23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? çocukluğumuzdan bu yana, Osmaniye’deki açık hava sinemaları… Bizim burada pek öyle tanıdığımız kimse yok, arada bir rastlarsak, filmlerde tanıdığımız oyuncularla karşılaşıyorduk. Bir gün Senih Orkan’a rastlamıştım. Görünce sanki akrabama rastlamış gibi oldum, takip etmeye başladım hissettirerek!.. O da ne olduğunu bilmiyor, bir anda karşısına çıkınıca, ‘polis misin’ diye sordu. Ben de, "yok abi Saliha’nın arkadaşıyım" deyince rahatladı. Sonrasında sohbet ettik ayaküstü, sanat üzerine. "İçki içer misin?" diye sordu, "İçerim abi" deyince, "yürü o zaman" deyip Bacı adlı bir meyhaneye gittik. Girince ve masadakileri görünce şok oldum tabii, tüm sinemacılar orada. Beni Adanalı şair diye tanıştırdı. İçerideki odaya girince ise, bir müzik ekibiyle karşılaştık. Sazı çalanın sonradan Sezer Tansuğ olduğunu öğrendim. Soldaki ilk masa ise bir hayli kalabalıktı. Onlara da merhaba deyip, oturmuştuk masalarına, gene beni "bakın, arkadaş Adanalı şair Arif Keskiner" diye tanıtmıştı. Tam yanımda oturan, Demirtaş Ceyhun’du. Onun yanında Şükran Kurdakul vardı, sırasıyla, Edip Cansever ve Fikret Hakan oturuyorlardı. Karşısında, Fethi Naci, yanında Yüksel Arslan ve ‘Karga Rauf’ oturuyordu. Hemen Demirtaş lafa girdi, "nerelisin?" diye sordu, "Osmaniyeliyim" deyince Demirtaş hemen "siz bunları bilmezsiniz, eşkıyadır Osmaniyeliler, Kanlı Geçit’i tutarlar, mavzerleri yastık yapıp uyurlar, erken kalkarlar, gerinirken: uğurlu bir kısmet gönder, yoksa iki kulunu hallederim, derler, o takımdan mısın sende" diye sorunca, ister istemez kızardığımı hatırlarım. Sonra Şükran, "peki şairmişsin, bir şiir oku da görelim" dedi. Şiiri okudum, Şükran’ın suratı asıldı, "bir tane daha oku" dedi, gene aynı durum, "kötü şiir yazıyorsun" deyince ter bastı beni. Edip Cansever kurtarıcım oldu, "ne gidiyorsunuz çocuğun üzerine, yaza yaza iyiye ulaşacak" dedi ve konu kapanmıştı. Onlarla başlayan uzun bir yolculuğa çıktık ve hâlâ devam ettiriyoruz. Peki Arif Bey, anıları yazmak nereden doğdu? Aslında normale bakıldığında yaşamım maceralı ve renklidir. Okumayı da çok severim, hal böyle olunca da tüm arkadaşlarım bir süre sonra, ‘şu anılarını yazsana Allahaşkına’ demeye başladılar. Sonra bir gün Strasburg’a gittim Türk film haftasına. Strasburg Üniversitesi’nde Yaşar Kemal’e profesörlük unvanı da verilecekti aynı günlerde, bu yüzden ben de üç gün önce gitmek istedim. Töreni izledim, ertesi gün Yaşar ağabeyler Paris’e geçti, bir gün vardı bizim ekibin gelmesine, tam da o zaman "ben yazmalıyım anıları" düşüncesiyle koyuldum işe. Hazırlıksız bir yerinden başlayıp, otel odasından hiç çıkmadan akşama kadar, 2530 hafta çala kalem yazdım. Eve dönünce bir bakayım şunlara dedim, o anda hepsini yırtıp atmıştım! Sonrasında nasıl yazmalıyım diye düşündüm; ilkinde edebiyat yapmaya kalkmıştım, sonra beni böyle bir şey yazmak istemiyorum, sohbet eder gibi olmalı, dedim. Sonuçta şunu buldum, Türk Edebiyatı’da sözlü edebiCUMHURİYET KİTAP SAYI yat diye bir şey var, hatta Anadolu geleneği içinde bu yaygın, dengbejler mesela… Öyle bir dil bulayım istedim. Bunda ben kendimi de anlatacağıma göre, daha rahat bir dil kurabilirim deyip, oluşturup yazmaya başladım. Kronolojik sırayla yazmayı yeğledim. Sonra elle, yazmaya başladım, devam ediyor… Yanılmıyorsam, isim annesi, Sezen Aksu? O ikinci kitaba isim anneliği yaptı. Bana "nasılsın" diye sorduklarında, "çiçek gibi" derim. Adımı da sonradan Çiçek Arif koydular. O zaman ben ilk kitabımın ismi "Çiçek Gibi" olsun istedim. Sonra ikinciyi yazdım, Sezen’in de katıldığı sohbetlerde, keyiflendiğim zamanlar, "ulan yine mi güzeliz, yine mi çiçek" derdim, o arada Sezen bu adla bir şarkı yapmıştı Meral’le. Kitabıma da bu vesileyle başlık oldu. ÇAPKINLIK İŞİ Elbette Çiçek? Bu isimlerle yol alırken anılar, kendi kendime "yine mi çiçek" diye sordum, yanıt olarak gene kendime "elbette çiçek" deyince bu kitabımın adı da bulunmuş oldu. Bu kitabınız, evlilik yaptığınız Valentina ile başlar, devam eder. Şöyle bir not düşmüşüm peşi sıra, çapkınlık! O dönemler epey çapkınmışsınız? Az önce hayatım maceralıdır demiştim. Ben hayatımı hep özgür yaşamışımdır. O yüzden de tabiki, her gün sokakta olan adamın; ki burada annemin bir sözü aklıma geldi: "gezen tavuk pislik taşır" derdi, onun için biz de çok gezdiğimiz için!.. Biz, kadınerkek ilişkilerinin normal olmadığı bir dönem yaşadık, kadın arkadaş edinmek zordu. Biz onun dışına taşmaya çalıştık, rahat bir yaşam sürmeye çalıştık, ama bu zor oldu. Onun için biz de kendimize göre, di şimizle, tırnağımızla bu ‘çapkınlık’ işini sürdürdük. (Gülüyor…) Bir fantazya anlatayım; Bizim Adanalı ekibi İstanbul’a gelirken, paylaşım yapmışlar, Yaşar Kemal röportaj yapsın, Orhan Kemal roman yazsın, Abidin Dino resim yapsın, Demirtaş Ceyhun hikâyeler yazsın… E peki Arif Keskiner n’apsın? Bu soru üzerine Orhan ağabey demiş ki, "Hepimiz çalışıyoruz, işimiz gücümüz var, kadınlarla da birinin uğraşması lazım, onu da Arif yapsın" demiş. "Yaşar Kemal hep hayatımın içinde oldu" diyorsunuz. Kısaca bahseder misiniz? İlk nişanımdan itibaren hep yanımda oldu. Kulise sokan, Orhan Kemal’le tanıştıran hep o oldu. Şu Çiçek Bar’ın açılışında bile onun emeği büyüktür! Barı açarken maddi olanaksızlar vardı, Yaşar ağabey, o dönem yazığı kitabının telifinin büyük bir kısmıyla destek vermişti mesela. Ona hayranım. Şimdilerde görüşüyor musunuz? Mümkün olduğunca sık görüşmeye çalışıyoruz. O zaman lütfen biz okurları olarak Yaşar Kemal’e sorun istiyorum, "Bir Ada Hikayesi"nin son cildi ne zaman bitecek? Vallaha Yaşar ağabey o konuda biraz kandırıyor bizleri, birkaç senedir bana hep aynı şeyi söylüyor. "Yahu ağabey, herkes bana soruyor bak, ne zaman bitireceksin?" diye sorduğumda, "Tamam, bitiyor işte", diye yanıtlıyor beni. Ama son zamanlarda gördüğümde, "Tamam, tamam bitiyor artık" demişti, herhalde bu sefer bitiriyordur! (Gülüyor…) Dostluklarınıza bakıyorum, Mesut Yılmaz da var aralarında, Adnan Polat da… Sağsol ayrımı gözetmeksizin, dost’luğa önem veriyorsunuz? Dostluğun da kuralları vardır elbet, o da vefadır! İnsanın insana vefa sı… Dostsan, seviyorsan vefalı olman lazım! Benim vefa duygum çok fazladır. 31 yıldır arkadaşım Kamuran’ı Avcılar’da sahilde anarım. Şimdilerde vefa diye bir şey kalmadı denir, biraz katılıyorum ama, ben mümkün mertebe insan ilişkilerinde ideolojik anlamda ekstrem olmamak kaydıyla, sağcı olsun solcu olsun dostluklarımı devam ettiriyorum. Ben insanlara güzel bir varlık olarak bakıyorum, Ali İzzet’in bir dizesi vardır, "güzellere güzel bakmak güzeldir". İnsana güzel bakabiliyorsanız, bundan güzel olan bir şey yoktur. BİR ATATÜRK FİLMİ... Geriye dönüp baktığınızda, hayalinizin hep bir Atatürk filmi yapmak olduğunu görüyoruz! Bir dönem İlhan Selçuk’un "Yüzbaşı Selahattin’in Romanı"nı çalıştınız. Bu hayaliniz şimdilerde ne durumda? Bu hayalimi gerçekleştireceğim, yapamazsam gözlerim açık gider! Şimdilerde yeni bazı ilişkilerim var, onun sayesinde inşallah kotaracağım. Yurtdışından geldiler, Attilâ İlhan projesi üzerinde konuştuk … Adnan Polat ve benim özlemim olarak bu filmi çekeceğiz! Gerçek anlamda, uluslararası dünya sinemasında gösterimi olacak bir Atatürk filmini yürekten istiyorum. Bunun dışında sinemayla aranız nasıl? Pek yok! En son "Piyano Piyano Bacaksız"ı çekmiştim. Sonrasında belgeseller projesi oldu, evvelki sene Nebil (Özgentürk)’le yaptık. Bir dönem belgesellerden ağzı fena yanmış biri olarak hem de? Evet, yanmış olmasına rağmen hem de! Ama belgesel de çok önemli gerçekten. Yurtdışında bize onur kazandıranlarla ilgili bir belgesel çektik en son, altıyedi bölüm çekebildik, sonrası kaldı. Peki ya Bodrum? Bodrum, çok zaman süren bir rüya gibi geldi ve geçti. Şimdilerde hiç canım çekmiyor! İlk 1966’da görmüştüm Bodrum’u, ondan sonra da hayatımda hep yeri olmuştu. Orada sanki İstanbul’un kalabalığından kurtulup, orada dostlarınızla birlikte olup içmek çok güzeldi! Bodrum kirlendi artık! Israrla çağırıyorlar arkadaşlar, ama şimdi burada daha mutluyum, Çengelköyümde! Kitap yazma işi de girdi bir de, yaşımız da ilerledi, kendimizi sevgilimizin yaşında hissediyoruz ama!.. Bir taraftan da dingin bir hayatın özlemini çekiyor insan… Çiçek Bar’da arkadaşlarımla birlikte olmak keyif veriyor. Anı yazmak! Nasıl, zorluk çektiniz mi? Ne ifade ediyor sizin için? Çiçek serisi devam edecek diyordunuz? Anı yazmak kolay bir şey değil, dürüstlük gerektiriyor, yalan yanlış yazmamak gerekiyor, sonuçta tarihsel bir belge niteliği taşıyor! Hata yapma şansınız olmaması gerekir, dışarı çıktığınızda göğsünüzü gere gere yürümelisiniz! Anıların yazımı, bir ay sonra yazılmaya devam edecek, şimdilerde "Elbette Çiçek"in keyfini sürüyorum!..? eoztop@aof.anadolu.edu.tr Elbette Çiçek/ Arif Keskiner/Doğan Kitap/348 s. SAYFA 25 Arif Keskiner, “Türk Edebiyatı’da sözlü edebiyat diye bir şey var, hatta Anadolu geleneği içinde bu yaygın, dengbejler mesela… Öyle bir dil bulayım istedim. Bunda ben kendimi de anlatacağıma göre, daha rahat bir dil kurabilirim deyip, oluşturup yazmaya başladım” diye özetliyor kitaplarının ortaya çıkmasını. 869
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle