02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SİHİRLİ DEĞNEK Çocuklar İçin Kitaplar Hazırlayan: Nilay Yılmaz Babamın Burnundan Düştüm Ayla Çınaroğlu, Uçanbalık Yayınları, 2007, 24 sayfa, Resimleyen Serap Deliorman (47 yaş) Yaşıtları gibi Can da dünyaya nasıl geldiğini merak ediyor. Ancak kafası biraz karışık çünkü herkes başka bir şey söylüyor. Kimisi çocukların lahanın içinden çıktığını, kimisi çocukları çok uzaklardan leyleklerin, kimisi de doktorların getirdiğini söylüyor. Can’ın arkadaşı Sırma, annesinin hapşırması ile onun burnundan düştüğünü söylüyor. Can’ın annesi ise “Canımdan bir parçasın sen. Karnımdan çıktın” diyor. Can kime inanacağını şaşırıyor. Bir gün Sevgi teyzesinin Can’a, “Hık demiş babasının burnundan düşmüş” demesi, Canın annesinin de onu onaylaması bardağı taşıran son damla oluyor. “Doğruyu söyleyin bana. Kandırmaca yapmayın. Lahanadan mı çıktım, Annemin karnından mı? Leylek mi getirdi, Doktor amca mı? Annemin burnundan mı düştüm, babamın burnundan mı?” diye bağırıyor Can ayaklarını yere vurarak. Sevgi Teyzesi onu kucağına alıyor ve başlıyor anlatmaya. Teyzesi Can’a neler anlatacak dersiniz?.. Can gerçekten babasının burnundan düşmüş olabilir mi? Çocukların soruları... Yaşamı keşfe çıkmanın ve öğrenmenin yolları... Çocukların bitmek tükenmek bilmeyen soruları belki sadece öğrenmenin değil öğretmenin de bir yolu... Çocukların sorularına cevap verebilmek o kadar kolay mı! Biz sordukları bir nedene henüz cevap aramakla uğraşırken, onlar çoktan başka bir nedene ve nasıla geçivermez mi? Yanıtlarımız kimi zaman çocukları daha çok soru sormaya cesaretlendirirken, kimi zaman da onları bize küstürüverir. Küçük Prensin büyüklere küsüp ressam olmaktan vazgeçmesi ve pilot olması gibi büyükler birçok çocuğu kendilerine ve yaşama küstürmezler mi? Tavşanın tüyleri arasından yükselenler... “Şapka resmi yapmamıştım ki ben. Fili yutmuş olan bir boa yılanı resmi yapmıştım. Ama büyükler anlamadığı için onlara bir resim daha yaptım. Büyükler açık seçik görüp anlasınlar diye fili yutmuş olan yılanın içini çizdim. Şu büyüklere her şeyi tek tek açıklamak gerekir hep. İşte daha altı yaşındayken belki de çok büyük bir ressam olma fırsatını böylece kaçırmış oldum, bir ve iki numaralı resimlerimin başarısızlığı hevesimi kırmıştı doğrusu... Büyükler hiçbir şeyi kendiliklerinden anlamıyorlar. Onlara hep bir şeyleri açıklamak zorunda olmak ne kadar da sıkıcı bir şey çocuklar için”. Belki de büyükler tavşanın tüylerinin dibinde yaşadıkları için çocukları anlayamıyorlardır. Kim bilir... “Birçok insan için dünya, sihirbazın beş dakika önce bomboş olan bir silindir şapkadan tavşan çıkarması kadar akıl almaz bir şeydir... Tavşan meselesinde sihirbazın bizi kandırdığını biliriz. Merak ettiğimiz şey bunu nasıl becerdiğidir. Dünyadan söz ederken ise durum biraz farklıdır. Dünyanın hokus pokus bir şey olmadığını biliriz, çünkü biz de dünyada yaşamakta olup onun bir parçasıyızdır. Aslında sihirbazın silindir şapkasından çıkarılan bizizdir. Tavşanla aramızdaki tek fark, tavşanın bir sihirbazlık oyununa dahil olduğunun farkında olmayışıdır. Biz ise gizemli bir şeylerin bir parçası olduğumuza inanır, şeylerin arasındaki ilişkiyi bulmaya çalışırız. Tavşanı tüm evrenle karşılaştırmak daha yerinde olur belki. Burada yaşayan bizler, tavşanın tüylerinin dibinde yaşayan minicik böcekler gibiyiz. Filozoflar ise tavşanın ince tüylerine tırmanarak tepeye çıkıp koca sihirbazın gözlerinin ta içine bakmaya çalışırlar.” Keşke büyükler de yaramazlık yapsalar; Gaarderin “Sofinin Dünyası”nda anlattığı gibi büyükler de keşke çocuklara özenip tavşanın tüylerine tırmansalar ve tepeye çıkıp çocukların gözlerinin ta içine bakabilseler... Belki o zaman çocukların sorularına yanıt bulmak büyükler için bu kadar zor olmaz, kim bilir... (“Sofienin Dünyası”, Jostein Gaarder, Pan Yayıncılık, 592 sayfa, 2002 [ilkgençlik]) (“Küçük Prens”, Antoine de SaintExupery, Mavibulut Yayınları, 96 sayfa) MEKTUBUNUZ VAR! “Güneşten Sarı Baldan Tatlı”, Simla Simay, Hayykitap, 2006, 120 sayfa (812 yaş) Sevgili Yalvaç Ural, Sizin İzi Yaldız Gözü Boynuz bir büyümüş, bir büyümüş, dev bir salyangoz olmuş, haberiniz var mi? “Nasıl, neden, olamaz,” diyorsanız eğer, “Güneşten Sarı Baldan Tatlı” adlı kitabı okumalısınız. Kitapta iki kahraman var. Zürafa ile küçük kız. Zürafanın adı Uzun Bal, kızınki Naz. İkisi bir yolculuğa çıkar. Nereye mi? Zürafaya soralım isterseniz: “Biz bir yolun peşindeydik. Üstelik, biz gittikçe yol da gidiyordu.” Peşinde oldukları bu yolu kim açmış biliyor musunuz? Sizinki olmasa da… Dev bir salyangoz! Zürafa, tek başına yaşayan, kendi halinde bir zürafadır. Üstelik çekingen, pek konuşmayan bir zürafa… Ama Naz ile tanıştıktan sonra hayatı tamamen değişir. Naz, arkadaşıdır artık! İki arkadaş, dev salyangozun açtığı Beyaz Yolun peşindedir. Neden ama? Yazarı sonuna kadar saklamış bu sırrı, ben söyler miyim? İlle de okuyun derim. İki arkadaş, yolu izlerken, değişik insanların yaşadığı köylerden, kasabalardan geçerler. Yanlış anlamayın, gerçekten “değişik”, ve farklı insanlar yaşar buralarda. Bunu da anlatmayacağım ve okuyanlara saklayacağım. Naz’ın Uzun Bal adını taktığı zürafanın dilinden, doğal bir akış içinde anlatılan fantastik bir öykü bu. Dili de pek güzel, pek naif. Bu zürafa, yakında şiir de yazarsa, hiç şaşmayın. Baksanıza geceyi anlatışına: “Gece, gündüzü yalayıp yuttu ve dişlerine birkaç yıldız taktı. Gülümsedikçe parlayan.” Belki de “Oz Büyücüsü”nün masalı bu. Olabilir mi? Yapılan ilginç yolculukta, yaşamın ayrıntılarının bulunması… Ve insanın kendisini keşfi… Mümkün mü? Oz’daki küçük kız, yeni bir yolculuğa çıkmış olmasın bu kitapla? “Teknoloji nedir? diye sordum Naza. Bizi bizsiz yaratan şeydir, dedi. Nasıl yani? Makineler insanların elleri olur. Bilgisayarlar beyinleri. Robotlarsa gövdeleri. İşte teknoloji budur.” Ya sizce? “Eliniz, gövdeniz, beyniniz” varsa, yanıt nasılsa sizdedir. Sevgilerle, Aytül Akal ? Nilay Yılmaz Kurtuluş Deresi Cd. No: 47 Bilgi Üniversitesi, Dolapdere/İstanbul [email protected] Tel: 0212 236 78 42 0212 311 51 82 KONUK SİHİRLİ DEĞNEK Handan Derya (yazar) “Periler Ülkesinde” Nur İçözü, Morpa Yayınları 2003, 64 sayfa, (69 yaş) Resimleyen Sibel Demirtaş Kitabın ilk sayfasında “Sadako Sasaki’nin anısına… Dünya barışının gerçekleşmesi umuduyla…” ithafıyla karşılaşınca bir an duraksadım. Bu Japonca ismin kim olduğunu ve kitapla olan ilintisini düşünürken diğer sayfaya geçip öyküyü okumaya başladım... Önce, bir köyde minicik bir evde yaşayan yoksul Mehmetcan ile tanışıyoruz. Komşuları Memocan, saçsız başından dolayı arkadaşları Keloğlan ve nihayet anası Canoğlan diye çağırmaktadır onu. Babasını hiç görmemiştir. Tek bildiği, babasının, kıtaların arasında, okyanusların koynunda kocaman bir adaya çalışmak için gittiğidir. Memocan köyünde anası ile yaşarken, en büyük hayali, babasına kavuşmak ve babasının ona yapacağı görkemli bir düğünle sünnet olmaktır. Memocanın hayatı, köylerine gelen gezici tiyatro grubunun oyununu izleyip “Söylence Dede” rolündeki meddah ile dostluk kurmasından sonra yeni bir boyut kazanır. Söylence Dede, yoksul çocuğa iki kese sunar. Keseleri salladığında birisinin içindeki altınlar şıngırdar, diğerinden tek bir ses çıkmaz.”Bu sihirli bir düş kesesi” der, Söylence Dede. “İsteyene hiçbir altının veremediği zenginliği sunar”. Memocan önce, sünnet düğünü için altın kesesini seçmeyi düşünür ancak babasına kavuşmanın düş kesesiyle gerçekleşebileceğini düşünüp ikinci keseyi seçer. Düş kesesini gece yastığının altına koyup uykuya dalar. Ve düşler kesesinin ağzı da yavaş yavaş açılmaya başlar. Hayatını çocuklar için yazmaya adamış değerli yazar Nur İçözü, kesenin içine neler sığdırmış neler… Hemen söyleyeyim gerçek bir hazine var bu kesenin içinde. Söz varlığımızın oya gibi işlendiği dil zenginliğimiz ve yazarın öykünün doğal akışına ustaca yerleştirdiği, bilmeceler, atasözleri, deyimler, geçmişimizi yaratan tiplemelerle süslediği kültür zenginliğimiz, roman kahramanlarının yaşadığı serüven içinde şiirsel bir dille anlatılıyor.. Düşler ülkesinde Memocan tıpkı kendisine benzeyen bir arkadaş bulur. Tiyatroda keloğlan rolüyle izlediği oyuncu çocuktur bu. Keloğlan, düşlerine giren ve kendisine zeytin dalı getirecek kişiyi bekleyen, kirazlar ülkesinin çekik gözlü prensesini bulmak, Memocan ise babasına kavuşmak istemektedir. İki arkadaş düşlerinin gerçekleşmesi için yola koyulurlar. Yolculuğun başında Hacivat ve Karagöz ile tanışırlar. Onların esprili atışmalarına çocuklar da katılırlar. Düşler ülkesinde Nasrettin Hoca da çıkar karşılarına. Bu arada, çekik gözlü prensesin, ayrıca Memocan’ın babasının izini bulmak için bir kahine danışırlar Kahinin bilmecesini çözmek için yeniden yollara düşerler ve efsaneler ülkesine ulaşırlar. Efsaneler ülkesinde kimlerle karşılaşmazlar ki… Mevlana, Taptuk Emre, Yunus Emre... Kirazlar ülkesine yaklaşırken karşılarına Deli Dumrul ve Timur da çıkar. Rastladıkları yaşlı Samurayın yardımıyla sonunda çekik gözlü prensesi bulur Keloğlan. İşte tam da bu bölümde öykünün gerçek anlamıyla karşılaşıyorsunuz. Çünkü, zeytin dalını bekleyen çekik gözlü prensesin adının Barış Gülü olduğunu, gökyüzünü kaplayan kâğıt turnaları okuduğumuzda birden kitabın başındaki ithafı hatırlıyoruz. “Sadako Sasaki!” Kimdir bu? Hemen araştırmaya başlıyoruz. Bu Küçük bir Japon kızıdır. Hiroşima’da, atom bombası onu da yaralamış. Hastanede yatarken kâğıttan turna kuşu yapmaya başlamış. Amacı bin turna kuşu yapmakmış. Ne var ki bin turna kuşunu tamamlayamadan ölmüş. Japonya’da her yıl bu küçük kızın anısına anma töreni yapılır olmuş. Sonunda Keloğlan, Barış Gülüne, Memocan babasına kavuşabildi mi? Bunu kitabı okuyacaklara saklayalım.Ve Sihirli Düşler Kesesini okurken bir yandan güzel Türkçemizin tadına vararak, diğer yandan kültürümüzü oluşturan öğeleri yeniden sevgiyle duyumsayarak okuyalım. Bana kalırsa Nur İçözü, çocuklarımız için deneysel bir tarzda ve Dede Korkut öyküleri tadında bir kitap yazmış. Çocuklarımıza dil zenginliğimizin güzelliklerini tanıtmayı amaçladığı açıkça görülüyor. Romandaki sürükleyici anlatım baştan başa bilmecelerle atasözleriyle şiirsel anlatımlarla bezenmiş. Bilmeceler, atasözleri, deyimler hepimizin bildiği örneklerden seçilmiş. “Bir küçücük mil taşı, içinde beyler aşı, pişirirsen aş olur, pişirmezsen kuş olur,” “Emir demiri keser,”,”Parayı deve yapmak” gibi.. Romanda kültür ve dil zenginliğimiz birbiriyle iç içe ve son derece doğal geçişlerle, öyküde asla yapay durmayan bir anlatımla sunulmuş. Yazar geçmişin değerlerini günümüz değerleriyle ustaca kaynaştırmış. Zaten Söylence Dede’nin ağzından “Bu masal bir milenyum masalı” diyerek bu kitabı yazma amacını dile getirmiş. Bu özelliğiyle de öğretmenlerin öğrencileriyle hazırlayacakları bir proje konusu olabilir diye düşünüyorum. ? SAYFA 32 CUMHURİYET KİTAP SAYI 886
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle