Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cevat ÇAPAN Şiir Atlası Salah Abdel Sabur (19301981)/ Şiirler/ Çeviren: Metin Fındıkçı Salah Abdelsabur, (Şair, Çevirmen, Eleştirmen ve Oyun Yazarı)1930 yılında Kahire’de doğdu. Mısır’ın en çok tanınmış şairlerdendir. Kahire Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü okudu. Üniversitede okuduğu yıllarda şiirleri Kahire’de yayımlanan edebiyat ve kültür dergilerinde sürekli yayımlandı. Abdelsabur, üniversiteyi bitirdikten sonra bir süre Talim ve Terbiye Kurulu’nda müdürlük yaptı. 1961 yılında Mısır edebiyat dergisinde eleştirmenlik ve çevirmenlik yaptı. Şiirlerini genellikle eleştirel bir dille yazan şair, Mısır şiirine serbest nazımı ilk sokanlardan biridir. 196265 yılları arasında İngiltere’deyken Eliot şiiriyle ile tanışır ve ondan çok etkilenir. 1981 yılında Kahire’de ölen şairin yapıtlarından bazıları. Şiir Kitapları: Ülkemin İnsanları, Eski bir Şövalyenin Düşleri, Hallac’ın Trajedisi ve Sizlere Söylüyorum. Oyunları: Haliç Akşamları, Gece Yolcusu, Beklenen Emir, Kralın Ölümünden Sonra ve Leyla ile Mecnun. MIRILDANMAK Komşum balkondan nağmelerden bir ip sarkıttı Nağme ki bütün bağları kesti alınan kararları hiçe saydı Ateş gibi bir nağme vesselam Kalbime saplanmış bıçağı çekip çıkaran bir nağme Nağme ki birbirine girmiş dalları ruhumda filizlendiren Aramızda derin bir deniz var ey komşum Aramızdaki deniz yaşlı dindar ve derin Ve ben korsan değilim ki bu gemiye bineyim Aramızda yedi sahra var ey komşum Ve ben çocukken hiç köyden ayrılmadım Çocukken kendimi bildim bileli ayağımda bu pranga var Oysa sen bu kalenin içinde ipekten bir yatakta uyuyorsun Zehirli bir candan çıkarılmış Gecenin sonunda İran aynasına bakınca parlayan (Parla ey kötülüğüm) (Ey tanrım!) (Parla ve içime bat) (Ah bu ayın yüzünde aşkı parçalatma bana) Her akşam tuzağın olarak Bana yeni bir yüz kazandıran… Komşum! Sultanın değilim Hayır, sultanın sarayında yayılan bir gülüş de değilim Güpegündüz güneşte seni bir tuhaf görüyorum Ben ki avucumdaki yemeğe bile sahip çıkamam Tuzağın açılıp kapanan bir nimettir oysa Ey komşum gülüşünle giyiniyorum Sesinin nağmesi bütün atmosfere yayılıyor Oysa tek tek lambalarda doğar Beni andığında… Gözlerimin feri çoğalacak ve dostlarımın gözleri Ve bütün güzel arkadaşlarımın Belki de benden alacakları herhangi bir şeyi malları olmayacak Bir esinti gibi gelip geçecekler bu dünyadan Ve hamamın bir tası gibi kaybolacaklar Tekil ve büyük bir kucağa sığınarak Yeni bir lambanın karanlığında doğarak başka bir kucağa… FİNA’DAN ŞARKILAR Yatağımda uyuyordum ve sabah Yaşlı bir son gibi döküldü Dorukların tepesinden Ve bahar yağmurundan bir damla Gölgenin tenine düştü Canım azıcık telaşlı ve çabuk Kendi düşünde parladı Yanından koparıldım sevdiğim, yüzleştiğim, beninden Nabız nabızı kovalarken Ruh sofunun ruhu, haç dolgun kalçalı Kendi kendime diyorum, tanrı kendi göçünde susuzluğunu görüyor mu Kendi gücünde açlığını Sana ışık olan yıldızların ipliğinde kayıp Ey beyaz ten söyle: bu senin sesin mi? Bu akşamda benimle konuşan Ey beyaz ten söyle: bu yeşili aydınlatan ışık sen misin? Ey bu bahçede dolaşan mutluluk Ey beyaz ten söyle: sen kırmızı mısın? Ürpertisinden korkup su içen Kanla suladığın tomurcukları ve yağı Ey beyaz ten kendini tehlikeye atan melekler gibi Tanrı esirgesin bu yaşamını Tanrıya şükürler olsun bu akşama Kirpiklerime bıraktığına Yol ayrımında güneşi gördüm İki güzel kolunun boyuyla İki saklı kolunun boyuyla Sisli kentin parmaklarını gagalayan Yaşadığımız pencere camlarında, beni sona iten Gideceğim ama nereye? SAYFA 32 Mekanımıza pencere oldum, ellerimizin bütün Parmaklarını yuttum Dudaklarımızı yuttum ve ayrıldık Çöken gecenin yoluna düştük Adımlarımızı ayırdım, kadim bir Merdivene dadanan Sonra yolun ayırımına indik birlikte İnsan kalabalığına girmeden Gözlerin ve adımların ulaştığı ekmek ve suya Gözlerin ve adımların ulaştığı ölüme Yolun yüzünde, kollarını saldın Yarım metre uzaklaştık birbirimizden alelacele ayrıldık çocukların bağladığı Yolun sonuna dekuzaklaşmadangözlerinin Rengini görecek kadar Bütün seslerle uğuldayan meydana çıktığımız da En sonunda dayanamayıp bana soruyorsun… kimsin sen? (İki dinin çocukları ilahiler söyler, başları yastıkta eşler bir birine sığınır, çocukları Muhammed, Ahmet veya Seyit, büyük çayır örtüsünden taşarken şeytan olmadığını bil) (İlahları bu nimetine güvenle davet eder otlatmaya veya namazını tamamlamaya, hatta zekatını verir, hatta yakınımızı boğazlar, hatta kilisenin, caminin veya hanın malını sayar denizi) Zamanın öksürüğüyle yoksulu kuşatır. Tuzumuz parlar parmaklarımızın çizdiği sınırda bıçak ve kuş kanadında Tuzumuz o geminin kartalı, direkte duran Gözyaşı olmadan ağlayan… ve dilsiz Ölümden önce tuzumuz öldü, dostlar esenleştiğinde ..Zaman, mekân ve sevgililer Hayatın başına döndü, organları avuçlandı, doldu ve Bedenleri acının sınırına uzandı Ey yaşlı tuzumuz… …Kıyısı olmayan bir su yatağında akar kalbin Bizler uzak bir parıltıya sığınırız milyonların maskesini işaret eden parmaklarla Sonra söyleriz: Bu dağ kalay veya tuzdan olduğunu Bütün gemilerde toplanarak dolaşırız Kayalıkları ısıtarak Döküldük… yasak sulara, yasak sulara bizi salanlarla Oysa bu kalay ve tuzdan veya mutluluktan Dağ… yasak suların doruklarında yaşatır bizi Acı bir lokmayı tattıktan sonra ölürüz ve acıyı düşürürüz Bin geceden sonra bu zararlı zamanda Ağır adımlar atıldı hayata dayanak olan asayla Dağı okşamadan önce ruhun surunu teslim ederiz tuzumuza Kalp korkudan uçar Bütün yaralara ve darplara ve kana rağmen bedenin sağlamdı O mekâna sığınırız estiği zaman dağda sarkan bedeninle Zafere ulaşan da Bozguna uğrayan da yaşayacak Denizcilerin efendisi bu çağın tuzudur Bütün damlayan kan damlalarında yaşayacak Delilikle akmadan önce ölecek 4 Bu zamanın asıl hakkı kayıptır Katili, maktulü ve ne zaman öldürüldüğü bilinmiyor Hayvanların sırtlarında insanların kafaları kesildi İnsanların bedeninde hayvanların kafaları kesildi Başın kesildiğinde Başın kesildiğinde. RÜYA Her akşam, Gece yarısı saatler vurduğunda, Sesler köşelerine çekilir Derimin içine girer canımı içer Gölgemi duvarın üstüne serer Özel tarihimde dolaşırım, anılarımda süzülürüm Ölü günde çektiği cezada ufalan bedenimin sınırında Ufalan bedenimde gömülü günlerim uyanır Mahzun hakimin, kimsesizliğin ve çocukluğun penceresinden Karar ve yanıt gibi hem gülüşüm hem ağlayışım yaşlanır İpi örerim onurumdan ve yitişimden Hiçbir bağlantısı olmayan gecenin mavi tavanıyla Kayalıkların bölgesinde kubbelerin yüzünde uzanırım giysilerimi soyunarak Dünya gece yarısındayken maskemi takarım. İlk dakikalarını vurduğunda saatler Gece yolculuğum başlar şaşkınlıkla yerin altıncı tabakasına çökerim Meçhul ve garip biri olarak içinden fışkırmak için Yüzümdeki maske düşer, alnımın kırışıklığı gerilir İki gözlerimin içinde yaşlar dalgalanır Dumanlı ve nemli bedenim dolaşır yapayalnız Gecede yanıp sönen yıldızlar koynuma düşer Karanlık ve aydınlığı yiyerek, duruluğum ve bulanıklığım çözülür Çayırda saklı güzel kokuların zerreciklerini taşıyan rüzgâr yırtılır Aşıkların giysileri altında gizlenen. Koynumdaki dallar Büyülü müziğin hayatını parçalar Ovada savrulur Ona yönelirim tamamlandığızaman Onda gecenin yıldızları taşınır Saatlerin dakikaları oluşur Her sabah, doğunun yaşam kapısını açar Ve içinden güneşin yangını çıkar Işığıyla karşılaşır ve çıplaklığını açarım Yanı başımda yıldızlar soyunur Kürkü toplar atarım üstümüzden Ve gecenin ipi kesildiğinde Sıradan bir mahzende yüzleşiriz Bakan gözlerin yaşarması için Kadının önündeki rafların altındaki yollarda. CUMHURİYET KİTAP SAYI 888 GÖLGE VE HAÇ 1 Bu zehir zemberek zaman Kibirle zehrini kusar Erkekle kadının arasında bir duvardır bu zehirli Sis İşkencenin derinliği değil asla Zehrin yüzeyindeki yağ tabakası Yemeği berbat etmez Başkana taşıdıkları anda bile …Zehir iner Önce başından yıkayıp temizlerler Beyaz tuvaletli mezarlıkta filizlenir çöken pişmanlıkla Toprağına düşüncenin bedeni ekilir ve hüzünleri… İnsanın heykeli dikilir Bu zamanın ve çağın insanının Ben bütün düşüncelerin denizinden geri döndüm Düşünce beni benimsedi, ancak ben bütün düşüncelerden geri döndüm Ben bütün ölümlerden geri döndüm Ölüm bana verildiğinde, bedenim ölmeden yenilenir, Ölümün bütün süreciyle Ben uzaklar olmadan yaşarım Ben yaşarım güvenmeden Ben gölgesiz yaşarım… haçsız Bu gölge mutluluğumu çalar Gölgesiyle kim yaşar ve haça doğru yürürse, yolun sonunda Hüznünü asar, gözlerindeki rimel parlamadan Ey söğüt ağacı: dalından binlerce dal açıktadır İki damla gözyaşıyla sahrada filizlenir Düşündüğüm an ey söğüt ağacı beni as Yalanladığım an ey söğüt ağacı beni as Kollarımın üstüne gölgemi taşıdığım an ey söğüt ağacı beni as, boşaltarak Ve kırarak Veya dikerek İnsan bu çağda hayatın efendisidir Bu zehri yaşayarak Sevişerek bu zehirle Bu zehirle ölerek 2 Sizler bana söylediniz: Komşuna ceza çektirmek için burnunu sokma Ancak burnunu vererek yardımcı olabilirsin Yüzüm kesik burnumla aynaya bakıyor şimdi 3 Delilikle bağıran şiiri tuzumuza basarız Yürekleri yumuşatmak için bu deliliğe ilahlar davet edilir