmem, ben Köy Enstitüsü çıkışlı yazarların nahif temelde yapılanmakla birlikte verimledikleri ürünlerle tüm yazınsal birikimimizi tepeden tırnağa silkeleyişine bakarak aşk olsun demekten alamıyorum kendimi. Yıllar önce, TÜYAP Kitap Fuarı onur yazarı seçici kurulunda görevli olduğunu öğrendiğimde Semih Gümüş’e söylemiştim, söz konusu kurulda, Köy Enstitülü yazarların bu bağlamda topluca onur yazarı seçilmelerinin üzerinde düşünülmesi gerektiğini… Bu kez öyle yapmıyorum… Yaşları sekseni bulmuş, aşmış Köy Enstitülü yazarları simgelemek üzere özellikle enstitü beşlisinin TÜYAP Kitap Fuarı onur yazarı seçilmeyiş nedeninin kurul üyelerince sorgulanıp sorgulanmadığını merak ediyorum… Yazınsal kamu bilinci de merak ediyor olmalı bunu… ? SAYFA 29 CUMHURİYET KİTAP SAYI