Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
bay steve biko diyorlar size, ölüsünüz artık bay steve biko diyorlar size, ölüsünüz artık ölümünüz onları bırakabilir soğukta, bırakabilir soğukta yaşıyorken işkence edenler bay steve biko diyorlar size, ölüsünüz artık Cevat ÇAPAN Şiir Atlası ne de çok çelenkler taktı diğerleri boynunuza, boynunuza, bir ragbi sahası kadar yer sigorta bedeli diye verildi adınıza ölüsünüz artık, ölüsünüz ama ülkedeki en iyi savunmacı sizin sesinizdi, sizin sesiniz, ne önemi var söylenenlerin bir soruşturmada, en iyi savunmacılar konuşurlar ölümü göze alarak, ölürler sonra bay steve biko diyorlar size, ölüsünüz artık ölümünüz onları bırakabilir soğukta, bırakabilir soğukta yaşıyorken işkence edenler bay steve biko diyorlar size, ölüsünüz artık SHABBİR BANOOBHAİ/ Şiirler/ Çeviren: İlyas Tunç Güney Afrikalı şair, Shabbir Banoobhai, 23 Ekim 1949’da Durban’da doğdu. 1995’e kadar orada yaşadı, sonra Cape Town’a yerleşti. Ortaöğrenimini, Orient Islamic High School’da yaptı. Öğretmen olmak için Springfield College of Education’a devam etti. Öğrenci Temsilcileri Kurulu Başkanı seçildi. Irk ayrımı karşıtı, özgürlük savaşçısı, örnek insan Fatima Meer’le tanıştı. Meer, Shabbir’in şiir yazdığını öğrenince Douglas Livingstone’ın kendisine yardımcı olabileceğini söyledi. Livingstone, ona şiirin, marangozluk gibi insan elinden çıkmış bir zanaat olduğunu öğretti. Kısa süren öğretmenlik yaşamından sonra Güney Afrika Üniversitesi’nden aldığı diplomayla muhasebecilik yapmaya başladı. Anne ve babası Hint kökenli olan Banoobhai, Güney Afrika’daki siyahların özgürlük mücadelelerine katıldı. Baskıcı rejimlerin kurbanlarına destek vermek için gazeteci bir arkadaşıyla 1992’de Saraybosna’ya gitti. Ziyareti sırasında kaleme aldığı ‘Saraybosna’ şiiriyle 2001 Thomas Pringle Şiir Ödülü’nü kazandı. Tanrı aşkı, doğa ve insan sevgisi, tensellik, tutku ve görkemli hayal gücü, Banoobhai şiirinin başat özellikleridir. Şiirsel bir ifadeyle yazdığı felsefi düşüncelerini de yakında ‘Lightmail’ adı altında kitaplaştıracak olan şairin şimdiye dek dört şiir kitabı yayımlandı: Echoes of my other self, (Öteki Kişiliğimin Yankıları) 1980, Ravan Pres, Shadows of a sundarkened land, (GüneşiKararmış Bir Ülkenin Gölgeleri) 1984, Ravan Pres, Wisdom in a Jug Reflections of Love, (Testideki BilgelikAşkın Yansımaları) 1999 (private publication), Inward moon outward sun, (İçrek Ay, Dışrak Güneş) 2002, University of Natal Press. gökyüzü * siz mi nehirsiniz, ben mi yoksa siz mi nehirsiniz, ben mi yoksa ben miyim dökülen denize, siz mi akıyorsunuz bana susuzluğumu gidermeye çalışıyorken gözden kaybolmanız niçin siz gidermeye çalışıyorken, ben çıkıyorum ya ortaya bırakmadınız hiç bana seslenmeyi bırakmadım ben de karşılık vermeyi özleminiz ortaya çıkardı içimdeki bu özlemi acılara aşkınız gömdü beni ben, yine de ben, yine de ben olarak biliyorum ayrılık yalnızlığını bulut yelkenleri uzaklaşıyorken, anılar gibi, rüzgârla süpürülmüş gökyüzü boyunca sevdiğim her şey sizsiniz, sevebildiğim her şey şimdi nasıl severim ki sizi, nasıl tanırım, nasıl bilirim sevdiğimi korursa bilinmezliğini siz olan her şey bana karşı, yalnızca siz bilirseniz ben olan ne varsa tekmil aşkların acısını taşıyorum içimde farklı mı olacaksınız sizi bilsem ben mi farklı olacağım ki nasıl bilebilir bir çiçek anlamını bir çiçeğin bütün tortusu yolculuğumun arzu çiçeklerimin bütün tuzu akıyor size, bütün özlemler, her aşk, hiç bilinmeyen, her yitiş siz olan her şey dinleniyor içimde öteki kişiliğimin yankıları * sabah yakaladı beni sabah yakaladı beni uzanırken gökyüzüne ışık okları içinde dedim gezecektim yurdumu ateşlerde arıtacaktım şarkımı azarlanan yakacaktım isteklerimi derinde tanrının yüreğinde ah, hangi aşkın eksikliği yakaladı beni gezinirken burada gecenin yaklaştığı bir ülkede boyamak için yine siyaha güneşin emrindedir durduramazsınız dökülmesini tohumların ışıyıp kararması günün yeryüzünün emrindedir karar veremezsiniz dünyanın dönmesine ay, güneş ve yeryüzü deniz, çekirdek ve gün tanrının emrindedir kaydıramazsınız bir yıldızı gökyüzünden tanrının meyvesi tanrının meyvesi koparılan vaktinden önce körpedir, acıdır açgözlülük günahı gibi tohumları tanrının sağlam büyür vadilerde sazlıklarda, bataklarda çöllerde kayalarda, balçıkta tanrının çiçekleri parlaktır geceleri alevler içinde dünyayı kuran yıldızlar kadar yaz mevsimi alınan armağanı tanrının güneşin bolluğudur, yağmurun olgunluğu elden kaçırınca seni elden kaçırınca seni yerleştirdim kendimi derinlere, içime, senin içine sakin yerlerinde varlığının topraklar buldum kök salmaya bildiğim tek şey ne kadar derinlerde, nerelerde uzanıyorum içinde istersen sökmeyi bak gözlerimdeki içtenliğe gözlerim gösterecek sana yüreğime giden yolu seninkine de keşfetmiş olacağım o zaman seni köylü kızı köylü kızı ilkyazda kırlar çiçeklenmeye başlıyor bakışlarında büyülenmiş izliyorum topluyorken sen kayıtsızca giysisini sabahın kendi çevrendeki, yakarıyorum sonra şansım olabilir diye çıkarmak için ortaya sadece bir taçyaprağı gülümsemesi sis ilk köle getirildiği zaman buruna ilk köle getirildiği zaman buruna yüzlerce yıl sonra bizi sonsuz bir güzelliğe bağlayan saygın, ürkütücü dağa bakıyordu, özgür olduğumu söyledi, büyük olduğumu bu dağ kadar onun daha tutsak olduğunu benden tırmanacağım doruğuna bir gün, ezan okuyacağım denizleri aşarak ulaşacak sesim asla yeniden göremeyeceğim bir ülkedeki sevdiklerime, bilecekler ki ben de, içimde taşıdığım hazineler de emin ellerdeyiz, yaşayacağız daima yaşadığı sürece güzellik ve bu dağ yağmur yıldızlar gibi parlıyor kara saçlarında gecenin yağmur, yıldızlar gibi parlıyor kara saçlarında gecenin siz olarak sevmek sizi, sevmektir sizi olduğunuz gibi ilk damla anlaşılmaz gelince birine, size değil, bıraktık kendimizi biz farklı yazgımıza tam da bıraktığınız anda bize içimizdeki, içinizdeki evrene bizi çağırmaktan, yağmaktan hiç usanmayan bir yağmurun içtenliğini, yakın sokuluyorum size, sizden ayrılacağımı bilmeyen yoğun yağmurdan daha yakın, ayrılacak mısınız siz benden ya da sokulacak mısınız bana yine de daha yakın CUMHURİYET KİTAP SAYI 869 yükselip alçalması yükselip alçalması denizin ayın emrindedir çeviremezsiniz akıntıları tersine olgunlaşıp patlaması çekirdeğin SAYFA 38