26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

İzmir Öykü Günleri’nin kaçıncısındaydık unutmuşum, Hüseyin Yurttaş, İzmirlilerle İzmir çevresinden öykücüleri anlatmıştı… Sonrasında bu, Edebiyatçılar Derneği’nin aylık bülteninde de yayımlandı anımsadığımca. Yurttaş’ın verdiği adları "Kitaplar Adası"nda sıralamaya kalksam sayfa yetmez… Ne çok öykücü varmış meğer İzmirli, Egeli… M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası L iseyi İzmir’de bitirmekten ötürü kendini birazcık İzmirli sayan bir Egeli olarak nasıl sevinmem buna… İzmirli öykücüler listesi kentteki öykü birikimini, niteliğini ele veren gösterge aynı zamanda. İzmir sıradan bir kent değil! Tam tersine kentliliğin, yani sivilliğin, sonuçta yurttaşlığın kalesi sayılabilecek göstergekent! Cumhuriyetin, yanı sıra özgürlüğün, uygarlığın, çoksesliliğin yurdu, dogmaların kırıldığı, tabuların yıkıldığı topraklar… 12 Mart’ta aldığı darbelere karşın 12 Eylül’e dek Ankara, yalnız cumhuriyetin ilk kenti değil başkentiydi de. Ne ki 1980’den sonra çökertildi Ankara, deyiş yerindeyse düşürüldü. İzmir, kentlilik, özgürlük, uygarlık kadar devrimin de kenti artık! Ankara’nın cumhuriyetin ilk kenti oluşu, İzmir’deki kentlilik üzerine bir iki yazı tasarlıyorum nicedir… Bunlardan birini de kadim dost Ersin Doğer’in İzmir’in Smyrna’sı / Paleolitik Çağdan Türk Fethine Kadar (İletişim, 2006) adlı yapıtıyla Bilge Umar’ın İzmir Savaşı / Yunanlıların ve Anadolu Rumlarının Anlatımıyla (İnkılap, 2002) yapıtlarına özgüleyeceğim. Sonra da İzmir üzerine verimlenmiş öteki çalışmalara gelecek sıra… İzmir Kent Kitaplığınca yayımlanmış kitaplar ulaştığında elime tabii. İzmir’in, İzmirlilerin modern yazın türü olarak öyküye, öykücülere duyduğu ilgiyi bu bağlamda almak gerekiyor bence. Nitekim geçmişten günümüze İzmir Öykü Günleri’ne gösterilen sevgi bunu kanıtlıyor… Şu günlerde, yani 1417 Şubat tarihleri arasında 6. İzmir Öykü Günleri gerçekleştiriliyor olacak. İzmir’de konukluk yapacağım bu günlerde, konuyu getirmek istediğim yer İzmirlilerin öyküdeki duyarlığı… İzmir’in gözlerinde mavi kuşlar... bir kitlenin yoğun ilgisiyle sürüyor diyebilirim. Ötesinde gençlerin önemli bölümünü kızlar oluşturuyor. Kaldı ki öykü etkinlikleri, ister yazar ister okur isterse sıradan katılımcı olsun her yaştan kadınla erkeği salonlara toplayabiliyor, üstelik bu ilgide tavsama da gözlenmiyor. İzmir Öykü Günleri’ndeki bu nitelikli yoğunluk, etkinliklere bir biçimde bulaşan insanları da olumlu etkiliyor, ne bileyim yazarlar verimleyişlerinde, okurlar alımlayışlarında daha ileri aşamalara varıyor, bu yolda nitelikçe daha bir derinleşiyor herhalde… Bu yüzden istedim ki “Kitaplar Adası”nı İzmir Konak Belediyesi, Edebiyatçılar Derneği, Ege Kültür Vakfı işbirliğiyle şair Halim Yazıcı’nın eşgüdümünde düzenlenen, Eşrefpaşa Dr. Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek 6. İzmir Öykü Günleri’ne ayırayım. İzmir yerleşiği öykücü olarak Halit Ziya Uşaklıgil’i, Halikarnas Balıkçısı’nı, Samim Kocagöz’ü, Kemal Bilbaşar’ı, Necati Cumalı’yı, Attilâ İlhan’ı ya da Tarık Dursun K(e)’yi, Ferzan Gürel’i, Muzaffer İzgü’yü seçebilirdim… Ama sonra hadi dedim, Dinçer Sezgin’e ayırayım haftanın yazısını… İzmir, ama gizlendiği yerde açıktan açığa gezinen bir İzmir dolaşıyor denebilir… Üstelik Geçmişe Bakan Kadın’dan başlayarak tüm öykü verimi için söylenebilir bu. Bir tülün ardından anlatanı da anlatılanı da İzmir olan hem puslu hem büyülü öyküler… Hemen herkesin kendine rol bulabileceği onlarca öykü… Bir de kadınlar, İzmir kadınları… Doğrusu ya İzmirli öykücüler, kadınlarını çok iyi yansıtıyor bana göre. Bir kez bedenlerinin sahibidir İzmirli kadınlar. Her biri ana tanrıçadır onların, bu nedenle erkekleri, kendilerini nece severse sevsin sahibi olamaz bedenlerinin. Bir sahiplik varsa eğer ortada, tersine, İzmirli kadındır erkeğin sahibi. Erkek tam anlamıyla içgüveysidir çünkü İzmir’de, kadının onu sahiplenişiyle kimlik kazanır ancak. İşte İzmir Resimleri, bunu da pekiştirecek ölçüde bir kartpostal demeti olarak getiriyor İzmir’i önümüze. Bu resimleri, birer anlatı gibi okumak olanaklı. Gerçekten dilin, kendini ağırlıklı olarak duyurduğu “öykümsüler” denebilir kitaptaki anlatılara… Bir çalım Oktay Akbal da anımsanabilir bu arada. Tülsü geçirgenlikler ardından kurulduğu olmuyor değil bu öykülerin. Sözgelimi İzmir’in herkesi kucaklayan o alçakgönüllü dokusunda kendilerine yer bulan Kilisli Sabri Baba’nın, Laz Mustafa’nın, “Buruk Bir Resim Gibi”deki Oktay’la Sevinç’in, “Dün Geceden Kalan”daki Sıvaslı işsizin, Haydar Ağabey’in öyküleri hep bu türde verimler… Dinçer Sezgin, İzmir Resimleri’nin aslında birer preöykü olduğunu biliyor. Nitekim burada anlattıklarını birer öykü gereci olarak düşünüyor olmalı ki sonradan birer öykü olarak da yapılandırıyor bunları. Örneğin İzmir Resimleri’ndeki “Tek Kurşun” ile Gözlerinde Mavi Kuşlar’daki “Son Söz” bu yönde örneklenebilir. Öyleyse şöyle bir sonuca varabiliriz pekâlâ: Anlatılarında Sezgin, İzmir’den oluşturduğu kartpostallara minik minik öyküler yazıyor aslında ya da bunlar için altyazılar karalıyor kestirmeden. DİNÇER SEZGİN’İN İZMİR ALIMSAMASI... Dinçer Sezgin, iflah olmaz İzmir âşığı… Çok yönlü yazınsal uğraş içinde görünse de şiirle öykü ayrı yer tutuyor onun yazın yaşamında… İlk öykü kitabını 1959’da, yirmi yaşında çiçeği burnunda delikanlıyken yayımlamış Sezgin: İnsanların Ayak Sesleri. Sonra otuz yılı aşkın süre boyunca uzağında durmuş sanki öykünün. Derken 1991’de yeniden başını uzatmış yazında, çıkış o çıkış artık, ardı ardına verimlerle süslemiş öykü yazarlığını: Geçmişe Bakan Kadın (Bilgi, 1991), Sokağa Çıkma Yasağı (1993, Suteni, üçüncü basım 1997), İzmir Resimleri (İleri, 1994), Gözlerinde Mavi Kuşlar (Etki, 1997), Kaveko (Papirüs, 2005). Dinçer Sezgin’in öykülerinde gizli bir ÖYKÜDE İZMİR DUYARLIĞI... Cahit Külebi’nin “Atatürk’e Ağıt” başlıklı şiirinde geçer hani, hepisi topu iki dizedir, İzmirlilerin mutlu göz süzüşüyle, incelikli içtenlikle efil efil tüttürüp söylediği… “İzmir’in denizi kız, kızı deniz/ Sokakları hem kız hem deniz kokar.” İzmir Öykü Günleri’nin ikincisinde, bu dizelere “öykü”yü de eklemek gerektiğini düşünmüştüm. Gerçekten de o yıl liseler arasında öykü yazma yarışması düzenlenmiş, İzmir Öykü Günleri “liseli gençleri kucaklayan yeni bir etkinliğe daha kapı aç(mış)tı”. Büyük çoğunluğu kızlardan Dinçer Sezgin oluşan genç öykücü adaylarının bu ürünleri yayımlandı sonradan: Genç Öyküler (Tudem, 2003). O zaman denizle birlikte öykü kokan ödüllü kızları, sonrasında ödüllü delikanlıları tanıdık: Yılmaz Yıldız, Merve Çakırel, Ekin Özbakkaloğlu, Cansu Tutan, Gizem Uzer, Nur Damla Kutlu, Elif Arman, Naciye Seyman, Erdem Çamdal, Mehmet Başdere, Alp Turan. Düzenleyiciler, İzmirli gençleri öykü yazarlarıyla buluşturuyor bu kez. Sözgelimi Karabağlar Hatice Hanım’la Yeşildere 19 Mayıs İlköğretim Okulu, Toros Anadolu Lisesi öğrencileri öykü yazarlarıyla bir araya gelecek okullarında… İzmir’in, İzmirlilerin öyküye gösterdiği duyarlık, gençleri yazınsal etkinliklere, üretime çekerken daha bir belirginlik kazanıyor. Gerçekten de etkinlikler genç SAYFA 6 DİNÇER SEZGİN’İN ÖYKÜCÜLÜĞÜ... Dinçer Sezgin, öykülerinde dile yaslanan, öyküyü dilde kuran bir yazar. Gerçekten de onun öyküleri, anlamlandırmanın ötesinde farklı boyutta çıkıyor karşımıza… Dilde hiçbir zaman şairaneliğe rastlanmıyor, ne var ki yazar, öyküde dili yapılandırmayı, onu dilde yaratmayı önemsiyor. Öyküsel imgeleme daha geride duruyor böylece. Bunun şiire uygun düşeceğini öngördüğü için belki de öyküsel imgeye pek yanaşmıyor. Dinçer Sezgin’in öykülerinde olay da, bunun anlatımı da, imge de, buna dayalı anlamlandırma da hiç önem taşımıyor neredeyse. Öykü, bir dil bütünlüğüyle, kabında yer aldığı anlatının görünümüyle yer alsın istiyor yazar. Günümüz öykü yazarlarının büyük çoğunluğundan en azından bu tutumuyla ayrılıyor Sezgin. Erdal Öz’ün de gide gide böyle bir öykü anlayışına vardığını biliyoruz. Ne ki Öz, öykünün dilsel somutlanışını anlamlandırmayla ilişkilendiriyor. Oysa Sezgin, dilde somutlanan öyküyü, şaşırtmacalı sonla uçurumun kıyısına getirip bırakmayı seviyor. Neredeyse bütün öykülerde türdeş, birbirini bütünleyen bir anlatımla karşılaşılıyor. Bu çerçevede onun öykü kimyasını çözümlemek olası sanki: 1. Öyküler özöyküselden çok elöyküsel anlatımla kuruluyor, ikinci tekil kişiye seslenim ağırlıklı yer tutuyor. 2. Bütün öyküler soğukkanlı tümce kuruluşlarıyla ancak sıcak, içten anlatımla kuruluyor. Öykülerde biçemsel deneyişlerin, arayışların yerine biçimsel değişimler yeğleniyor. 3. Hemen bütün öykülerde şaşırtmacalı son yaratılmaya çalışılıyor. Bu çerçevede her öykü bir ayrılıkla sona eriyor. Ölüm, terk, kopuş, veda, yitirme, yol ayrılığı vb… İlk iki öykü kitabında olduğu kadar son iki öykü kitabında da karşılaşıyoruz bu durumla. 4. Öykülerde anne baba ayrılığı, ötesinde aykırılığı da dikkati çekiyor. Bu nedenle öykü kahramanlarının büyük bölümü, anne baba sevgisini tamı tamına yaşayamamış, sonuçta acı çekmiş, hüzünlü kişiler. Örneğin “Neslihan”daki Neslihan, “Bira”daki Anette, “Garip Bir Ayrılık Üzerine Yazılmıştır”daki Ayşin böyle kişiler. İzmirli kadınların kendi beden sahipliği bir yana, ayrılıkla sona ermiş evliliklerde bu kadınların görece bile olsa “kötü anne” imgesi oluşturduğu görülebiliyor. Kimilerindeyse ikinci kadınlar “olumlu” niteliklerle çıkıyor öne. Örneğin “Yaşayıp Gidiyor Seninle”deki Gülşen böyle biri. Bu öyküler kadar kimi kahramanlar değişke bağlamında ya da değişerek süreğenlik gösteriyor. “Gözlerinde Mavi Kuşlar”la “Kaveko” öyküleri; Mustafa ya da Tahsin Ustayla Elvan bu doğrultuda örneklenebilir… 5. Tümce başlarına yerleştirilen “ve” bağlacını kullanmadaki kararlılıkta on yıllar içinde hiçbir değişiklik gözlenmiyor. Bu arada öykülere, sürekli bir gözyaşı buharı eşlik ediyor. Sezgin’in kitaplarındaki öyküler, editör emeğinden yoksun görünüyor nedense. İleri Kitabevi yayını İzmir Resimleri’nde inanılmayacak boyutta bu. Bu arada yazardan kaynaklanan kimi yanlışlar üzerinde durmak da olası. Sözgelimi bileşik ya da ayrı yazılması gereken sözcükler sürekli karışıklık gösteriyor öykülerde. Sonra fideler ekilmez, dikilir (Geçmişe Bakan Kadın, 28). Oysa sardunyaları bile ekmekten söz ediyor yazar. (İzmir Resimleri, 13) “Namaz örtüsü”, kadınların başlarına aldığı örtüdür bildiğimce, yazar “namazlık” (halkımız “namazlağa”, “namazlağı” vb. de diyor buna), “seccade” karşılığında kullanıyor bunu (Sokağa Çıkma Yasağı, 38). Dinçer Sezgin, taptaze söyleyişlerle, dumanı tüten imgelerle de karşılıyor bizi bu arada: eftiklenmek, yalnızlık tüten akşamüstü, yüreğe karlar yağdıran ses, eylül tenhalığı, dört duvara sığmayan sevişme, yürünen yorgunluklar, ay doğar uzaklık, kendi yokuşu, (ağaçta) kolalanmış yaprak, umur irfan görmek vb… İzmir’de olup olmadığınız, yaşayıp yaşamadığınız önemli değil! Ama günün birinde bir öyküyle çıkagelecektir İzmir… Bu nedenle “İthaf” adlı şiirinde, “Aşkı şehirler yaratır, şehirler yaşatır diyorum/ Gün gelir aşklarıyle anılır şehirler anılırsa/ Niyetim sevdalı sözler etmek de olmasa/ İzmir için ne yazarsam sana adıyorum!” diyen Necati Cumalı gibi tıpkı Dinçer Sezgin de, ne verimlemişse hep İzmir’e, İzmirliye sunmuş biri. İzmir’e, İzmirliye “gözlerinde mavi kuşlar” yakışıyor çünkü. O da İzmir de karşılıklı hak ediyorlar birbirlerini. Ama siz, siz hak ediyor musunuz İzmir’i, İzmir’in öykülerini, bunları kaleme alanlardan biri olarak Dinçer Sezgin’i? Sevgililer Günü’nde, Dünya Öykü Günü’nde İzmir’de “sevgililerimle” olmak ne büyük mutluluk! Merhaba İzmir! ? KİTAP SAYI 887 CUMHURİYET
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear