22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? 120 öğretim üyesi, 47 yargıç ve savcı, 35 mülki amir işten çıkartıldı.” (s.230) Sonra ise üniversitelere yöneliyorlar. Üniversitelerde ne kadar müsbet ilimden yana; konuşma, ders notu ve yazılarında; “sosyal adalet,” “sosyal eşitlik,” “sosyal güvenlik” vb. tanımlamaları kullanan öğretim elemanı varsa hepsini “komünist” sayıp işten atıyorlar. “27 Mayıs’ın Milli Birlik Komitesi, 28 Ekim 1960 günü ve 10641 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 14 sayılı yasa ile 147 öğretim üyesinin üniversitedeki görevlerine son vermişti. 147 sayısı, büyük bir sayıdır. Hele, o tarihte yalnızca birkaç üniversitemiz bulunduğu anımsanırsa...” (s.97) “Şu sözler 12 Mart döneminin Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş’ın: ‘Basında AP iktidarını, Türkiye’nin bozuk düzenini tenkit eden ne kadar yazar, ne kadar üniversite hocası varsa hepsini tutukladılar.” (s.162) “12 Eylülcüler 4 Kasım 1981’de 2547 Yükseköğretim Yasası’nı kabul ettiler. 4 Kasım’da yürürlüğe giren bu yasa ile üniversitemizin yapısı, çalışması baştan aşağı değiştirildi. Tüm üniversitelerimizin üzerinde kısaca YÖK olarak anılan Yükseköğretim Kurumu kuruldu.”(s.217) Yetkin, bu bölümde; üniversitelerden kimlerin atıldığına değil de kimlerin alıkonulduğuna, terfi ettirildiğine, yöneticiliğe getirildiğine örnekleriyle yer veriyor. Bunlar tarikatçıdır; aralarında yolda arabasının tekerinin patlamasını hoca efendinin hikmetine bağlayanlar, adam olup olmamayı, İslâm olup olmamaya bağlayanlar, Kuranı Kerim’de Astronomiye dair bilgiler olduğunu ileri sürenler, cinleri sınıflara ayıranlar, hattatların ömrünün uzun olacağını, insan beyninde dua, tapınma ve hürmet merkezlerinin olduğunu öne sürenler bile vardır. ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİ... Darbeciler, bu her üç darbede de ortak bir şey daha yaptılar. O da Anayasa değişiklikleridir. “12 Eylül, 12 Mart’ın yarım bıraktığı uygulamaları sonuçlandırmıştır. Bu açıdan bakıldığında, 12 Mart, 12 Eylül’ün bir aşamasıdır. (s.157) Diğer bir ortak özellik, sol karşıtlığı, hatta sol düşmanlığı ise ötekisi çalışanların mevcut haklarına getirilen kırpma, budama ve kısıtlamalardır. Öyle ki; “1980’de sendikalı işçi sayısı 5.721.074 iken, 1985’te bu sayı 1.711.254’e düştü. 1979’da ortalama işçi günlük ücreti 8.4 dolar iken 1985’te 4 dolara indi.” (s.230) İşçi ücretlerindeki bu düşüş, dış borçlardaki artışı ile orantılıdır; “Dış borçlardaki artış ise, 1980’de 16.2, 1981’de 16.8, 1982’de 17.6; 1983’te 18.4; 1984’te 21.3; 1985’te 25.3; 1986’da 31.2; 1987’de 36 milyon dolara yükseldi.” (s.230) “BEN HOCA OĞLUYUM, DİNİ BİLİRİM...” Bir ortak özellik ise dinciliğin (şeriatın) önünün açılmasıdır. Evren’in halkla konuşurken, “Ben hoca oğluyum, dini bilirim” gi bi başlayan konuşmalarında, neyin günahharamsevap olduğunu sık sık halka anımsatmasına karşın; bu dönemdeki Anayasa değişiklikleri, özellikle de 81 Anayasası’nın 24. maddesi ile getirilen zorunlu din eğitimi konusu bunca önemine karşın kitapta yer almamış. CIA’yı bu kitapta, her üç olayda da ülkemiz özelinde yeniden yeniden anımsıyoruz. Bu bağlamda; “Gerçekte, Şili’de neler olup bittiğine 12 Eylül 1980 sabahı baksaydık, ülkemizde nelerin olup biteceğini önceden görebilirdik. (s.233) diyor yazar. Ve ekliyor: “Bu kitabın başından beri ortaya konan gerçekler ise; Türkiye’nin emperyalizmin ağına düşmesi için, 12 Eylül’ün ulusal varlığımıza indirilen son darbe olduğunu kanıtlamaktadır.” (s.234) Yine de ihtiyatı elden bırakmıyor: “...darbelerde Amerika’nın etkisini ve yönlendirmesini ordumuzda değil, fakat kişisel planda bazı subaylarda aramak gerek.”(s.236) derken kitabın sonlarına doğru, önsözün ilk paragrafında ise şu arzusunu ve elbette endişesini dile getiriyor: “... Bunlar, ülkemizde ordunun iktidara el koyduğu üç günün tarihi. Acaba bu tarihlere bir yenisi eklenecek mi?...” (s.5) ÇILGIN TÜRKLER NEREDEYDİ?.. Çetin Hoca bundan emin değil. Böyle olmalı ki önsözün son cümleleri de şunlar: “... ola ki, bu kitabı okuyacak birkaç bin kişi içinden bir ikisi de belki de yeni bir askeri müdahaleyi planlayan sulemlerden bir süre uzak kalır. İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’ndeki öğrenimini gecikmeli olarak tamamlar. Babası varlıklı bir doktordur. Kızının başına bir şey gelmemesi için onu yurtdışına yollamak ister. Aslı ise Eylül 1980’de Boğaziçi Üniversitesi’nde bulduğu bir LatinceYunanca lisansüstü programına kaydını yaptırır. Aslı, biraz aykırı bir tiptir, kendi bildiği yolda yürümekten hoşlanır. Aykırı duruşunu hep korumaya çalışmıştır. Herkesin tersine Robert Kolej ya da Galatasaray Lisesi’ne gitmek yerine İtalyan Lisesi’ne girer. Onun aykırı duruşu babasının düzenli ve ilkeli yaşamına bir tepkidir bir bakıma. Gülay’ın haberinden, kendisiyle buluşmak istemesinden sonra Yusuf’un kendisini aramasını sabırsızlıkla bekler Aslı. Telefonları dinlenebilir diye arayamayan Yusuf ona, yine Gülay’la, bir buluşma yeri önerir. Aslı, Yusuf’la bu baylardır. İşte o zaman; 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül’de içine düşülen yanılgıları ve hatta ulusal çıkarlarımıza aykırı uygulamaları bir ölçüde ortaya koymuş bulunacağı için, bu kitabın az da olsa pratik bir yararı da olabilir belki, kim bilir?...” (s.9) Bu kitap; her yurttaşın değil sadece, er’inden generaline her askerin okuması, ibret alması, dersler çıkartması gereken bir kitap. Ama eminim sonuçta; resim parçalarını yerine koydukları ve oluşan tabloyu bir bütün olarak gördüklerinde; okuyucular şu soruları sormayacaklar mıdır?... Bunca olup bitenler orduya rağmen nasıl olabildi?... Darbeci Türkler tüm bu işleri becerebilirlerken Çılgın Türkler neredeydi?... ? Türkiye’de Askeri Darbeler ve Amerika/ Çetin Yetkin/ Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Yay./ 265 s. luşacağı gece heyecandan hiç uyuyamaz ve geçmişteki karşılaşmalarını, kendisi için unutulmaz olan anlarını yaşar, anımsar. KAÇIŞ... Yeniden bir araya geldiklerinde ise Yusuf’un yurtdışına çıkmasından başka bir umarı kalmadığını konuşurlar. Aslı onun bu eylemi gerçekleştirmesine, yüreği kan ağlayarak, destek olmaya çalışır. Ona kaçış talimleri yaptırır şişme botla. Yusuf’la Kaş’a kadar uzun bir geziyi, tatile çıkan bir çift görüntüsü vererek, gerçekleştirirler başlarına herhangi bir kaza gelmeden. Yol boyu Türkiye’nin Ege kıyılarını da doğası ve tarihiyle ustaca betimliyor Turgay Fişekçi. Sonunda, Yusuf, Aslı’yı geride bırakıp, tek başına şişme botla denize açılır Yunanistan’a doğru. Bir romanı özetlemek ne kadar olasıdır, bilmiyorum. Okumak gerekiyor Hep Yanımda Kal’ı ki, onun dilinin, anlatımının, başarılı kurgusunun, sağlam öyküsünün tadına varılabilsin; Aslı ile Yusuf’un dünyalarına daha yakından sokulmak mümkün olsun. YURTDIŞINDA YAŞAM... Hep Yanımda Kal’da Aslı ile Yusuf’u, birbirleriyle doğru dürüst beraber olamayan iki insanın çağdaş masalını anlatıyor bize Turgay Fişekçi. Bu iki gencin daha sonraki yazgılarını, yaşamlarını bilmiyoruz. Turgay Fişekçi, umarım Hep Yanımda Kal’ın devamını da getirir. 12 Eylül’den sonra siyasal eylemleri nedeniyle yurtdışına çıkan pek çok ilerici, devrimci aydının ülke dışındaki yaşamlarına çok yakından tanıklık ettim 26 yıl boyunca, Berlin’de. Hiç de kolay olmadı pek çoğunun ayakta kalması, ruh sağlığını yitirmeden yaşamlarını sürdürmeleri. Ne acılara, yoksunluklara, özlemlere katlandılar onlar ve Hep Yanımda Kal arka plana ülkemizin siyasal ortamını yerleştirerek. Ülkemizde siyasal sıkıntıların halkımızın nefesini kestiği dönemler hiç eksik olmadı dense yeridir: Ne acılar, ne ölümler, ne işkenceler, ne hapislikler yaşandı yaşanıyor. Tümüyle siyasal bir roman değil Hep Yanımda Kal. Romanında, ne yazık ki pek fazla birlikte olamayan iki gencin yalın ve duyarlı sevgisini, yakınlaşmasını ustaca ele alıyor Turgay Fişekçi. Yusuf, bağlı olduğu örgütün yayın işleriyle uğraşmış, kitaplar çevirmiş ve sonuçta da 7,5 yıl hapis cezasına çarptırılmış, hapis yatmak istemediği için de aranan bir devrimcidir. TANIŞMA... Aslı ile Yusuf’un tanışması yeni değildir aslında. Aynı örgütten ve farklı eylemlerin içinde yer almışlar. Karşılaştıklarında aralarında bir sıcaklık doğmuş, eylemleri gereği ise hep ayrı kalmışlar. Saklandığı için Yusuf Aslı’yı bir yıldır görememiştir sürekli onu düşünmesine karşın. Kostantin Simonov’un “Bekle Beni” şiirini dilinden düşürmeyen Yusuf, Gülay ile haber yollar Aslı’ya ve kendisini görmek istediğini söyler: Aslı “siyasal sorunların tartışıldığı” dernek odasındaki konuşmalarını ve Yusuf’la ilişkisini düşünür durmadan Gülay’dan sonra. “12 Eylül” ülkemizin suratına bir balyoz gibi indiğinde Aslı da çok korkmuştur çevresindekiler gibi. 2 yıl öğrenci derneğinde yönetim kurulu üyeliği yapmasına karşın tutuklanmaz. Katıldığı eylemlerden dolayı resmi belgelerde adı yer almaz. 1 Mayıs 1977’deki katliamda ayağı kırıldığı için siyasal ey ? Gültekin EMRE İ lk romanı 2005 İnkılâp Roman Ödülü’nü alan Turgay Fişekçi de Nâzım Hikmet, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Salâh Birsel, Attilâ İlhan, Hulki Aktunç, Enis Batur, Güven Turan, Murathan Mungan, Metin Celâl, Tahir Abacı, Nevzat Çelik... gibi roman da yazan şairlerin arasına katıldı Hep Yanımda Kal ile. Turgay Fişekçi, yalın şiirlerin, özlü denemelerin ustasıdır. Şiirindeki anlatım süslemesiz, dupdurudur. Onun şiir dili tertemiz, dibini olduğu gibi gösteren serin bir pınar gibidir. O, şiirde anlaşılır olmayı kendine ilke edinmiş, anlaşılmaz imgelerden hep kaçınmıştır. Romanında da bu anlayışını başarıyla sürdürüyor. Toplumumuzun 1970’lerden sonra geçirdiği çalkantılı siyasal dönemden sıkı bir kesit sunuyor Turgay Fişekçi romanı Hep Yanımda Kal ile. O, romanında aranan ve gizlenmek zorunda olan Yusuf ile Aslı’nın aşkını ele alıyor SAYFA 30 Turgay Fişekçi ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 869
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle