Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? İstiklal caddesi, yan sokakları, hele Nevizade... Lefter'in laternalı meyhanesi... Ne güzel anlatırsınız oraları... İnsanlar değişti, meyhanecilik değişti. Yine de keyif aldığınız meyhaneler, yerler var mı günümüzde de? Açık söyleyeyim, yok… Bir kere o havayı bulamıyorum. Meyhanelere sadece arkadaşlarla buluşmak için gidilmezdi; sahipleri için de gidilirdi. Meyhaneciler masaları dolaşır, teker teker herkese güzel sözler söylerlerdi. Çıkarları mı vardı bunda? Ayrıca olsun. Herkesin hemen hemen, hayatlarını bilirlerdi. Ona göre küçük sohbetler eder, hal hatır sorar, müdavimlerin gönlünü alırlardı. İnsan, bir iki gün gidemedi mi o havayı özlerdi, biliyor musun… Ufak ufak mezeler gelir, çerez gelir, masa hafif donanırdı. Şimdi, söylediğin bir köfteyi yarım saat bekliyorsun. Kitapta anlattığım meyhanelerde söylemeye bile gerek yoktu. Azar azar, söylemeden getirirlerdi. Günümüzde gürültüden masalarda konuşamıyorsun. O zaman neler konuşurduk bilsen… Konuşacak ne çok şeyimiz varmış. Şimdi gürültüden kimse kimseyi duymuyor. Sizin ikili bir karikatür anlayışınız var karikatür olmadığını öğrendim. Bedri Rahmi de, "Gördüğünüzü aynen çizmeyeceksiniz; bakacaksınız, sonra aklınızda kalanı çizeceksiniz." diyordu. Hakikaten çok şey izliyorduk. O zaman ben fotoğraftan, resimden farklı iyice abartılı şeyler yapmaya başladım. İşte o zaman yeni bir imza arayışına, farklı bir çizgi arayışına girdim. Bir de 27 Mayıs’tan sonra bir kağıt sıkıntısı başlamıştı. Gazeteler sayfa azaltıyordu. Basında karikatür de, karikatürcü de azalmıştı. Pek çoğumuz çizgifilme yöneldik. Uzun metrajlı çizgifilmler yani. Böyle sürerken, bir gün Oğuz Aral Babıali’yi özlediğini söyledi, karikatür çizmeyi filan… Ben de yıllarca, sadece bir avuç aydın insanın bizi izlediğini, karikatür yapacaksak biraz Cemal Nadir gibi ayrıntılar da çizerek yapmamız gerektiğini söyledim. Yani bir anlamda, başa dönelim, insanları daha sıcak çizimlerle yakalayalım düşüncesindeydim. Çatı çizeceksek kiremitleriyle, kapı çiziyorsak bütün ayrıntılarıyla filan. Yani bunu yakalayalım. Bunu yaptıktan sonra daha sade karikatürlere de geçeriz diyordum. Benim farklı çizgilerim de bu düşünceden doğmuştur. Kısa süre sonra ben İzmir’e gittim. Bu anlayışı sonradan Gırgır dergisiyle Oğuz gerçekleştirdi. Eflatun Nuri rakı kadehindeki son yudumu da aldı. Saati sordu. Söyledim. "Yahu, neredeyse sabah olacak, haydi bana eyvallah!" dedi, kalktı. Öteki masalarda kimse kalmamıştı. İkinci kattaydık. Meyhanenin pencereleri açıktı. Pencerenin pervazına çıktı, bakındı. Sonra koyu karanlığın içine daldı, gitti. Bakakaldım. Ben de son yudumumu diktim, ısınmış karpuzdan bir parça aldım. Sonra saygı'lı bir davranışla meyhaneci yaklaştı. "Eflatun bey ayrıldı," dedi, "siz oturabilirsiniz... İnce bir yolluk vereyim ister misiniz?" Yanıtımı beklemeden dediğini yapmaya gitti. Masanın üzerinde duran kitabı aldım. Biraz daha karıştırdım. Yeniden Aziz Nesin'in yazısını açtım, okumayı sürdürdüm: "... Eflatun, karikatürde fırçayı çatlatan sabırdır. Onda, bir pirinç tanesine bir ayet yazan eski Türk sanatçısının geleneksel Aziz Nesin’in, Ustura dergisindeki yazısında, bir gün Türk Karikatür sabrı sürmektedir. Galerisi açılırsa oraya önereceğini söylediği Eflatun Nuri karikatürü... Onun karikatürlerinde duygu ve duygusaldır. İki ayrı biçemde çizdiğiniz karikatürlelık öylesine egemendir ki, karikatürleri çizrinizden söz ediyorum. Bunlarda imza biçiginin şiiri olur..." miniz bile değişir. Bu ne zaman başlamıştı? Dayanamadım. Pencereye gittim. DışaBelirgin bir gerekçesi var mıydı? rısı simsiyahtı. Bir şey görünmüyordu. Karanlıkta, sanki bir güvercinin çırpan kanat Ramiz, Sedat Simavi’nin Karikatür larının gittikçe eriyen sesini duyar gibi oldergisinden ayrılmıştı. Ben de çok gencim. dum. Bu arada Şaka, Akbaba da çıkıyor tabii. Cumhuriyet Kitap’ın notu: Eflatun NuBir rekabet var. Karikatür’e gidip geliyorri, ‘Benim Adım Eflatun’ kitabını Tüyap dum, Ramiz’den sonra orada kaldım. ÇizKitap Fuarı sırasında Leman standında diklerime büyük harflerle imza atıyordum. imzalayacak. ? O sıralarda Akademi’ye girdim. Bedri Rahmi hocamızdı. Daumier’nin, BruegBenim Adım Eflatun/ Eflatun Nuri/ hel’in bazı kitaplarını getirip gösteriyordu Cadde Yayınları/226 s. bize. Oralardan, fotoğraf gerçekçiliğinin CUMHURİYET KİTAP SAYI 869 SAYFA 21