Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Adnan Binyazar’ın denemeleri Duyguların Anakarası rından su içiriyor okuruna Adnan Binyazar. Yazarları ve kitapları da unutmuyor elbette Adnan Binyazar, döne döne okuduğu kitapları, yazarları da paylaşıyor bizimle: Shakespaeare, Hemingway, Dostoyevski, Nabokov, Céline, Cervantes... Yazarla yapıtı arasındaki ilişkiye, yani yaratma ve yarılma arasındaki kıldan ince köprüden nasıl da çileli bir yolculuğa çıkıldığının, Adnan Binyazar’ın yaptığı zarif vurguları kimse görmezden gelemez. Kimi zaman bir yapıttan, bazen bir düşünceden, ya da bir anıdan yola çıkıyor Adnan Binyazar ve denemesinin çatısını sağlamca çatıveriyor süslemeden, lafı fazla uzatmadan. "AŞK, BİR DUYGU DEVRİMDİR" O, "Aşk, insan da içlerinde, bütün yaratıkları birbirine yaklaştıran bedensel bütünleşme duygusudur" derken, bir yandan da "aşk, bir duygu devrimidir" saptamasına uzanıyor. Yazının bulunmasıyla başlayan uzun süreçte edebiyatın asıl uğraş alanı aşk değil midir? Dinsel yobazlığı gözler önüne seren şu değerlendirmeye katılmamak olası mı? "Din, kişiyi ahlaklı kılmıyorsa, tekdüzeleşmiş alışkanlıklardan başka bir anlam taşımaz. Alışkanlığa saplanmaktan kötü alışkanlık yoktur." Okuma özürlüler ya da gösteriş yaparak okuyanlar da ağızlarının payını alıyorlar bu denemelerde. Bütün bir yıl kitap okumuşlar gibi yazın özellikle kitaptan, gazeteden uzak duranların iç dünyalarına girmek zor ama, dıştan onları gözlemek kolay. "Kitap, çıtı pıtı hanımların, cici beylerin elinde bir nesneye dönüştüğü an, siz onu dost saysanız da, o sizi dost saymaz. Hele plaj çantasının bir aksesuvarı gibi yanınızda sürüklediğinizde, dostluk bir yana, hem kitaba, hem kendinize düşmanlık edersiniz." Şimdi okuyacağınız alıntıyı ilk okuduğumdan beri yüreğimin bir yeri kanıyor: "Manken yapılı hanımların elinde güneş yağına bulanmış, kıvrık sayfaları kumlara gömülmüş kitaba nasıl acırım!" Oysa, "Kitap, çocuk gibidir" onu okşamak, korumak gerekir. Elbette "Okumayı iş edinmeyenlerin, kitabın derin katmanlarına inmesi olanaksızdır." Okumanın yaratma olduğunun kaç kişi farkındadır acaba? Kitabı yaşamının bir parçası bilenlerin dünyasıyla, okumayı gösteriş olarak algılayanlar arasında dağlar kadar fark olduğunu anlamak hiç de zor değildir. DENEMELERDE BETİMLEME Onun denemelerinde benzersiz betimlemelere de sıkça rastlanır. Bu betimlemeler onun nasıl zengin bir gözlemci olduğunu da gösteriyor. İşte bu tür betimleme ve imgelerden örnekler: Yazar üzerine, "yüreğinin gözüyle algılamasa, insanın insana yaptığı haksızlığı Duyguların Anakarası’ndaki denemeler, yapıtlar ve yazarla sımsıkı örülmüş. "insanlığın ortak değerleri"nden gerekli ve can alıcı göndermelerle, çağrışımlarla zenginleşiyor bu benzersiz, etkileyici ve düşündürücü denemeler. ? Gültekin EMRE eğiniler’de 22, İzlenimler’de 7 ve Dostlar’da 10 deneme yer alıyor Adnan Binyazar’ın üç bölümden oluşan yeni yayımlanan deneme kitabı Duyguların Anakarası’nda. Adnan Binyazar, bu kitabında pek çok konuyu ele alıyor, düşüncelerini geliştirerek bizimle paylaşıyor: Akıl vermeden, üstünlük taslamadan, tepeden bakmadan, alçakgönüllü, samimi bir biçimde ve kendini denemenin içinden silerek yapıyor bunu. Aşk’tan, On Emir’e, Sevmek’ten Yönlendirme’ye, Zamanı Ödürmek’ten Bayağılığa, Yaz Okumaları’ndan Derinliği’ne Okumak’a, Yazma Eylemi’nden Şairin Ustası’na, Divan Şiiri’nden Düşünce Yazıları’na, Düzyazı’nın Sorgulayan Gücü’nden Yazın ve Birey’e, Yazın ve Gençler’den Sanatla Donatmak’a, Türküden Şiire Akan Irmak’tan Mektup Kazıbilimi’ne uzanıyor çok geniş bir yelpazede. Dilin olağanüstü damıtıldığı bu denemelerin önsözünde Emin Özdemir, Denemenin Derin Sularında başlıklı yazısında Duyguların Anakarası’nın yazarının denemeciliğini ayrıntılı bir biçimde ele alıyor, değerlendiriyor: Deneme, Emin Özdemir’in dediği gibi "yaşantı ve birikimler üzerine temellenen bir yazı türü" ise, Adnan Binyazar’ın "denemelerindeki derinlik de buradan geliyor işte" saptaması da yerini buluyor. Öyle ya "Okurlarını denemenin derin sularında gezdirmesinden, değişik duygu ve düşünce limanlarında konaklatan bir yolculuğa çıkarmasından..." Duyguların Anakarası’ndaki denemeler, yapıtlar ve yazarla sımsıkı örülmüş. "İnsanlığın ortak değerleri"nden gerekli ve can alıcı göndermelerle, çağrışımlarla zenginleşiyor bu benzersiz, etkileyici ve düşündürücü denemeler. Kimler mi var bu denemelerde? Hemen söyleyelim: Vincent van Gogh, Gauguin, Matisse, Picasso.. gibi ressamların dünyasından, yapıt ve çalışmalarından esintiler. Başka? Sokrates, Erasmus, Thomas More, Descartes, Voltaire, Albert Bayet.. gibi düşünürlerin yapıtlaSAYFA 18 D Adnan Binyzar, yaşadıklarına, yaşananlara, çevresine, kendine, dostlarına, okuduklarına, yazdıklarına ayna tutuyor Duyguların Anakarası’nda. görebilir mi?" Doğru yazgıya ilişkin, "tarihin çivisidir; her dönem çakılacak bir yer bulunur." Saptaması da cuk diye yerine oturuyor. İspanya’daki, Gran Canaria’daki yağmur onu şöyle büyülüyor: "Arada yağmur çiselese de, güzel gözlerinden yanaklara süzülen gözyaşı gibiydi yağmur damlaları orada, güneş bulutların arasından yüzünü gösterir göstermez kuruyordu." İspanya izlenimleriyle yoğrulu Don Quijote’nin yolunda, dil konusundaki şu benzetmelere bakın hele bir: "Bir dil düşünün, tek sözcüğünü bilmiyorsunuz; ama konuşulanları anlıyorsunuz... İspanyolca, İspanyol’un ağzında bir sürat katarıdır; kulağa nasıl çarpıp geçtiği ayırt edilemez. Geride dil kalmaz; her biri ayrı dile dönüşen yüzü, kaşları, gözleri, bedenindeki seğirmelerle İspanyol kalır." İnsanın portresini çizerken betimlemeleri iyice belirginleşir ve yaşamla bir bir örtüşür gözlemleri. Çok etkilendiği İspanya izlenimlerinden rasgele seçtiğim şu cümlelere dikkatinizi çekmek istiyorum: "Tek sözcüğünü anlamadığım Manuel’in İspanyolca konuşmasına bayılıyordum. Hele on beşon altı yaşlarındaki Willy’yle konuşup sözünü bitirdikten sonra, kızarmış ekmek dilimlerinin ısırıldığında dişte bıraktığı gevrekliğe benzer bir sesle gülmesi yok muydu!" İşte can alıcı betimleme şimdi geliyor: "Manuel, diliyle konuşmuyordu, sözcükler soluk borusunun duygu tellerine uğrayarak çıkıyordu... Sözcükler ağzından çıkıp yüzünü, gözünü, kulaklarını dolaştıktan sonra geriye dönüp İspanyol kırmızısı dudaklarında sese dönüşünce, Manuel, kendi dilinden yaratılmış bir ‘anlatı’ oluyordu." Manuel’in gülmesi ise kimsenin aklına gelmeyecek bir şenliktedir: "Gülme değildi bu. Sancho’nun boğazına tulumdan şarap dökmesiydi." "Harikuladelikler Avı" denemesinden şu cümle de espriye ilişkin: "Espriler düğün sonrası salonlarının sönük balonları gibi buruşup ayağa düşmüş"; öyle ki, gruptaki arkadaşları vapurda "pire tozu" satan adamın yaptıklarına bile kimse gülememiş. Yani öyle yorgunlarmış. O, "nesnelere duygu güzüyle" de bakan bir yazardır. Çocuk dünyasına derin izler bırakan İstanbul gezisinden çevresini "bıyığından kin damlayan saray adamları", "ayaktakımından baldırı çıplaklar, dişlerine avlarının sıcak kan izleri bulaşmış gözü dönmüşler" sarar umarsız bir biçimde. Doğaya ilişkin şu gözleme ne buyrulur peki? "Sanırım kuşlar öterken dalların açık yerlerine tünemiyorlar, odaların dip köşelerine sığınan utangaç kızlar gibi, yaprak aralarında gizleniyorlar." "Betimlemeci bir gezgin değildim" dese de kendisi, olağanüstü bir betimleme ustasıdır aslında. İki yaşındaki Pınar’ı da şöyle selâmlıyor betimlemeleriyle: "Güvercin kemikliydi; turna kuşlarınki gibi, çöptendi bacakları. Teni, iğne gözü kadar bir delikten sızan güneşten bile her an korunacak denli beyazdı." Çıraklık yıllarından belleğinde kalan görüntülerden biri de kendisine çok eziyet eden aşçıya ilişkin: "üstüne bulaşık suyu dökülmüş" gibi bir yüzle dolaşan aşçı unutulacak gibi değildir. Uyku, onun gözlerinde "birer demir gülle" olurmuş o yıllarda, yani çıraklığında. "Avını görünce kanat büyüten çaylak gibi" olduğu anları da varmış o günlerde. Çocukluğunun "başıboş atları gibi kişneyen cesareti" ona bazı yaramazlıklar da yaptırmış. KİTAP SAYI ? CUMHURİYET 888