02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sevgi Özel ile 'Yıldızlar mı Suçluydu?'yu konuştuk ‘Bu güzel topraklar neden bu kadar çok dönek, ikiyüzlü üretiyor?’ Söyleşiye ilişkin başlığı, Sevgi Özel’in dil üzerine sorduğum bir soruya verdiği yanıttan aldım, sonradan farkına vardım ki, devamında gelen sorularda, "Uğur Olsun" kitabına ilişkin soruda, yeni romanı "Yıldızlar mı Suçluydu?"ya dair olanda, her satırda yerini belli ediyordu! Bugüne kadar ne türlü vaatler verdilerse, hiçbir zaman yerine getiremediler! Sevgi Özel’in, dile verdiği katkı büyüktür. 2003’te kaleme aldığı, Uğur Olsun’la bizlere Uğur Mumcu’nun tüm yaşamını anlatmıştı, biyografik roman türünde. Şimdilerde depremi konu alan bir roman yayımladı. Bu kez, Türkiye’nin kara bir günü olan 17 Ağustos tarihine götürüyor bizleri ve toplumsal bir yara halini alan, bir türlü yeterli çözümler alın(a)mayan konuyu işliyor. Ve işte Sevgi Özel’in yazdığı kitaplara bu başlık deyim yerindeyse ‘cuk’ diye oturuyor. Özel’le yaşamdan ağan, dil’e ve romanlarına teğet geçen kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik... ? Erdem ÖZTOP ayın Sevgi Özel, yeni bir romanınız yayımlandı, "Yıldızlar mı Suçluydu?" adını verdiğiniz. Bu kitap üzerine konuşacağız; ama ben öncesinde sizin dil konusundaki görüşlerinizi almak istiyorum, şu zamanda buna ihtiyacımız var! Türk dilinin ödünsüz savunucususunuz yıllardan bu yana! Nasıl buluyorsunuz, geçmiş yıllarla şimdiki zamanda "dil"in gelişimini? Türkçenin gelişimine baktığımızda iki pencere var; biri aydınlık, öteki karanlık. Aydınlık olanda her şeye karşın pırıl pırıl Türkçeyle yazanlar, Türkçe için savaşım verenler var. Öteki pencerenin gerisinde kendini karanlıkla besleyenler duruyor. Düşünün bir kez, sözde profesörler, gazeteciler, yazarlar, hiç utanmadan dil düşmanlığı yapıyorlardı; hâlâ bu düşmanlığı sürdürüyorlar. Efendim, Dil Devrimi yüzünden gençler cumhuriyet öncesinin yazarlarını, şairlerini anlayamıyormuş. Böyle söyleyenleri okuryazar bile saymamak gerekir. Okusunlar Ömer Seyfettin’in dil yazılarını; imparatorluğun son yıllarındaki dil tartışmalarını. Cumhuriyet öncesi dönemlerin gençleri de saygın yazarları, şairleri sözlüksüz anlayamıyordu. Örneğin Hamdullah Suphi Tanrıöver, soyadını Atatürk’ün verdiği bir yazar, Genç Kalemler’in bir soruşturmasında Türkçenin Osmanlıcadan kurtulmasını isteyen, Atatürk’ün sağlığında suya sabuna dokunmayan; ama 1950’de milletvekili olunca Anayasanın "Teşkilatı Esasiye Kanunu" olmasını,"Arabın medeniyeti benim medeniyetimdir" diyerek savunan bir yazar. Bütün terslik burada; dil konusunda anlaşmazlıkları büyütenler dönemlere göre tavır alan yazarlardır. Yanlış anlaşılmasın, ben Tanrıöver’in duruşunu sorguluyorum. Özellikle 1950’den sonra Tanrıöver gibi, Fuat Köprülü gibi birden düşünce, duruş, yön değiştiren pek S çok yazar var. Yazılarıyla, sözleriyle fırıl fırıl dönen onlarca ad sayabilirim. Yazık ki şimdi de "Arabın medeniyeti"nin meraklısı çok, şimdikiler öncüllerinden el aldı. Bu kaypak anlayış yüzünden de ülke ve Türkçe bugün "inşallah"la "okey" arasına sıkıştı. Tek yanlı okuyan, Recaizade Ekrem’den bu yana gelemeyen, bilgi yoksulu edebiyat ve dil profesörleri; yabancı sözcükleri "ata yadigârı" bilip Türkçeleriyle alay eden çokbilmiş gazeteciler, siyasetçiler; dil işçiliğinde beceriksiz, dilinin ucuna gelen her sözü düşünce diye yutturan yazarlar ortalıkta dolaşıyor. Durum, 1970’lerden de 80’lerden de kötü. KIRILMA NOKTASI Kırılma noktası seksenli yılların hemen başına, postalların "rap rap" seslerinin ülkede duyulduğu günlere denk düşüyor, değil mi? Yanılıyor muyum? Çatlama 1950’de başladı; sonra çatlaklar büyümeye başladı ve 1980’de militarizmin gücüne sığınan karşıdevrim, yalnız dilde değil, her alanda aklın ipini koparan eylem ve uygulamalarla egemen oldu. Bir şey söylemek istiyorum; 1983’ten önce TDK’ye sataşmayı, gerekli gereksiz eleştiri yapmayı "demokratlık, ilericilik" sayan birileri vardı; çoğu yaşıyor. Şimdiki devlet dairesi TDK, dilin canına okurken bu arkadaşlar nerde? Yedi uyurlara mı karıştılar? İnsanın içini yakan şu: Bu güzel topraklar neden bu kadar çok dönek, ikiyüzlü üretiyor? Bu kadar ikiyüzlü, bu kadar ilkesiz insan varken 12 Eylül niçin başarısız olsundu? 12 Eylülcülerin anılarını, tüm yazılanları okuyunca görüyoruz ki Kenan Evren ve arkadaşlarının yaptığı, cahilce bir ataklıktan başka bir şey değil. Atatürk’ün vasiyetnamesinin çiğnendiği günü bayram sayan, Türkçenin ustalarını ders kitaplarından atan, sözcük yasaklayan Evrenli yılları doğru bulan kimdi; her dönemin yalakaları… Siz, TDK’nin kapatılmasının ar dından Bilgi Yayınevi’nde editörlük görevine geçtiniz. Biraz da o yılları anlatın bize; o yılların edebiyat ortamını? Örneğin Bilgi’deki günleri? Ben hiç iş aramadım. TDK’ye hocam çağırmıştı; Bilgi Yayınevi’ne de beni Mustafa Şerif Onaran önermiş, çağrı aldım, TDK’den ayrıldıktan on gün sonra işe başladım. Attila İlhan ayrılmış, kısa bir süre bu işi Erdoğan Özer yapmıştı. İşe girerken sanım belli değildi; ama Attila İlhan’ın masasına yakın oturmuştum, tedirgindim.. Aslında yabancısı olduğum bir dünya değildi; TDK’de pek çok yazar, bilimci, gazeteci tanımıştım, yayıncılığın sıkıntı ya da sevinçlerini az çok biliyordum. 12 Eylül’ün üstünden üç yıl geçmişti, yayınevine en çok, darbeyi anlatan gazeteci kitapları geliyordu. Elden ya da postayla onlarca dosya alıyorduk. Geçmişte Bilgi’de çalışan Cevdet Kudret’le sık sık telefonlaşırdık; ilk dosyasıyla gelen ya da iyi tanımadığım yazara nasıl davranmalıyım, diye sordum. "Senin önüne konan dosyanın dışında, ikincinin yazımı bitmiş, üçüncü de yazı makinesinde olmalı, bu ölçün olsun" dedi. Bu ölçüyü kullandım ve yararını gördüm. Başka yayınevleri de önemli kitaplar çıkarıyordu; ama edebiyat açısından durgun bir dönemdi. Yazarların çoğunun başında türlü dertler vardı. Bilgi’de yaklaşık 10 yıl çalıştım; ayrıldığımda yayınevi 40. yıla yaklaşıyordu, yaklaşık 40 bin kitabı vardı. Yaşamının dörtte birine katıldığım bir kurumda, kaç kitapta göz nurum olduğunu varın siz hesaplayın; çantamda müsvedde olmadan tatile çıkmadım. İstediğim ortamdaydım; ama sonradan canım sıkıldı, ayrıldım. Bilgi ve Ümit Yayıncılığı bir likte düşünürsek 200’e yakın yazar, gazeteci ve çevirmenin kitabını yayına hazırladım. Bu iş hem çok arkadaş, hem düşman kazandırdı. Başka editörler de bilir; kitabı basılmayanlar, bizlere kaşının biri yukarda selam verir. Bizler de yazıyor çiziyorsak, görmezden gelirler. Canları sağ olsun! Andığım/konuştuğumuz yıllar boyunca bir diğer taraftan Türkçenin incelikleri üzerine kitaplar hazırlayıp/yayımladınız. Ta ki, yıllar sonra Bilgi’den ayrılıp Ümit Yayıncılık’a geçtiğinizde kurgusal metinleriniz çıkageldi, "Devrimciler Şık Olamaz (dı)" (öykü 1994), "Aşk Bir Boncuktur" (öykü,1995), "Direncin Kuşları" (öykü, 1996), "Bir Yanım Bahar Bir Yanım Kış" (öykü,1997); "Bir Bulut Ayağıma Dolandı" (öykü, 1999), "Aptal Dünya" (öykü, 2002). Belirli bir sebebi var mı, neden bu kadar uzun bir zaman beklediniz? GİZLİ YAZARLIK... TDK’de Türkiye Türkçesi üzerine çalışırken ustaların kitaplarından tanıklı tümceler buluyorduk; yalnızca benim taradığım 200’ye yakın kitap vardı, 150’sinden tümceler seçtik. Bu okuma, önceki okumalardan başkaydı. Dilin öteki yüzünü görmüş, müziğini bütün ayrıntılarıyla duymuştum. Dilbilgisi alanında uzmanlaşmak amacımdı. Yine gizli gizli ama daha bilinçle öykü yazıyordum; gizli yazarlığım 1993’e dek sürdü. Ümit Yayıncılık’ta, Erhan Bener’in yanında ağzımdan kaçırdım, okumak istedi. El yazımı okuyamazsınız dedim, yazı makinelerinden birini ar? KİTAP SAYI 886 SAYFA 4 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle