02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Arif Keskiner'le 'Elbette Çiçek'i konuştuk “İnsana güzel bakabiliyorsanız, bundan güzel bir şey yoktur” Arif Keskiner adı bende hemen üç şey çağrıştırır; "Selvi Boylum Al Yazmalım", "Çiçek Bar" ve "Çiçek" serisi anılar!.. Türk sinemasında kült hale gelmiş filmin altına imzasını atmış, yirmi seneyi aşkın bir zamandır sanatçıların uğrak yeri olan barın yöneticiliğini yapan ve anılarıyla bizlere nostalji yaşatan Arif Keskiner... Anılarını yeni bir kitapla devam ettiriyor Keskiner ve bu kez "Elbette Çiçek" diyor! Kendisiyle Çiçek Bar’da söyleştik... ? Erdem ÖZTOP sınıf bir treni atlayıp İstanbul’a gelmiştim. Önce bir iş bulmam lazımdı, ilk önce yazıhanesi olmayan bir avukatın yanında çalıştım, sonra da liseye kaydımı yaptırıp, bir süre ikisi birlikte devam etti. Birkaç ay sonra, aldığım 40 lira maaşı avukat artık veremeyeceğini söyleyince, yeni bir iş aramaya başladım. O zaman devreye okul müdürü girdi. Bir de yine o dönemde babamdan bir telgraf almıştım, "bana acil 50 lira gönder" diye. Zaten maaşım 40’dan 30’a inmiş, okul müdürüne çıkıp bir ay izin istemiştim. O tarihler, 54 yılıydı, İstanbul’da büyük yıkımlar başlamıştı, Menderes Dönemi… Amelelik de 5 liraydı , bir ay orada çalıştım, hiç olmazsa babamın parasını göndereyim istiyordum. Okul müdürü, "olmaz öyle şey" demişti. Çünkü benim velim olmuştu… Bir pusula yazıp İş Bankası’na göndermişti beni, eski öğrencilerinden birisi orada genel sekretermiş, ona gittim ama ben daha 16 yaşında falanım, bankada çalışacak durumda değilim. Adam çok perişan oldu, bana yardım edememekten dolayı. Sonra beni Sansaryan Han’ın karşısında kundura satan bir yere gönderdi, oraya gittim. Sonrasında oradaki adamlardan biri, "gel sen, yarın ambarda çalış" dedi. Nakliyat ambarında Yüksek Ticaret’i bitirinceye kadar çalıştım. Ama diğer taraftan da okulu bitirmeyi hedeflemiştim! Bir şeyi gördüm ki, çalışmaya başlamışım, ekmek paramı kazanıyorum. Çok çalışıyordum. Hayat, rastlantılar zinciri, hedeflediklerin bazen tutmuyor! Öyle olunca da bir dolu insanla tanışıyorsunuz, sizi başka bir tarafa yöneltiyor hayat. Biz de o kulvarın takipçisi oluyoruz. Ticaret istediğim bir şey değildi. Osmaniye’de başladığım şiir tutkumdan ötürü sanata bir eğilimim vardı. Gene çevre etkisiyle sanat ortamının içinde buldum kendimi. O çevrenin içine girince, bir daha da çıkmadım, hâlâ da orada duruyorum!.. ŞİİR TUTKUSU "Şiirler yazdım", dediniz. Nasıldı peki Osmaniye’deki o edebiyat ortamınız? İlginç şey. Benim gibi bir arkadaşım daha vardı, o da şiirler yazıyordu. Karşılıklı şiirler yazıp, onlar üzerine tartışırdık. İyi bir İstanbul gazetesi vardı, orada şiirler yayımlanırdı, onları okuyorduk. Gazete alacak paramız da yoktu, sırayla alırdık. Para buldukça dergiler alırdık. Bir de Adana’da Bugün gazetesi vardı, orada Çoban Yurtçu, bir edebiyat sayfası düzenlerdi, Çukurova’da şiire bulaşmış her insanın o dönemde, o gazetede şiirleri yayımlanırdı. Benim de andığım gazetede şiirim çıkınca bir anda kendimi şair zannettim. Ama şiire olan tutkum her daim devam etmiştir. Sıkı durun okur diyeceğim, kimliklerinizi açıklayacağım; yayınevi müdürlüğü, kitapçılık, spor yazarlığı, İsveç’te muhabirlik, bulaşıkçılık, fotorolük’te idi, Adana’dan o yıllar İstanbul’a gelmenizin büyük bir şans olduğu, o yıllar İstanbul’da hâkim olan Adanalı sanatçıların varlığı, sizin için büyük bir şans olarak belirtiliyordu, bakınız Yaşar Kemal, Yılmaz Güney… Ne dersiniz, katılır mısınız bu tespite? Haliyle, satır aralarına sığdırın istiyorum bu dostlarla olan anılarınızı? Yani o kadar önemli değil, benim yaşantıma baktığınızda. Öyle ki Yaşar Abi’yi sonraki yıllarda tanıdım, sonrasında onunla tanışmak çok önemli oldu. Bir bakıma, ağabeyimdi, babamdı. Aynı toprağın çocuklarıyız. Ailemi de çok iyi tanıyordu. "Demirciler Çarşısı Cinayeti"nde bizim ailemizin öyküsünü anlatır. O kadar yakınlığımız oldu, hâlâ da öyle. Yılmaz derseniz, o benimle aynı yaştaydı, o da İstanbul’a Adana’dan geldi. Tesadüf bu, aynı mekânlarda sanata bulaşmışlık ondan kaynaklıyor. Klasik Baylan ekibi olarak, kendisi de hikâye falan yazdığı için orada buluşurdu. O dönem yazarçizer takımının pek çoğu Baylan’da olurdu, Attila İlhanlar, Demirtaş Ceyhunlar, Fethi Naciler, Edip Canseverler… Kimler aklına gelirse! Orayı biz okul olarak görürdük. Zaman içinde fark ediyoruz ki, bizim hayatımızda bizi çok yönlendiren bir yer haline gelmişti Baylan. Sanatla iç içe olmanın getirdiği, kendi formasyonunu oluşturmak adına bize çok büyük katkılar yapmıştı. Gerçek var ki, biz burjuva takımından değiliz, evimize öyle çok kitaplar girmemiş, İstanbul’a gelince kitap okuma ihtiyacı doğuyor. Aklıma geldi, hiç unutmuyorum, Remzi Kitabevi’nden o zamanlar yeni yayımlanmış olan "Veba"yı almaya gittiğimde, adamın çıkarıp önüme koyduğu sarı kapaklı kitabın üzerinde düz okuyuşla "Camus" yazıyor, halbuki ben "Kamü"nün kitabını almak istiyordum. Adama dönüp, "benim aradığım kitap bu değil, ben Kamü’nün Veba’sını istiyorum" diyordum. Gülmüştü, "işte bunu okuyacaksın oğlum" demişti adam da. Bu bilgisizlikten kaynaklanan bir şeydi ama bunun için de bir eksiklik oluştu bizde ve hummalı bir okuma serüvenine koyulduk hemen. Çünkü bulunduğunuz çevreye yetişmek adına, bütün boş bulduğumuz anlarda okumaya koyuluyorduk. Hâlâ ben günde 5 saatten aşağı okumam. EDEBİYATLA BULUŞMA 16 yaşından sonra Baylan’a geçişi atladık, o nasıl oldu, edebiyatla buluşma, biraz anlatır mısınız? Edebiyatla buluşma, rastlantı sonucu, 18 yaşımda oldu. Sanatın bütün dallarına aşinayım, tiyatroya falan da gidiyorum. Tabii, sinema, bizim ana eğlencelerimizden biri, özellikle de KİTAP SAYI S evgili Arif Keskiner, çiçeklerden bir demet olmaya aday kitaplarınızı konuşacağız ama ben biraz daha geçmişe gidip, sonradan şimdilere gelmek istiyorum. Osmaniye doğumlusunuz, ilk ve ortaokulu orada okuyorsunuz, sonrası İstanbul. Şöyle sorayım, o günlerden bugüne geleceğinizi hayal ediyor muydunuz; bugüne kadarki yaşanmışlıklar planlanmış bir durum muydu? Bugünleri hayal edemiyordum pek tabii. Zaten insan yaşamı da böyle; ne kadar hayalleri olsa gerçekleşmeyenlerle dolu! Ama tabiki de belli bir şeyi hedefliyorsunuz; bir memur olmak, iş güç sahibi olmayı düşlüyorsunuz. Bir de bizim gibi kasabalardan gelen insanların hele ki o tarihlerde devlete yamanmak gibi bir düşü vardı. O yüzden de liseyi bitirip, bir işe gireriz diye düşünülürdü. Ama benim hedefim daha yüksekti, hukuka falan gitmek istiyordum. Ama şartlar malum, liseye başlama dönemimde Ticaret Lisesi’ne girmek durumunda kalmıştım Adana’da. Ticaret Lisesi’ne girince artık, onun bir sonraki aşaması ancak Yüksek Ticaret olabilirdi. Nitekim de, kitaplarımda da anlattığım gibi, lise ikinci sınıfa geçtiğimde, babamın da okutma olanakları yoktu, bir çözüm arıyordum. Onun için evdeki kışlık buğdayın taşıyabileceğimi sırtlayıp, satmaya gitmiştim. 24 lirayı cebime atıp, kimseye haber vermeden önce Osmaniye’den Adana’ya gidip tastiknamemi almış, sonrada üçüncü man yapımcılığı, senaristliği ve yönetmenliği, film prodektörlüğü… diye uzayıp gidiyor… Sorayım, andıklarıma ekleme yapmak ister misiniz daha? Çok şey eklenebilir, mesela İstiklal Caddesi’nde Zippo çakmak satıcılığı bile var! Çin’den taklitleri gelirdi o zaman bu çakmakların, 175 kuruşa alır, 2,5 liraya Tokatlıyan İşhanı’nın önünde satardım. Ticaret Lisesi’nin etkisi o zaman bu?.. Ondan değil de, sadece yaşayabilmek, ihtiyaçlarını karşılayabilmek adınaydı tüm bunlar. Avukattan aldığım para yetmiyordu ki!.. Halde balık katipçiliği bile yaptım. İnternette sizin hakkınızda araştırma yaparken, yanılmıyorsam ekşisöz ? SAYFA 24 CUMHURİYET 869
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle