02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KISA KISA KISA KISA KISA KISA KISA KISA Hakikatin Ölümü karşı çıkan yazarlardan biriyim. Bazen okuduğum bir kitap kişiye yüzlerce kitap yazacak ilhamı verir. Her bir sayfa yeni bir romanın kurgusunu oluştur zihinde. AMANSIZ HESAPLAŞMA “Hakikatin Ölümü” gerçek bir olaydan yola çıkılarak yazılmış bir roman. Okuyucu dikkati bir an bile dağılmadan, yaşananları sessiz bir tanık gibi takip edebiliyor. Karşınızda amansız bir hesaplaşma yaşanıyor. Gelgitler, hayal kırıklıkları, cinayetler... Siz bir jüri üyesi koltuğunda yaşananları değer yargılarınıza göre yorumluyorsunuz. Tabii bunu yaparken karşınıza dikilen gerçeklerin muhasebesini uzun uzadıya zihninizde yapmayı sürdürerek. Yeni bir roman bir yazar için öz çocuğundan farksızdır. Nasıl ki bir ana doğum sancıları çeker, nasıl ki bir ana doğacak çocuğunun Hasan Öztoprak geleceğine kafa yorar, nasıl ki bir ana evladının insanlık âlemine ? Hakan GEZİK faydalı olmasını ister, işte yazarlar için de durum bundan farksızdır. Bu ulvi azı romanlar vardır, insanı duyguları hayasızca kirleten, insanların okurken tüm hücreleriyle düvurdumduymazlıklarıdır. Edebi ve bişünmeye sevk eder, okuduklimsel eserlere karşı mesafeli duruşları, tan sonra da aklından hiç çıkhayatın basit zevklerine karşı tatminmaz. İşte böyle romanlardan biri de sizlikleridir. Üstüne üstlük bu can sıkıHasan Öztoprak’ın yazdığı “Hakikatin cı olgunun üzerine bir de bazı eleştirÖlümü” isimli roman. Yazarın ilk romenlerin insaf ölçüsünü aşan eleştirilemanı olan “İmkansız Aşk” da saplanri de eklenince bir yazar için gidip gelmeler başlar... tılı bir aşkı konu olarak işlemişti. (Ta“Bu eser popüler kültürün bir ürübii ilgili ilgisiz, yerli yersiz eleştiriler nü, bu bağlamda bu eserin kalıcılığıneşliğinde. İkinci romanı beklemeye dan asla söz edilemez.” başlamıştık. Yazar yaratıcılığını yine Başka bir eleştirmen: yargısız infazların eşliğinde sürdürme“Yazarın yaşadıklarını, günübirlik ye, insanlığa yeni bir armağan sunmak aşklarını böyle özgürce dillendirmesini için geceli gündüzlü çalışmaya başlaahlaki ölçütleri zorlayan bir çaba olamıştı bile.) İkinci romanında ise “Derak değerlendiriyorum.” vamı Hayat” bir devrimcinin darbe Başka bir eleştirmen: öncesi ve sonrası yaşadıkları, sarsıcı bir “Bu eser yazarın ilk eseri. Onda bir üslupta ele alınmıştı. 2006 yılının Eylül ikinci eseri yazacak kapasite olduğunu ayında çıkan “Hakikatin Ölümü” isimsanmıyorum. Bu ilk romanlar aslında li eseriyle yazar çıtayı biraz daha yükyazarların ilk ve son eserleriydi. Onlar seltmişe benziyor. kısa sürede ün kazanmak sevdasıyla bu Bazı kitaplar vardır, insanda bağımyola sürüklenmişlerdi. Çok sayıda rolılık yaratan; bazı kitaplar vardır, eğer man yazılmış olması bu nedenle bizleri bir romancıysanız size yeni kahramançok fazla şaşırtmasın. İşte 2004 yılında larla yeni serüvenlere sürükleyecek onneden çok sayıda roman yazıldığının larca kapı açan. İşte böyle bir yapıt objektif bir değerlendirmesi.” “Hakikatin Ölümü”. Maalesef ülkemizde bir avuç saygın “İnsan yüzlerce kitap okur, onları eleştirmen dışında bu iş son derece özümser ve karşılığında yeni bir yapıt amatörce yapılıyor. Maalesef bu kişiler ortaya koyar.” Bu düşünceyi yıkan kibir yazarın bir eseri ortaya koymaktaki taplardan biri. Ben bu teoriye şiddetle delice çırpınışlarını göz ardı ediyorlar, vermek istedikleri mesajları algılayamıyorlar, popüler kültür olarak suçladıkları yapıtların bir zaman sonra araştırmacılar için o dönemi aydınlatan tarihi vesikalar haline geleceklerini düşünemiyorlar. Kısaca olayları at gözlüğü ile değerlendirmeyi bitmek tükenmek bilmez bir hevesle sürdürüyorlar. NEDEN “HAKİKATİN ÖLÜMÜ”? Hasan Öztoprak Bey’i bu yaz ziyaret ettiğimde bana eylül ayında yeni bir romanının çıkacağından bahsetmişti. Adı “Hakikatin Ölümü” olacak demişti. Açıkçası ben bu ismi ilk başta benimsememiştim. “Hakikatin Ölümü”. Bir kitabın albenisini artıracak onca başlık dururken yazar neden bu çarpıcı olmayan başlığı koymuştu? İsim konusunda düşüncelerimi kendime sakladım. Kitabı büyük bir merakla beklemeye başladım. Çıkar çıkmaz da alıp yirmi dört saatin içinde okuyup bitirdim. Kitabı bitirdiğimde yazarın kitabına neden böyle iddiası olmayan bir isim koyduğunu anladım. Büyük yazar bir kez daha anlamlı bir ders vermiş, bir pazarlama aracı haline dönüşebilecek bir isim koymaktansa eserin her zerresine nüfuz edebilecek, kişiyi eser hakkında derinlemesine düşündürecek filozofça bir ad takmayı uygun bulmuştu. Eser, geçmişte kardeş kavgasının sol kanadında yer alan Feridun’a mazinin karanlıklarına gömdüğü dostu Timuçin’den gelen bir telefona cevap vermesiyle başlar. Bu telefon yazarına bu romanı yazdıracak, romanın gerçek kahramanlarının hayatını yüz seksen derece değiştirecek olan kıvılcımdır. Oysa romanın başkahramanı Feridun kurduğu o küçük dünyada kendini büyük şehrin yaşamından izole etmiş, bağlandığı eviyle, eşyalarıyla, kuklalarıyla, maskeleriyle mutludur. O yaşama tutunmaya çalışır. Kuklalar ve maskeler... O artık kendisine ve çevresine zarar verebilecek insanlardan uzak durmaya çalışır. Evi onun kalesidir. O evinde tasasız bir hayat sürmeye kendini programlar. Kuklalar ve maskeler... Onlar Feridun’un yoldaşlarıdır... “Kocaman, oyuk gözleri var maskenin, sanki her hareketi takip ediyor; ve hiç kapanmayan yuvarlak bir ağzı, nefes aldığı kesin, bir şeyler söylemek istiyor gibi, ama suskun...Belli ki pek çok şeye şahit olmuş, ve pek çok şey saklıyor, sessizliğini oyulduğu ağaçtan almış, kudretini onu yaratan ellerden. Güçlü! İstese her şeyi bir anda değiştirebilir, şimdilik seyirci kalmayı yeğliyor...” (Sayfa 29) Yazar eserinde şiirselliğin yanında Feridun’un ruh halini öyle özgün betimlemelerle ortaya koyuyor ki! “Kendi de, aynı hareketleri yaparak tam karşısındaki ‘Ayçiçekleri’ tablosuna uzun uzun bakıyor. Yüzünü iki elinin arasına alıyor, gözlerini kısarak tablonun içine akmaya çalışıyor. Tablonun içine düşüyor ve tıpkı ayçiçekleri gibi sararıyor, yüzünü güneşe dönüyor onlarla birlikte, aynı ayinin bir parçası oluyor, aynı fısıltılarla dua ediyor ve aynı kaderi paylaşıyor onlarla: Toprağa bağlı olduklarını bilseler bile, hep çekip gidecekmiş gibi başları dik; kimsesiz değiller, farklı ya da aynı değiller, hem kendisi hem hiç kimse...” (Sayfa 5859) KANLI GEÇMİŞ... Ev sahibi Feridun ile bir tetikçi olan Timuçin bir evde, Timuçin’e ait bir silahın gölgesinde kapalı kapılar ardında geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarlar. Bu yolun sonunda ya umut ışığı ya da ölümcül bir zifiri karanlık vardır... Timuçin adalete teslim olmak ister, o vicdan azabından bu şekilde kurtulacağını düşünür. O kanlı geçmiş ki onun bir an olsun yakasını bırakmaz. “Eve polis kılığında gittim, kapıyı çaldığımda küçük bir çocukla karşılaşmayı ummuyordum... Adamdan önce kapıda genç bir kadın belirdi, ama adam bir hamleyle onun önüne geçti. ‘Buyurun Memur Bey!’ Pardösünün altından silahın namlusunu gösterdim. Durumu anlamıştı. Sakinliği beni şaşırttı. Arkasında duran karısıyla oğluna usulca, ‘Siz içeri girin’ dedi. Bana dönerek, bu durumda olan birisinden beklenmeyecek bir sakinlikte, ‘Burada olmaz, lütfen!’ dedi...”(Sayfa 89) Eser, insanın kanını donduracak gerçekleri içeriyor. Roman bir polisiye, bir gerilim, bir yaşam ve korku labirenti gibi... Yaşananlar insanın içini acıtıyor. Kıyımlara, yıkımlara, istilalara uğramış bir ülkenin kahraman evlatlarının anlamsız bir inatlaşma uğruna neler kaybettiğini gözler önüne seriyor. Bir kez daha usta bir kalem, kitlelere unutamayacakları bir insanlık ve tarih dersi veriyor. ? B Hakikatin Ölümü/ Hasan Öztoprak/ Dharma Yayınları/ 213 s. Türkiye’de Askeri Darbeler ve Amerika ? Ali BALKIZ azen kendi bireysel yaşam sürecimizi, o süreç boyunca ülkemiz ve dünyamızda yaşanagelenleri bir tek boyutuyla da olsa, derli toplu bir halde, bir kitabın sayfaları boyunca okumak çok ilginç geliyor insana. “Ben gerçekten bunları yaşamış mıydım ya da ülkemizde gerSAYFA 28 B çekten bunlar yaşanmış mıydı?...” gibi soruların unutulmuş yanıtları, insan belleğinin, gerçekten “kötü şey”leri silmeye ne denli eğilimli olduğunu gösteriyor. Bizler hangi şiddetle unutma eğiliminde olursak olalım o “kötü şey”ler, işte orada duruyor oysa. Üstelik yarın yeniden olmayacaklarının da hiçbir garantisi yoktur. Prof. Dr. Çetin Yetkin, “Türkiye’de Askeri Darbeler ve Amerika”(*) adlı kitabında biz okurlarına “unutmayın” diyor oysa. Doğan Hızlan’ın Sivas katliamının 2. yılında yazdığı gibi; “unutursanız hatırlatırlar” demek istiyor. Yetkin, bizi bu çalışmasında yakın tarihimize götürüyor. Artık olgunluk yaşının son evrelerine gelmiş olanlara yeniden anımsatırken daha genç olan lara da öğretiyor. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 Darbelerinin, hangi koşullarda; kimlerce, nasıl ve neden yapıldığını, hangi sonuçların elde edildiğini, bu üç darbe arasındaki ortak özellik ve yöntemleri, bu darbelerdeki ABD’nin rolünü, olayın kahramanlarının söylevleri, demeçleri, yazıları ve uygulamalarına bakarak, keza olayın “mağdurlaKİTAP SAYI ? CUMHURİYET 869
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle