01 Aralık 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
DİLEK ŞAHZÂDE Kimi sanatçılar gerçekten sanat yapmak için doğmuştur, yazgıları böyledir, öyle olmuştur. Ama bu, öyle kolay olmamıştır aslında. Böyle dingin, sakin, her şeyin yerli yerinde gözükmesinin sebebi; kendisiyle barışıklıktır, hazmetmiş olmaktır, ne olduğunun bilincinde olmaktır. Hazzın ve acının farkında olmaktır. Ödenecek tüm bedellerin biletini kombine olarak almış olmaktır. Bu kolay mıdır? Hele güzel ve yetenekli hem de akıllı bir kadınsanız bunlardan bir tanesine sahip olmanız hayat boyu her şeye yetecekken, zoru seçmek neden? İşte o sorunun yanıtını alkışlıyorsunuz… Birkaç sanat dalını bir arada hakkını vererek, örnek olarak, yol açarak, yoldaş olarak, geçtikleri yolları güzelleştirerek yapan ender insanlardan biri Zuhal Olcay. 2006 yılında “Natalie” ile Afife Jale Ödülü alan Zuhal Olcay, üç küsur yıl aranın ardından bu kez kurucularından olduğu Tiyatro Stüdyosu’nda şık bir “Şölen”le tiyatro izleyicisi ile buluştu. Moira Buffini’nin “Şölen” adlı ilginç oyunu, güçlü bir oyuncu kadrosu, Ahmed Levendoğlu çevirisi ve rejisi ile Muammer Karaca Tiyatrosu’nda prömiyer yaptı. Oyun, bu sezonun iddialı yapımlarından biri olacak. Sahne tasarımında Behlüldane Tor harikalar yaratmış. Oyunun eleştiri kısmını ayrıca yazacağım, burada değinmiyorum. Zuhalciğim, bütün, Tiyatro Stüdyosu ve Aysa ekibini tebrik ediyorum, böyle modern ve sözü olan bir oyunu seyirciyle buluşturduğunuz için, ellerinize sağlık. Şimdi oyundan biraz söz edeceğim. Varlıklı bir yaşamı olan ve yaşam boyu hiç çalışmamış olan Paige (Zuhal Olcay), yazar olan kocası Lars’ın (yine muhteşem bir performansla Payidar Tüfekçioğlu) yeni yayımlanan kitabını kutlamak amacıyla bir yemek daveti düzenler ve özel bir garson (Güçlü Yalçıner) tutar. Davetliler, Lars’ın eski sevgilisi Wynne (Funda İlhan) eskiden Paige’in arkadaşıyla evli olan biyolog Hal (Özgür Yalım) ile yeni genç eşi Siân’dır (Ayça Bingöl). Gecenin ortalarında telefonu kullanmak için gelen davetsiz konuk Mike da (Gökçer Genç) onlara katılmak zorunda kalır. Hemen burada oyundan Funda İlhan’ın bir repliğine yer verelim: “Yüzümüzün ölüme dönük olduğunu bildiğimiz için yaşamaya mecburuz.” Bu, konuklardan birinin bakış açısı, diğeri de diyor ki, “Madem öleceksin, ideallerini gerçekleştir ölmeden”. Bir nevi ters motivasyon. Şimdi, oyunda Lars “Tutkularına kulak ver” diyor, “İstiyorum diyen sese kulak ver”. Yanı başında bir kadın, Paige, güçlü, iğneleyici, acımasız, yok edici, belki de böyle varlığını belli etmek isteyen. Âşık olan kişi o an için ne kadar coşkunluk duysa da, aslında birisine tutulmada gerek çocuksu, gerek özünde aşağılayıcı bir şey vardır. Zira kaçınılmaz olarak idealleştirdiği nesneye bağımlıdır ve onun insafına kalmıştır. Yeni doğmuş bebek dışında hiç kimse âşık olan birisi kadar savunmasız kalamaz. Burada Paige’in bize sunduğu yanılsamayla, maskeyle, kendisi arasındaki farkı anlamanız ve anladığınızda içinizin cız etmesi açısından aşka değindim. Oyunun sonunu açık etmeyeceğim.. izleyin, kendiniz şaşırın. Ölüm ve yaşam döngüsünden söz ediliyor. Ölüm ve yaşam kardeşliğinden. Aslında denkliğinden. Ne ayrılabilirliğinden ne birleştirilebilirliğinden. Ölümü kabul edenin aslında yaşamı kutsadığından. İntiharın soyluluğundan. İnsan soyunun egosunun oburluğundan. Oyunda sizi çimdikleyen noktalar da gayet gerekli “bütün olarak ‘var olma’nın bir metaforu”, “orta sınıfların ahlaksal kofluklarına dokundurma”, “ölümün her zaman her yerde oluşu”, “varlıklı ve ‘başarılılar’ın boş yaşamlarından hiç çıkmayan umutsuzluk ve keder”, “intikam oyunu”, “üst orta sınıfın gösterişçi, kibirli, açgözlü yaşam düzenine yönelik bir değerlendirme”, “‘kibar toplum’un doğasının derinlerindeki yozluk gerçeğinin deşilmesi”,“tüketici toplumun saplanmış olduğu batağın acımasız eleştirisi; sonuçta öz olarak karşımızda kalan ise ‘değerini kavrama’ olgusu”, “ana öğesi yemek olan, aşırılık ve tüketim üzerine bir oyun. Aslında oyunun kendisi, yemek”. Oyunda, yemek masasında Sartre’a selam verdiler ya biz de verelim: “Uğrunda ölmeyi kabul etmeyeceğimiz bir şey olmadığı sürece insan olmayız.” İnsanız, beşeriz şaşarız. Bir şans daha ararız. Olur mu? CMYB C M Y B DÜZ ÇİZGİ ÜMİT ZİLELİ Nefes Salonda adeta ölüm sessizliği vardı… Film çoktan sona ermiş, perdedeki isimler ve eşlik eden müzik çoktan silinip gitmiş, ışıklar olanca parlaklığıyla çoktan yanmıştı… Ancak salonda ufacık bir hareket bile yoktu… Sanki salondaki 300 kişi koltuklarına çakılıp kalmıştı… Sanki salon nefes almıyordu - Ben de!.. Aslında hepimiz o iki buçuk saat süresince neredeyse nefes almaksızın, koltuklarımıza adeta mıhlanarak ve de gözümüzü kırpmadan seyretmiştik gerçeği!.. Gerçek orada, elimizi uzatsak tutabileceğimiz kadar yakınımızdaydı… Yıllar yılı gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında yalnızca birkaç dakika için yüreğimizi yakan, “kanları asla yerde kalmayacak olan”, arkalarından “şehitler ölmez vatan bölünmez” diye bağırdığımız, ama bir daha asla adlarını bile hatırlamadığımız, bizim için, bu yurt için toprağa düşen, son nefeslerini bu vatan için veren ve birinci sayfalara “şehit ve sayı” olarak geçen, daha hayatı bile doğru dürüst tanımamış, çoğu bir sevgilinin saçının kokusunu bile içine çekmemiş, kimi doğan çocuğunun bırakın yüzünü, fotoğrafını dahi görmemiş o gencecik fidanlar, tüm gerçekliğiyle, şakalarıyla, sevgileriyle, türküleriyle, korkularıyla ve silahlarıyla o kocaman perdedeydiler işte… Ben “Nefes”in her anını, gözlerim yanarak ve yüreğimde çelikten bir kıskaçla izledim. Ben o filmi izlerken, biraz o yüzbaşı, biraz o Trakyalı er, biraz söylenen o yanık türkü, biraz sevgilisini yitirmiş asteğmendim… Kurşunlara hedef olan her Anadolu çocuğunda biraz 20 yıl önce Tunceli’de toprağa düşen er Turan Gündüz, biraz Pülübargi’de gecenin yarısı içeri su girmesin diye yağmur altında damda “loğ yapan” Haydar Ağa, biraz Tunceli Jandarma Komando Tugayı’nın önünden kalkan onlarca bayrağa sarılı tabuttan biriydim… “Nefes”in en çarpıcı anı, yüzbaşının binlerce metre yükseklikte, karların arasında kaybolmuş, Tanrı’nın bile unuttuğu bir sınır karakolunda söylediği şu sözlerdi: - Biz burada kaybedersek, siz Ankara’da, İstanbul’da kaybedersiniz!.. Bir an, bu yazıyı yazarken, aynı saatlerde İmralı’daki hükümlünün emriyle dağdan inip Habur sınır kapısında davul zurna ve halaylarla teslim olan değil, “açılıma katkıda bulunan(!)” teröristleri düşündüm. Sonra da “Nefes”teki yüzbaşının sözlerini… Birden kendimi mırıldanırken yakaladım: - Ankara’da, İstanbul’da kaybetmek, ülkeyi kaybetmek değil mi?.. “Nefes-Vatan sağ olsun” filminin senaryosu sevgili kardeşim Hakan Evrensel’in “Güneydoğu Hikâyeleri” kitabından oluştu. Yıllarca bu film için akıl almaz bir uğraş veren Hakan ve yönetmen Levent Semerci ile filme ruhlarını koyan oyuncuları gerçekten alınlarından öpmek lazım… - Yalan ve kirliliğin böylesine prim yaptığı bir dönemde gerçeği gösterdikleri için… Bir Yurtsevere Mektup (XXXI) Sevgili kardeşim Balbay, Kürt açılımı “traji- komedisi” tüm ciddiyetiyle sürüyor. Tıpkı Ermeni açılımında olduğu gibi!.. Biliyorsun son olarak, Mahmur kampından 26 mülteci ve Kandil’den 8 terörist, kendi açıklamalarıyla “çözüm sürecine katkıda bulunmak üzere” İmralı’daki terörist başından aldıkları emirle Habur sınır kapısında törenle karşılanarak Türkiye’ye giriş yaptılar!.. Gerçi bizim yanaşma medya ve büyük devlet adamlarımız bu teröristlerin “teslim olduğunu” söylüyor, ama ben hayatımda davul zurna ile halaylar çekilerek, miting ve basın toplantısıyla teslim olunduğunu görmemiştim. Öyle ki; teröristler Silopi’deki mahkemeye kadar yorulmasınlar diye mahkeme sınıra gelmişti!.. Aklıma sen, içerdeki ve hastanelerdeki yurtseverler, ölümün eşiğindeyken evi basılan sevgili Türkan Saylan, ölüme beş kala hapishaneden hastaneye atılan Kuddusi Okkır geliverdi nedense… Bize bu günleri de gösteren büyüklerimizi nasıl yad edeceğimi bilemedim doğal olarak… Sonuçta dizginleri İmralı’daki müebbetlik mahkûmun eline verdik, bindik yol haritasına, gidiyoruz doludizgin “demokratik özerklik” günlerine… Sevgili kardeşim, seni ve tüm yurtseverleri, dışarıdaki milyonlar adına bir yurtseverin olanca gücü, sıcaklığı, özlemi ve direnci ile kucaklıyorum… Zuhal Olcay’ın ‘Şölen’ine Katılın KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 22 Ekim HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com 22 EKİM 2009 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA 15 Zahit Akman’a savcılık sorusu: Deniz Feneri’nde kaç vatlık ampul kullanıyorsun! Bir numara Kemal Öncü: “Ergenekon’un devşirme sanığı Alparslan Arslan’a Danıştay saldırısı emrini Allah vermiş. Bir numara belli oluyor!” Platini Dinçer Kişoğlu: “Ermenistan maçında Abdullah Gül’ün elini, öteki eli pantolonunun cebinde sıkan UEFA Başkanı Platini’ye bak; Avrupa’nın Türkiye’ye bakışını anla!” Doğal Avni Kurtuldu: “Azerbaycan doğalgazına zam geliyor. Ermeni protokolünün Türkiye’ye gaz yapması doğaldır!” YağmurDeniz Emekli hastalar için SGK tebliği EMEKLİLERİN sağlığı üzerinden üç-beş kuruş daha tırtıklamaya çalışan Sosyal Güvenlik Kurumu, nasıl olduysa yoğunlaşan tepkiler üzerine yeni bir tebliğ hazırlamış. Kaya Çetin, tebliği açıklıyor: “Kalp ve kanser hastaları, emekliler, tüm vergileri ve yüzde 98 olarak saptanan katkı paylarını beş yıl önceden gösterilecek banka hesabına yatıracaklar. Sıraları geldiğinde ilaçlarını istedikleri eczaneden alıp huzur içinde kullanacaklar. Tansiyon hastaları ilaçlarını bölge kalkınmasına katkıda bulunmak amacıyla Hakkâri’de yazdıracaklar. Reçetelere her ilaç için en çok on günlük doz yazılması konusunda İmralı ile anlaşmaya varıldı. Diyabet hastaları reçetelerini diledikleri doktora yazdırabilecekler ancak ilaçları alabilmek için reçetenin il hıfzıssıhha kurulundan geçtikten sonra Sosyal Güvenlik Kurumu’nun oluşturulacağı Şeker ve Şerbet İşleri Kurulu’nca da onaylanması gerekecek. Kurul üç yılda bir toplanıp gelen reçeteleri inceleyecek ve karara bağlayacak. Acil hastalar, durumları ulemaca karara bağlandıktan sonra helasında oturularak işenen bir sağlık kurumunda yatırılarak tedaviye alınacak. İlaç bedelleri konusunda ise, ‘öde ve çık’ ilkesi uygulanacak. Domuz gribi aşıları adreste yapılacak, aşı yaptıran her emekliye bir çuval kömür verilecek.” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” SON 50 yılda Türkiye’nin başına musallat edilen terör belalarını ve terör örgütlerini anımsayalım: 1) Kıbrıs’ta Yunan terörü ve EOKA. 2) Dünyada Ermeni terörü ve ASALA. 3) Türkiye’de Kürt terörü ve PKK. Bu üç terör örgütünün arkasında emperyalizm yani ABD ve Fransa, Almanya, İsviçre gibi Avrupa’nın kalantor ülkeleri vardı. Türkiye, emperyalizme rağmen EOKA’yı Kıbrıs’ta askeri bir hareketle sorun olmaktan çıkarınca, karşısına ASALA çıkarıldı. ASALA’yı da bir şekilde halletti fakat bu kez PKK yaratıldı. Peki, Türkiye’nin kendi olanaklarıyla Kıbrıs sorununu ve giderek dallanan Ermenistan sorununu çözmesini emperyalizm onaylamış mıydı? Hayır! Üstelik hep gündemde tuttu ve tehdit unsuru olarak kullandı. Daha dün Washington’daki ABD’li Sayın Barack, Türkiye’ye geldi ve Meclis’te yaptığı konuşmada gereken talimatı verdi: “Kıbrıs’ı halletme zamanı geldi; Ermenistan sınırını hemen aç, Irak’ın kuzeyinde kurmakta olduğum Kürdistan sınırında sorun istemiyorum!” Ermenistan’la imzalanan protokol, Çankaya’daki AKP’linin Washington’daki ABD’liye telefon açıp Kıbrıs için yardım istemesi boşuna değil. Ve son hamle Kürt açılımı: Washington’daki ABD’linin talimatını, Çankaya’daki AKP’li Sayın Abdullah “tarihi fırsat”a dönüştürdü; İmralı’daki PKK’li Sayın Apo yol haritasını verdi; Başbakanlık’taki AKP’li Sayın Recep de uygulamayı yürütüyor. Kürt açılımı koordinatörü ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay, “açılım”la ilgili ser verip sır vermemesine rağmen bir grup ayrılıkçı Kürt teröristin “barış elçisi” olarak Türkiye’ye gelişi üzerine baklayı ağzından çıkardı. Milli Güvenlik Kurulu toplantısı öncesi Ankara’daki gazetecilerle konuşurken Atalay’ın takkesi düştü, keli göründü: “Irak’ın kuzeyinden gelenler planın bir parçasıdır... Bu, bizim planımızın bir parçasıdır... Bir planımız var, yürütüyoruz...” Hükümetin elinde bir plan var ama plandan Meclis’in haberi yok; halkın haberi yok... Aslında hükümetin eline bir değil üç plan tutuşturuldu; Ermenistan planı, Kıbrıs ve dolayısıyla Yunanistan planı, Kürdistan planı. Bütün planları bir araya getirirseniz; Türkiye Cumhuriyeti’nin defterinin dürülmesi planı! Üç Plan SESSİZ SEDASIZ (!) HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Ağaç direkler üzerine çakõlmõş çõ- talara sõva vurula- rak yapõlan duvar ya da tavan. 2/ İs- kambilde bir kâ- ğõt... Yanõcõ, renksiz ve az kokulu bir gaz. 3/ Dövülmüş pirincin şekerli su- da haşlanmasõyla yapõlan tatlõ... Suu- di Arabistan’õn plaka imi. 4/ Bir renk... İnanõlõr, gü- venilir. 5/ İnsan türünün belli başlõ ve sürekli çe- şitlerinden her biri... İpu- cu. 6/ Kekemelik, pepe- melik. 7/ İri bir hõyar tü- rü... Dar, uzun ve hafif bir yarõş kayõğõ. 8/ Cemaate namaz kõldõran kimse... Kõsa yazõ. 9/ Kemiklerin yuvarlak ucu... Gondola benzeyen bir tür kayõk. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir geminin hangi devlete ait olduğunu gösteren bay- rak. 2/ Üstün bir yetkinin gücünü simgeleyen değnek... Taşa tutarak öldürme. 3/ Beyaz ya da pembe renkli çi- çekler açan zehirli bir ağaççõk. 4/ Dervişlerin giydiği es- ki ve yamalõ hõrka... Sabunu, atõ ve saçõ vardõr. 5/ So- yundan gelinen kimse... İlave... Kuzu sesi. 6/ Değirmen taşõ ya da testere gibi şeylere diş açmak. 7/ İsrail’in pla- ka imi... Gündüz yapõlan sinema ya da tiyatro gösteri- si. 8/ Eskiden uzay boşluğunu doldurduğu varsayõlan es- nek madde... Küçük yayla evi. 9/ Cinsel güçsüzlük... Bir cetvel türü. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 T A T L I C A İ O Y A R U T İ N R A F Y A İ N İ T T A K A N A K U L A K S A Y A M İ A T A E S M A M U L A T K A R O T E N O A N I Z T A R T 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 e-posta: umitzileli@gmail.com UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear