10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
K itaplar Adası M.SADIKASLANKARA C enç öykücü- lerteilkki- taplannı ya- yımlayanheryaş- tan öykücünün çı- kışında insanı he- yecanlandıran bir yan var... Tomur- cuğunu patlatıp taçyaprağının ilk kıvrımını güneşte yelpazelendiren çi- çek, taçyapraklan dökülürken toplu- iğne başı gibi silme eriğe duran ağaç ya da burnunun ucunda bu yaprak- la birlikte gün gün boy atan sivribiber fidesi... Dizlerini henüz doğrulta- marpış kuzu, gözle- rini açamadan an- nesini emen yavru, bebeğin ilk ağlayı- şı, emekleyişi, el- bette gülüşü... Her gün yenilerini kar- şıladığımız bu genç öykücülerden han- gileri ileriki yıllara kalır, hangileri öy- kü bahçemizin ha- zan yaprakları ara- sında savrulur gi- der, kim bilebilir bunu... Ama başını uzatan her genç öykücünün kalıcı olmasa da, adım atışıyla birlikte bu alana bir erke ekle- diği, bunun bir öl- çüde öykünün ku- ramsal bağlamda gençleşmesine yol açacağı göz ardı edilebilir mi? Gençlerin öyküsünden öykünün gençliğine... Peki geçmişte öykücülüğümüzden içeri adım atan genç yazariar, sonraki yıllarda ne yapıyor, na- sıl gelişme gösteriyor? Olgunlaşmak üzereyken tam, dalında kuruyup kalıyor mu öyle ham meyve- ler gibi? Başkalan bir yana, kendilerine karşı da deyrim yapabiliyorlar mı, yoksa bir ömek kendile- rini kopyalayan seri öykü üreticilerine mi dönüşü- yorlar süreç içinde? Bu açıdan ben, gençlerin ilk öykü verimleri ka- dar sonraki yıllarda öykücülüğümüz içinde sürdür- dükleri serüvenlerini de çok heyecan verici bulu- yorum doğrusu... Öykücülerin ilk kitaplanyla gün yüzüne çıktıklan başlangıç noktasından sonra izle- dikleri yolu, çizdikleri eğriyi, geçtikleri noktaları, dinlendikleri uğraklan, ulaştıkları aşamayı kim me- rak etmez? Gelin bu bağlamda üç öykücüyü şöyle uzaktan da olsa gözlemeye çalışalım... ömeğin Hürriyet Yaşar (d.1961), Fırat'a Kanşan Öyküler'de (2001) bir öyküsüyle ilk kez okur önüne çıkıp ardından ilk öykü kitabı Anlatmaya Biri Gerek'i (Gendaş, 2002), sonrasında Önce Ben Onu Öldürdüm'ü (Can, 2009) yayımladı. Kitaplı öykücülü- ğünde onuncu yılına vardı Yaşar. öteki ikisi Nalan Barbarosoğlu (d.1961) ile Aslı Erdoğan (d.1967) ol- sun... Barbarosoğlu, ilk öykü kitabı Ne Kadar da Güzeldir Gitmek'ten (Oğlak, 1996) sonra Her Ses Bir Ezgi (Can, 2001), Ayçiçekleri (Can, 2002), Gümüş Gece (Alkım, 2004), Yol Işıklan (Everest, 2009) başlıklı kitaplannı yayımlarken yak- laşık on beş yıl içinde beş kitaba ulaştı. Aslı Erdoğan ilk öykü kitabı Mucizevi Mandarin'den (Mitos, 1996) sonra Taş Bina ve Diğerjeri'ni (Everest, 2009) yayımladı. Demek on üç yıl içinde iki öykü kitabı yalnızca. Üçü de farklı yaş, farklı aralıklarda kitap yayım- layıp öykücülüğümüze katkıda bulunmuş yazar- iar... Peki on, on beş yıl içinde nasıl bir öykü yolu izlemiş dersiniz bu yazariar? HÜRRİYET YAŞAR... Hürriyet Yaşar, ilk kitabından tanıdığımız öykü yapılandırma anlayışını Önce Ben Onu Öldür- düm'de de sürdürüyor. öykülerinde kısa, kesik eylem tümceleriyle ola- nın, anda yaşananın ardına geçerek, insanın iğreti hallerine yöneli- yor; bize âna kilitli gö- rünen, ancak o ânın çok dışında ya da öte- sinde yaşanmış veya yaşanan başka anları getiriyor. Onun öyküleri, kimi aykın örneklerine kar- şın, görünenin anlatılmakla birlikte görünmeyenin alımlanmasına odaklanan verimler. Bu çerçevede Yaşar, öykü kişisinin ruh haline içirdiği dingin, me- safeli duruş temelinde gerek karakterin kendi sus- kunluğundan gerekse bir yazar olarak anlatımcılı- ğa uzak duran öz tutumundan yararlanarak kale- me alıyor bu öykülerini. Olgusal aktanmlarla derin anlam yumaklanna ulaşmak; işte onun öykücülü- ğü için verilebilecek kilit tümce. Yazann "Can" adlı öyküsü bu bağlamda güzel bir ömek: "Öyle parça parça ve öyle bütünleştirici bakıyordu ki, yüzümü kocaman bir dünya sandım." (71) Bu öyküleme yeni bir anlayışa yaslanmıyor el- bette. Ancak onun öyküleri, toplumsal, siyasal ol- gularia, emekçi yaşamlarıyla içlidışlı olarak anlam- landırmayla örülü ortaya konulduğundan yazan da, bu yöndeki geleneği kendi haddesinden geçi- rip daha bir soğurarak geleceğe aktarmaya didi- nen kavrayışıyla anlam, önem kazanıyor. Ancak Yaşar, siyasal açılımlan öyküde kendi içinden bir erke olarak çıkartmak ya da doğurtmak gibi bir tutum da sergiliyor. Bunu gerçekleştirebil- mek yolunda aktanlan olaya yaslanmıyor yazar, ama öyküye yerieştirdiği düşünsel filiz banndıran suskularla, boşluklarla ya da seyreltmeyle içkinleştirip yoğurarak siyasallaştınyor öy- küsünü. Toplumsal sorunlara öykülerinde açtığı yerie, bunlan öykülemede gösterdiği özenli işçilikle dikkati çekiyor. Diyeceğim onun her iki kitabına dağılan öykülerini tek bir kitapta toplasaydık da pek değişen bir şey olmazdı herhalde. Bu yüzden söz konusu öykülerin alana eklediği erke, yazann dünya görüşüne dayalı bir an- layışın temsilciliği, sürdürücülüğü görevin- den, bu bağlamdaki işlevsellikten ödün vermeyiş biçiminde özetlenebilir bana göre. Bunun yanında yazann yer yer yeni bir Orhan Kemal, Sabahattin Ali anlayışı karmaya, aynca bunlarda Haldun Taner'in esintili koridorlarını aç- maya çabaladığı öne sürülebilir sanıyorum. NALAN BARBAROSOĞLU... Nalan Barbarosoğlu, kitaplı öykücülüğünü on beş yılda beş kitapla taçlandınrken bunların bir ölçüde aynştıklan, ilk üç öykü kitabıyla son iki öykü kitabının görece ayrı durdukları söylenebilir. Barbarosoğlu, öy- külerini ses helezonla- nyla kuran bir yazar. Bu nedenle onun ilk üç kitabına yayılan öykülerine dalmak bir öykü burgacından içeri adım atmak anlamına geliyor denebilir. Bu burgaçlar, okuru, öykünün özüne ta- şıyıcı birer kanal olarak da alınabilir. Hatta öyküle- rin, temelde bir öykü kesesi içinde oluşup geliştik- leri, buradan dışan pek çıkmadıkları da söylenebi- lirmiş gibi geliyor bana. Onun öykülerini her oku- yuşumda edindiğim izlenim biraz bu yönde. Ama asıl ayrışma Ayçiçekleri ile kendisini gös- teriyor. Çünkü başlangıçta bizi hep aynı öykü ev- reniyle yüz yüze getirdiği düşünülebilir yazann. Ancak tam ortada yer alan bu üçüncü kitabında döngüsel yapıdan vazgeçerek öykülerine düz, açık uçlu bir biçem kazandırdığı gözden kaçmıyor. Çünkü ilk kez bu kitabında öykücünün dingin anlatıma yoğunlaştığı, tümcelerini ses burgaçların- dan anndırdığı, şiirselliği bir yana bırakıp olabili- yorsa şiir kurduğu, bunun ötesinde herhangi şiir- sellik harcına kapılannı kapadığı, biçemce yalıtımı, anndırmayı egemen kılıp karşımıza sık ve tok do- kulu bir öyküleme çıkardığı öne sürülebilir. Barbarosoğlu'nun bütün bunlan, baştan bu ya- na sürdürüp koruyageldiği aynı öykü evreni içinde, aynı biçim-simge dizilişleri ile aynı imgelemeye dayalı olarak yaptığı da söylenebilir pekâlâ. Baş- tan itibaren bütün öykülerinde zamanı, uzamı kul- lanışıyla dikkati çekiyor Barbarosoğlu. Bunlarda birey yalnızlığını bir kadın yalnızlığı biçiminde so- mutlayışı da önemli. Koyup gidenler, bekleyip kar- şılayanlar, birbirleriyle sırt sırta duran insanlar; Barbarosoğlu, neredeyse her kezinde buraya çı- karıyor bizi. Bu değişmeyen izlek, kendi içine gömülü sevgi- ler, sevgisizlikler konservede korunurcasına son iki kitabıyla birlikte bu kez üzerine eklenen yeni damariarla neredeyse bir doruğa dönüşüyor. Gü- müş Gece'deki öykü kişisinin, "Derinine girdiğimi sanan benim derinimi gördün mü?" (26) sözü, bir- biriyle bir türiü buluşamayışın kilidi olarak alınabilir herhalde. ("...Kadın 'dikkat' ister. 'Dikkaf, kilit sözcük her kadının yaşamında. Bunu kendileri bil- se de bilmese de." [43]) Gümüş Gece, üzerinde gereğince durulamamış önemli bir öykü kitabı oldu Barbarosoğlu'nun... Bu atılımını Yol Işıklan'nda da sürdürüyor yazar. Bir yalnızlık cenininden yola çıkıp sonrasında yine bir yalnızlık ceninine dönüş onun öyküleri. Sürekli kendi burgacında kendi yalnızlığına doğru yol alı- şın, kendine dönüşün içe işleyen, trajik öyküleri... SAYFA 36 ASU ERDOĞAN... Aslı Erdoğan, öykülerinden önce romanlanyla çıkan, öykücülüğü, bir ölçüde romancı- lığının gölgesinde kalmış bir yazan- mız... Belkidebu nedenle ilk öykü ki- tabı Mucizevi Mandarin görece sessizlikle karşılan- mış oldu. İlk kitabındaki ki- mi öykülerde bir anlatı, betimleme uzantısı öne çıkmıyor değildi. Ancak birbirine ilmeklenmiş bu öyküler kolonisinin kendi içinden yükselttiği bir er- ke de görülebiliyordu enikonu. Denebilir ki anlat- ma biçiminden çok anlattıklannın çekiciliği ile gi- zeminden kaynaklanıyordu bu. Bu çekicilikle gizemin, Erdoğan'ın aykın bakışın- dan kaynaklandığı ortada. Gerçekten öykü kişileri, birbirleriyle ilişkilerinde değil yalnız kendi yalnızlık- lan, korkuları, kahramanlıkları içinde de olabildi- ğince geniş, yaygın bir aykınlık yansıtıyor. Buna yazann, kışkırtıcı yazma tutumu da eklenebilir. Bu- rada özellikle Aslı Erdoğan'ın temelde çokça ya- rarlandığı ritüel öğesinden söz edilebilir... Nitekim ilk kitaptan yayılan "abartılmış bireycili- ğin(.) ve yalnızlığın" (63) tüm öykülerde görünür baskı öğesine dönüştüğü açık. Anlatıcı, ilk gençli- ğinin çalındığı ülkeden (13) böyle bir kültürün içine yuvarlanırken, bizi çağcıl bir gizemin, uluslar, dil- ler, kültürler üstü birritüelingökkuşağından geçiri- yor sanki. "...Kendimden uzaklara doğru yola ko- yuluyordum ve bir daha geriye dönemeyecektim" (91) diyen anlatıcı için "hayat sigaradan çekilen ilk nefes gibi bir şey"dir (118) yine de. Aslı Erdoğan öykücülüğümüzden içeri böyle gir- di. Bu girişte bir bilimcinin, felsefesel değilse de sanatsal dokuyucu olduğu izlenimini bıraktı aynca. Düşünsel yoğunlaşma çabasının ardı gelmemekle birlikte bu tutumu içrek öyküler kaleme almasını engellemedi onun. Bir de kimi genç yazarlann sırt döndüğü erden dil kurucusu konumuyla kendini koydu. Kurduğu bu dile büyü giydirmeyi başarma- ması olanaksızdı artık. Onca yıl sonra yayımladığı ikinci öykü kitabı Taş Bina ve Diğerleri'nde bizi şaşırttığı söylenemez yazann. Öyle ya, "insan bedeniyle yazmalı, tenin altındaki çıplak, savunmasız bedenle..." (56) O da öyle yaptı; birbirinden aynlan değil, birbirini bütün- leyen bir yapıyla karşılaşıyoruz çünkü iki kitabında da. Ömeğin kendi dolambaçlarında geçen "Yitik Gözün Boşluğunda" öyküsünden sonra "Taş Bi- na"da da birbiriyle yumaklanan düşünsel örgüye dayalı öyküler okuyoruz yine. Bu öyküler topla- mıyla öncekinin izlerini süren, ama getirdiği öykü- sel yapılarla bunu görece aşan bir eşiğe vardığını gösteriyor Aslı bize. Ancak bu öykülerie farklı bir evrenin kapısını açtığını söyleyebilmek zor yine de yazann. Demek ki genç yazar olarak yola koyulan pek çok öykücü, olsa olsa ilk kitaplanyla getirdik- lerinin birer pekiştirmesini sunabiliyor bize ancak. En azından burada örneklediğim üç öykücümüz için bunu söylemek olası. Ancak bunun, bir hafif- seme nedeni olamayacağını da eklemek isterim. Bir öyküleme serüveninde başlangıçta çıtanın tutturuiduğu düzeyin korunup belirginleştirilmesi gerekiyor ilkin... Bu anlamda andığım üç yazar Hürriyet Yaşar, Nalan Barbarosoğlu, Aslı Erdoğan kendi yerlerine sıkı sıkıya yerleşip geldikleri düzey- de tutunmayı başarmış görünüyor. Bu yazarlann öykücülüğümüze farklı bir damar kazandınp kazandıramadıklarına geldiğinde sorun, bu başka bir yan... Her yazann, hele de ilk kitap- lanyla birlikte, öykücülüğümüzden ya da yazını- mızdan cumburiop adım atışlarıyla birlikte özgün bir damar yakaladıklan söylenebilir mi hiç? lleride, tüm kitaplanyla okumalanmızda büyüt- tüğümüz öteki öykücülere de uzanacağım öykü- müzün gençliği bağlamında... Ama haftaya, baş- ka boyutta konuyu yine öyküyle sürdüreceğim...» C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 1057
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle