23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hıfzı Topuz ile 'Başın Öne Eğilmesin'i konuştuk “Sabahattin’in tek silahı vardı, o da kalemiydi!” "O gün bugündür susar Istranca dağları Bildikleri Dillerini yakar çobanların Dalgın akar Sazara deresi Apak sesiyle Ağıt yakar bir çeşme" Mehmet Başaran yukarıdaki dizeleri yazdı Sabahattin Ali’nin o faili meçhul boyutlu öldürülüşüne ilişkin! Şimdilerde ise Hıfzı Topuz bir romanla konuya değiniyor ve "Başın Öne Eğilmesin" diyor! Remzi Kitabevi tarafından yayımlanan kitapta Topuz, Sabahattin Ali’nin biyografik romanını yazıyor ve kütüphanelere kılavuz/belge niteliği taşıyan bir eser bırakıyor. Bu zamana kadar tam tamına bir Sabahattin Ali kimliği çıkarılmamıştı, Hıfzı Topuz bu açığı kapatıyor. Hıfzı Topuz'la kitabı ve dostluklar üzerine bir söyleşi yaptık... ? Erdem ÖZTOP ayın Hıfzı Topuz, yeni romanınız yayımlandı, "Başın Öne Eğilmesin".'Sabahattin Ali’nin Romanı' alt başlığını taşıyor. Bu romanı yazmanızı gerektiren itki ve nedenler neydi, anlatır mısınız biraz? Sabahattin Ali’yi ben ölümünden üç ay evvel tanımıştım; bir akşam yemek yedik, çok duygulandım ve çok heyecanlandım o zaman. Gayet sıcak, dost!.. Daha evvel de yazılarını görüyordum Sabahattin’in elbette. O beni çok sardı, onun etkisinde kaldım. Bir de şu var; ben galiba 1935’te, 36’da "Ayda Bir" diye bir dergi vardı aylık, onu okuyordum. O zamanlar malum on iki yaşındaydım. Orada Sabahattin Ali’nin hikâyelerini okumuş, müthiş etkilenmiştim! Bunları senelerce sakladım ve sürekli başkalarına da anlattım o hikâyeleri. Ama Sabahattin Ali’nin kim olduğu S nu falan bilmiyordum tabii, sonradan anladım. Böyle uzaklardan bir ilişkim oldu, sonra ‘Markopaşa’yı okuyordum, yazılarını biliyordum, hikâyelerini, romanlarını… Daha sonraları biraz önce de anlattığım üzere, Rasihlerde (Nuri İleri) tanıdım onu, 1947 Aralık ayında, orada gizleniyordu o zaman; hakkında kovuşturma açılmıştı. O dönemde Rasih bana bir gün, "Bu akşam bize gel, sana bir sürprizim var" dedi. Gittim ki sürpriz, Sabahattin Ali! Sabahattin beni dost gibi karşılamıştı ve kırk yıldır ahbapmışız gibi bir ilgi görmüştüm ondan. O dönem hapisten yeni çıkmıştı, oradaki anılarını anlatmıştı, orada tanıdığı adamları anlatmıştı, taklitler yapmıştı… Parantez açarak, Sabahattin Ali’nin müthiş taklit yapan biri olduğunu belirtmeliyim; Rum, Ermeni, Arnavut, harika taklitler yapıp, herkesi eğlendiriyordu. Kimse ağzını açıp bir şey söyleyemiyordu, Sabahattin kahkahalarla gülüp, herkesi güldürüyordu. Kaçan, gizlenen tarafını da düşünürsek, hiçbir üzüntü, tedirgin bir ifade yoktu üzerinde. Ben de yeni gazeteciliğe başlamıştım o zamanlar; bana, "BabıÂli’de Burhan Arpad var, onunla arkadaş ol" dedi. Sonraları Burhan’ı bulup, tanıştım, Burhan’ın ölümüne kadar arkadaş olduk. Bunun da nedeni Sabahattin’dir. Sabahattin’in düşüncelerini payla şıyordum, davranışlarını kendi davranışlarıma benzetiyordum, öyle bir yakınlık/paralellik kurmuştum galiba. Neden mi? Sabahattin partili değildi, hiçbir örgüte üye değildi, bağımsız solcuydu! Ben de bağımsız solcu oldum. O zaman da, onu tanıdığım zaman yirmi dört yaşındaydım galiba ama o zamandan belliydi benim neler yapmak istediğim. Böyle bir ilişki oldu işte. Bir de onun duygusallığını, sosyal yaşamdaki davranışlarını