Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? boyutu kazandırıyor. Yazar zaman zaman düşselliğe de yöneliyor; sonuçta bunlar da yaşantıdan, o anın yaşanmışlığından kaynaklanıyor. Volga üzerindeki geziden okurun öğrendiği birçok gerçek var. Örneğin, St. Petersburg’a kuzeyin Venedik’i dendiğini, St. Petersburg'un 42 ada üzerine kurulduğunu, kentte 70’e yakın kanal ve 300’den fazla köprünün olduğunu... Moskova sözcüğünün anlamını; yörenin bataklık olması nedeniyle rutubet anlamına gelen "moskva"dan geldiğini... Volga’nın "cömert" anlamını taşıdığını... Yazarın "Sevgili Volga Ana! Yörenin bereket tanrıçası." seslenişindeki derinliği... Onega bölgesinde hiç çivi kullanılmadan yapılan ahşap kiliselerin varlığını... Bir köylünün en az yüz yıl önce yaptığı katedral maketinde de hiç çivi ve yapıştırıcı kullanmadığını; yalnızca tahta iğnelerle çalıştığını; katedralin 1/166’ sını temsil eden bu maketle imparatorun hayranlığını kazandığını... Schlüsselburg Kalesi’nin tarihini; şimdiyse serüvencilerin yeri olduğunu… Volga’nın betimleri de etkileyici. Ayrı bir imgeler evrenine alıp götürüyor okuru. "Akıntı düzdü. Sessiz bir durgunluk çökmüştü kıyılara. Sarmaşıkların, yerden fışkıran her otun birbirine bağladığı ağaçlar sanki son dalına, son yaprağına dek taşlaşmışlardı. Uyku değildi bu, doğa dışı bir şeydi, sanki bir büyü altındaymışlar gibi. En küçük bir ses bile işitilmiyordu. İnsan doğaya şaşkınlıkla bakıyor, sağır olduğundan kuşkulanıyordu. Göğe yükselen binlerce ağaç, üzerlerinde alev alev top gibi duran güneşi gördüm. Hepsi kıpırtısızdı." (s.71) Sessizliği yaşıyor, durgunluğun içinde yol alıyor; bir büyünün yansımalarını okuyoruz. Dinginleşiyor içimiz, tıpkı Volga gibi... "Volga hüznü" artık içimizde... KENTLEREN RUHU Raşel Rakella Asal, dikkatli bakışıyla yalnız doğanın değil kentlerin de ruhunu çözümlüyor: "Uçsuz bucaksız bir gök içinde ince ve karışık yapılar belirdi. Her kent bir anı birikimiydi. Kentin öğretici, bilge bir yanı vardı. İnsanlarına koşmalıydım. Kenti öğrenebilmek için insanlarına yönelmeliydim(...) Her köşesinden yaşam izi taşan ve bana sonsuzluk duygusunu yaşatacak bir koca tarihi de içinde barındırıyordu. Kentlere koşuyordum. Kentleri gezmek değil ardında bıraktıkları tarihi de anlamaya çalışıyordum." (s.86) "Mekânlar insanlarla anlam kazanıyor. Kentin öyküsü insanla başlıyor." (s.87) Yazar, Moskova’da metroyu ve kent insanını başarılı gözlemleriyle anlatırken okurda yaşantıların derin izlerini bırakıyor: "Metroya yöneldim. Üç dört kat yerin altına indim. O müthiş koşuşturma. Karmaşık insan coğrafyasının ortasında buldum kendimi. Yaşam dalgasına yelken açan metro! (...) Ayak sesleri. Her yerden ayak sesleri geliyor. Bir öğrencinin toy yüreği, kadını, erkeği, ekmek kavgasının katı gerçekliği, işçinin gece vardiyaları, işyerinin tozlu ampul ışıklarının nasırlaştırdığı hüzünlü bakışları, seyrelmiş saçları, göz CUMHURİYET KİTAP SAYI altında kırışıklar... Ve elleri. Önce elleri."(s. 100) Emekle, kentin telaşıyla dolu metro... Raşel Rakella Asal, Moskova’nın yoksul yüzüne çeviriyor bakışlarını: "Ellerim boş ilk kez çarşıdan ayrılıyordum. Moskova çarşısı "malını" değil, "yoksulluğunu" sergiliyordu. Yoksulluk önce tene, sonra ruha mı işliyordu?(...)Mallar donuk, insanlar cansız. Yüreğim o yoksullukta takılı kaldı. Yorgun yüzler! Şehrin yükü, kiri, pası kanıyordu solgun yanaklarda. Hava kurşun gibi ağır. Yürek yakıcı bir hüzün! (...)Avuçlarımda yüzlerce soru işareti. Sesim kanıyor. Bir dilim güneş, bir lokma gökyüzü dileniyorum!.." (s.101) Değişim ve dönüşümün sancıları, yoksulluk yaşatıyor halka... Eski ve yeni zamanlar birbiri içinde sürüyor. Çelişkiler ülkesi Rusya, tıpkı yaşam gibi. TARİHİN HÜZNÜ Gezi bitiminde yazar, Volga’yı hüznüyle baş başa bırakıyor . Volga’nın hüznü tarihin hüznü gibi. Kitap, İzmirli Raşel Rakella Asal’ın, yüreğine yağan Ankara yağmurlarını anlatan dizeleriyle sona eriyor. Bu dizelerde bireysel ve toplumsal umudu vurguluyor yazar. Gerçeğin ve düşün tarihle, toplumla, insanla harmanı; geçmişle, şimdinin ve geleceğin uyumlu bir dansı diyebiliriz Volga Hüznü’ne. Bence bu kitabın başlıca kişisidir zaman: "Zaman şaşkın şaşkın, daha çok da acıyarak bana bakıyor, varlığını hissettiriyordu. (...) Zaman özür dilemedi benden. Çekip gitti. Ne de şakacıydı. Niye kaçmıştı? Niçin hep suskundu? Neden gelmişti? Görünmez, renksiz, kokusuz, bilinmez cüssesiyle nasıl da etkili olmuş ve bu uyuşukluğuma yol açmıştı. Onu bulmaya çalışmak niye? Mekan değişmekteydi. Zaman da." (s.4849) Bu arada Umberto Eco’nun zaman konusundaki saptamalarını anımsıyoruz: "Hiç kimse doğrudan şimdiki zamanın içinde yaşamaz: Hepimiz bireysel ve kolektif şeyleri ve olayları, belleğin birleştirici işlevleri aracılığıyla derliyoruz (ister mitoslar söz konusu olsun, ister tarih). "Ben" dediğimizde, belli bir yerde belli bir yılın belli bir gününde belli bir saatte doğan kişinin (annebabamıza ya da nüfus kütüğüne göre) doğal uzantısı olduğumuzu sorgulamaya açmadığımızda, tarihsel bir anlatıyı yaşamaktayız." (3) Dolu dolu bir yaşamı var Raşel Rakella Asal’ın. Bu yaşamın kalıcı izlerini, yoğun anlamlarını yapıtında güzel bir dille yansıtırken, Volga Hüznü’nü yüreğimize taşımayı ve iç dünyamızda da Volga gibi dingin bir akış yaratmayı başarıyor. ? Notlar: (1) Umberto Eco, "Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti", deneme, Türkçesi: Kemal Atakay, Can Y. s:143 (2) Jale Parla, "Don Kişot’tan Bugüne Roman", İletişim Y. sayfa: 154. (3) Umberto Eco, a.g.y. sayfa: 148 ("Volga Hüznü", gezianı, Raşel Rakella Asal, Epigraf Yayınevi, İstanbul, 2003) 869 SAYFA 11