Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
“Metinler Arası İlişkiler” yeni bir edebiyat anlayışı olarak benimsenirken, bilgiden yararlanmak her zaman gereklidir. Yeter ki bilgiyi kullanmasını bilelim. Bilgiyi şiirde sınamak da denenebilir. Yeter ki ozan bildiklerini şiirin dokusuna işlemenin ustası olsun. ayrımında değildir. Böyle bir ozandan bilgiyi şiirde yaşatması beklenemez. “ŞİİR GÖZÜ” “Şiir Gözü”yle bakmak, biraz da “Gönül Gözü”yle bakmaya benziyor. O zaman “doğal” görünüşün ötesindeki “Gizem”in de ayrımına varılmış olacaktır. O zaman, “bilinen”i şiirde yorumlayan ozan “bilinmeyen”in kapısını zorlayacaktır. Fuat Çiftçi, dördüncü yıla giren dergisinde, hep gerçek şiirin yanında yer alırken bize de görmeyi öğretiyordu: “Şiir, kâr getirmeyecek bir girişim olarak kalacaktır. Pazarlama olmaksızın, değişen toplumsal ve ekonomik koşullar karşısında şiir, geleceği yönlendirmede kendine şürekli kimlik bul(dur)acaktır. Düşük nitelikli meta üretiminin etkisine karşı içten gelen direniştir şiir...” Hep yeni, hep çarpıcı bir üretimden yana olmak, kendini çoğaltmaktan sakınmak, bir başka şiirin dümen suyuna kapılmamak, insanı dönüştüren bir şiirin izini sürmek, bilinmezi sezmek gerekecektir. Bir kuşun gökyüzüne akıvermesi gibi bir duyguyu yaşamak, o bilinmezi sezmek anlamına gelebilir. Ne diyordu Cahit Sıtkı Tarancı: “Işıldıyor kanat seslerinde kuşların İlk uçtukları günün altın sevinci.” Bir ozan nasıl uçulduğunu bilmeyebilir. Nasıl uçulduğunu bilen de “kanat seslerindeki o altın sevinci” duyumsayamaz. Bunu duyumsayan ozanın işi de kolay değil. Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler B ir ozan bildiklerini şiirin eleğinden geçirirken neler dökülür? O dökülenler neden şiire girmez? Şiire girmesi sakıncalı olan sözcükler midir, düzyazıda bile anlatılması gerekmeyen bilgi artıkları mı? Sözcükleri, sözcüklerin ördüğü bilgiyi suçlamak yerine; kendine özgü dize kurmasını bilmek, şiire biçem özelliği getirmek önem kazanmalı. Şiire özgü sözcükler diye bir ayrım yapılamaz. En aykırı sözcükleri bile şiire kazandırmasını bilmek gerekir. Gül ile bülbül bir zamanlar şiirin bırakılmaz sözcükleriydi. Artık o kavramlar öyle eskidi ki, güncel bir anlam kazandırılsa bile, şiire alıştırılması kolay olmuyor. Düzyazıya bilgi aktarmak gerekli sayılabilir. Kimi zaman aktarılan bilgi yama gibi durur, yadırganabilir. “Metinler Arası İlişkiler” yeni bir edebiyat anlayışı olarak benimsenirken, bilgiyi kullanmanın zorunlu hale geldiği görülür. Bilgiden yararlanmak her zaman gereklidir. Yeter ki bilgiyi kullanmasını bilelim. Bilgiyi şiirde sınamak da denenebilir. Yeter ki ozan bildiklerini şiirin dokusuna işlemenin ustası olsun. Uğraş edindiği işte özel bilgiler edinen ozanlar da var, yaşadıklarından öğrendiğini şiirinde sınayanlar da. Her ozanın kendine göre bildiği bir şey vardır. Ama asıl sormamız gereken ozanın neler bildiğidir. Kırık sevilerden gelen yürek sıkışmasını şiirinde kullanan nice ozan, o acıyı yaşamasa da, okurları duygulandırabilir. O acıyı duyan Nâzım Hikmet; içerde kalma baskısının, nikotin bağımlılığının “arterio skleroz”a yol açtığını, “Angina Pektoris” denen yürek sıkışmasını kendinde yaşadığını bilir; gene de dünyanın kötü gidişine, özlemini duyduğu bir sevi ilişkisine bağlar bunu: Bilgiyi şiirde sınamak merakla açılan gözlerindeki coşkuyu kullanarak; baharın, börtüböceğin nasıl uyandığını anımsatıyor: “Hava ne kadar güzel öğretmenim Yollar, ağaçlar, kuşlar ne kadar güzel Yeryüzü pırıl pırıl öğretmenim Gizlisi saklısı kalmamış dünyanın.” Bir ilkokul öğrencisinin sevimli “ukalalığı” içinde “konglomera”lardan bile söz açılıyor. Gene de bu bilgi aktarımı göze batmıyor. Veysel Çolak bir öğrencinin giyimkuşamını anımsatarak, Behçet Necatigil’in ‘eklentivarlık ilgisi’nin ustaca kullandığını belirtiyor: Fotoğraf: Ara Güler BİR GÖNÜL İNSANI ŞİİRİ ÖZLÜYORUM gerçek şiirin sesine kulak verdi. Fuat Çiftçi, o şiirden neler beklediğimizi de anımsatmak, bizi kendimizle başbaşa bırakmak istiyor: “İnsanın dönüşümü, yeniden insanı dengenin kavranışıyla mümkündür. Şiir için de böyle düşünebiliriz. Günümüzde şiirin insani değerinin bilinmesinden daha çok, piyasadaki değeri üzerinde durulması, şiiri standartlaştırıp sahte sonuçlara dönüştürmeye değin tehlikelidir. Gerçek şair şiirinin gerisinde insanı arar, öğreneceğini de ondan öğrenir.” “Koştu yokuş aşağı rengi atmış bir şapka Çanta, gözlük Bir eski aktı, adımları yavaş Uçar gibi hafif, bir küçük önlük.” (ŞİİRİ ÖZLÜYORUM, Şiirin İçerdiği Bilgi ve Poetika, AğustosEylül 2006). Orhan Veli ÖNCE ŞİİR Ama bir ozan önce şiirin ne olduğunu, nasıl şiir yazılacağını bilmelidir. Alışılmış imgeleri yinelemek, bir başka ozanın söyleyiş biçimini kullanmak, şiirin ne olduğunu bilse bile, özgün bir şiir yazamadığı anlamına gelir. Şiirin yapısal özelliklerini Ahmet Ada şöyle açıklıyor: “...önce şairin, şiirin ‘yapı’ olarak bilgisini edinip edinmediğini, yine şiirinin örgütleniş biçiminden çıkarılabiliriz. Çağdaş şiir ses, anlam, yüzey yapıderin yapı, gerçeklik, yoğunluk, somutluk, biçimsellik ve dilden söze evrilen özellikleriyle bir bütündür. Şair, çağdaş şiirin ‘karmaşık’ bilgisine ne kadar yakındır? Ya da bu bilgiyi nasıl ve ne kadar ‘mülk’ edinmiştir? Şair, şiir yazmadan önce, öteki şairlerin şiir birikimini, şiirin evrensel durumunu özünsemiş midir? Bütün bu soruların yanıtlarını şairin ürettiği şiirden öğrenebiliriz.” (ŞİİRİ ÖZLÜYORUM, ‘Modern Şiir, Çağdaş Bilinç, Çağdaş Zihniyet Dünyasının İçinden Varoluş Sorunsalını Temellendiren Şiirdir’, AğustosEylül 2006). İyi bir şiiri kurgulamak için “esin”den mi yardım umacağız? “Esin” nedir? “Esin Perileri”nin bize fısıldayacağı bir şiir mi var? Artık bu soruları aşmak gerekecektir. Edip Cansever’in “Dize işlevini yitirdi” sözünü yeniden yorumlamalı. Artık dizede “mısraı berceste” anlayışını yaşatmak söz konusu değildir. Yerine göre tek bir sözcüğün duruşu “mısra kimliği” kazanabilir. Şiirin tanımlarına bakıp ne olduğunu değil, ne olmadığını belirtmek belki daha doğru bir yaklaşım olur. Bir ozanın neler bilmesi gerektiği üzerinde durulabilir. Ancak önce şiire bakışının anlam kazanması gerekir. Eskimiş, artık kullanılmaz olmuş bir şiir anlayışına sığınan ozan, şiirden uzak düştüğünün “Hiçbir şeyden çekmedi dünyada Nasırdan çektiği kadar.” “ŞAİR NE BİLİYOR?” Bunu bir “dosya” konusu yapmak, bir ozanın neler bildiğini, bu bildiklerini şiirde nasıl kullandığını araştırmak, ilgi çeken bir edebiyat olayı sayılmalıdır. Böyle bir araştırmayı Avanos’ta çıkan, giderek daha kapsamlı bir içerik kazanan şiir dergisinin yapması ayrıca önemli sayılmalıdır (ŞİİRİ ÖZLÜYORUM, “Şair ne Biliyor?”, AğustosEylül 2006). Nice yanlış bilgilerden geçtiğimizi anımsarsak bilgiye ne kadar güvenmemiz gerektiği tartışmaya açıktır. Hekimliği anımsayalım: Tanı koymada, iyileştirme yöntemlerinde öyle değişiklikler oldu ki, zamanında hastalara yeterince yarar sağlanamadı. İyi ki “Primum nil nocere” (Önce zarar verme) sözüne uyarak, insanın kendini iyileştirme gücünden yararlanıldı. Şiir geleneği içindeki değişimlerde yanlış aramak söz konusu değildir. Şiir dili, değişen beğenilere göre gelişme gösterir. Belki de değişen şiir dili yeni bir şiirin oluşmasını sağlar. O şiiri de benimseyen bir beğeni ediniriz. Celal Soycan resimdeki uygulamayı şiirde de kullanabileceğimizi düşünerek şöyle bir çerçeve çiziyor: “Şunu söylemeye çalışıyorum: Bir sanat disiplininde ‘malzemeyi aşma’ iradesinin belirebilmesi, bunun verimli bir estetik süreçte deneyimlenmesi için öncelikle o malzemenin sizi taşıyabileceği yerleşik ifadeyi ele geçirmiş olmanız gerekir.” (ŞİİRİ ÖZLÜYORUM, ‘Bilgiyi Bozmak’ İçin Bilgi Gerekir, AğustosEylül 2006). Ama bir ozanın asıl sorunu bildiklerini şiirin dokusuna nasıl yerleştireceğidir. Melih Cevdet Anday, bir öğrencinin Melih Cevdet Anday Nâzım Hikmet “Ne arteryo skleroz, ne nikotin, ne hapis İşte bu yüzden, doktorcuğum, bu yüzden bende bu angina pektoris...” Gene de şiirde beliren bu ağrının yabancısı değiliz. Ama Orhan Veli, Süleyman Efendi’nin “nasır”dan çektiklerini anlatırken yadırgadığımız bir ağrı vardır: SAYFA 36 Yerine göre tek bir dize düşüncemize yön verir. İçinde bulunduğumuz dar boğazdan bizi kurtarır. Neyi bilirse bilsin, ozan dediğin, önce bildiğini nasıl söyleyeceğini bilmelidir. Şiiri “özlü bir yorum”la yeniden değerlendiren dergi “Şair Ne Biliyor?” derken, ozanı, insandaki bilinmezi, iç dağınıklığını bilen bir gönül insanı saymalıdır.? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderirseniz memnun oluruz. MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 869 Fotoğraf: Ara Güler