da kendime benzetiyordum ve bende bir özenti oldu Sabahattin Ali, ister istemez. Sonra Sabahattin kayboldu malum… Neden sonra öldürüldüğünü öğrendik. "Eski Dostlar" kitabımda Sabahattin’i anlattım ama o zaman çok az bilgim vardı. Özellikle öldürülmesine ilişkin bilgiler, yaşamı hakkındaki bilgiler bende bölük pörçüktü. Geçen sene Remzi Kitabevi’nden Yasemin Aktaş bana "Neden Sabahattin Ali’yi yazmıyorsunuz?" diye sordu. Yasemin Hanım o zamanlar, Doğan Akın’ın yazdığı "Ayşe’ye Mektuplar"ı okuyordu, bana salık verdi, Sabahattin Ali’nin çok ilginç bir kişiliği çıktığından söz etti. Ben de okuyunca bu kitabı, hakikaten yazmalıyım diye karar verdim. Niye biyografi değil de roman yazdım? Biyografide her şeyi açık açık yazmak gerekir, oysa ki ben Sabahattin’in bir dönemini bilmiyorum. Istranca Ormanları’na götürüldüğünü biliyorum, oradan sonraki söylentilerin sahte olduğunu biliyorum. Ali Ertekin, "Ben öldürdüm" diyor, yalan! Kendisi öldürmüyor ve Ali Ertekin onu oradan alıp teslim ediyor. Arkadan derin devlet, MİT, yahut gizli örgüt her neyse, onların adamları geliyor, alıp bir güvenlik birimine götürüyorlar. Oradaki işkencede Sabahattin Ali ölüyor. Ama işkence edilmesine ilişkin oradaki insanlara emir verildiğini ben düşünmüyorum, böyle bir şey olmuyor. İşgüzar bir müdür var, o adam müthiş faşist; canavarca davranışlarıyla Sabahattin Ali’ye belki kendi tokat atıyor, yahu orada başında duran başçavuş mu artık başkomiser mi, ona emir veriyor ve bu adamın gözü önünde Sabahattin Ali öldürülüyor. Öldürülme kasetleri var mı? Sanmıyorum! Ama öyle sert vuruyorlar ki, öldürüyorlar adamı. Sonra onun cesedini alıp, ormanda bulunduğu yere götürüp atıyorlar; bu olayın böyle olduğu anlaşılıyor, ama bu işkence eden adamlara o zamanlar Halk Partisi Hükümeti sahip çıkıyor, onları açıklamıyorlar, üzerlerine gitmiyorlar ve hükümetteki birtakım insanlar bunu biliyor ama katiyen kovuşturma yapmıyorlar! Yani kendi iktidarlarını sarsar diye korkuyorlar. Ondan sonra Halk Partisi devriliyor, yerine Demokrat Parti geliyor, orada da Samet Bey de Adnan Bey de bunları biliyorlar, ama onlar da katiyen olayın üzerine gitmiyorlar. Sanki bir milli birlik var bu işkence yapanlara karşı; bu işkence yapanlara, bu faşist davranışı gösterenlere karşı hükümetlerin bir işbirliği var… "ÖLDÜRÜLECEK ADAM DEĞİLDİ" Peki neye bağlıyorsunuz bunu? Olay 48 ilkbaharında oluyor, o zaman dünyada bir Soğuk Savaş dönemi var. Soğuk Savaş dönemi nasıl başlıyor: İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra Sovyetler güçlenmiş, birçok yerde Komünist partiler de güçlenmiş, özellikle Fransa ve İtalya’da iktidara oynuyorlar ve bunlara karşı evvela Amerika Truman Doktrini’ni, sonradan Marshall Kanunu’nu çıkartıyor. Ardından muazzam bir Komünist avı başlıyor, cadı kazanları kaynatılıyor, McCarthicilik çıkıyor, Holywood’da temizlikler yapılıyor ve Avrupa’da komünist partilerin kapatılmasına uğraşılıyor... Böyle bir komünist düşmanlığı Türkiye’ye de geliyor; Türkiye’de zaten ılımlı bakmıyorlar bunlara, komünist düşmanlığını Amerika’nın yeni politikası destekliyor, kışkırtıyor, ortam hazırlıyor ve bu hava içersinde Türkiye’de faşist bir sol düşmanlığı oluşuyor. Bir ? KİTAP SAYI 869 SAYFA 4 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle