Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
manlaşmış yem sanayi ile çözülmüş görülmektedir. Ancak mısır, soya, balık unu gibi karma yemlerde büyük oranda kullanımı söz konusu olan önemli yem hammaddelerinin büyük oranda dış alımlarla gerçekleştiği görülmektedir. Bugün mısırın yüzde 30’unu soyanın yüzde 90’ının dış alımla sağlamaktayız. Önemli olan bu hammaddelerin dış alıma bağlı kalması yerli üretimin yetersizliği sektörün içinde yaşadığı ve zaman zaman dar boğazlara girdiği ana sorunudur. Bu sorunların kronikleşme tehlikesi var mıdır? Zaten kronik haldedir. Tavukçuluktaki gelişmeye paralel daha da artacaktır. Ana sorunları irdelemeye devam edersek, gerek bu ürünlerde uygulanan fiyat politikaları gerekse döviz kurlarındaki olumsuz gelişmeler tavuk ürünlerinin mal oluşunu yukarılara taşımaktadır. Bu amaçla mısır ve soya ekim alanlarının genişletilmesi üreticinin teşvik edilmesi ve desteklenmesi gerekmektedir. Tavukçuluk sektörünün sorunlarından biri de iç tüketimin üretim yoğunluğu ile paralel olmayışıdır. Tüketim azlığının ilk anda göze çarpan nedenleri nedir acaba? Bu açıdan iç tüketimin arttırılması yönünde gerek özel sektörce gerekse kamu sektöründe girişimlerde kaçınılmazdır. Dış satımla ilgili olarak AB standartlarına sahip ürünler üretmemize karşın devlet denetimindeki eksiklik ile bu durum tam olarak gerçekleşememektedir. Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçılar Birliğinin (BESDBİR) kalıntı analiz laboratuarlarının kurulması ve kalıntı izleme uygulamalarının gerçekleşmesi sonucu Türkiye’nin AB’ye piliç eti dış satımı ile yılda 300 milyon dolarlık bir gelir getireceği vurgulanmaktadır. Sözü edilen bu kalıntı izleme uygulamalarının gelişmesi devam etmekte 2005 yılında gerçekleşmesi beklenmektedir. Türk tarımının en önemli sorunlarından biri de işletme büyüklüğüdür. Bu yapı tavukçuluk sektöründe de önemini korumaktadır. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı verilerine göre etlik piliç üreten işletmelerin yüzde72’si 5000 kapasitenin altında işletmelerdir. Hatta bunların yüzde20’si 2500’ün altındadır. Bu da kümeslerin daha sağlıklı donanımlara kavuşturulmasında çevre denetiminin gerçekleştirilmesinde sorun yaratmakta ve üretim kayıplarına neden olmaktadır. Doğal koşullarda yirmi haftada yetiştirilebilen bir tavuğun üretim çiftliklerinde 3540 günde yetiştirilmesinin kafalarda yol açtığı kaygı konusunda ne düşünüyorsunuz? Evet tek kelimeyle bilimsel gelişmenin sonucu. Olaya ben böyle yaklaşmaktayım. Bunu rakamlarla yıllara göre açmak gerekirse 1925 yılında 1,5 kilo canlı ağırlığa bir piliç 120 günde ulaşıyordu, 1940 yılında 85 günde 1,360 kilo canlı ağırlığa ulaşmakta ve canlı ağırlığın her bir kilo için 4 kilo yem tüketmesi gerekiyordu. 1950 yılındaki verilere baktığımızda 1,470 kilo canlı ağırlık için besi süresi 70 gün olmuş ve 1 kilo canlı ağırlık için 3 kilo yem tüketir duruma gelmiştir. 1970 yılındaki besi performans değerleri 1,700 kg canlı ağırlığa 56 günde ulaşmış ve 1 kilo canlı ağırlık için 2,25 kilo yem kaybetmiştir. 1985 yılına ait verilerde ise piliçler 47 günde 1,810 kilo canlı ağırlığa ulaşmışlar ve yemden yararlanma oranı dediğimiz oran ise 1,95’ e çekilmiştir. Günümüzde 22,5 kilo canlı ağırlığa 35 günde ulaşıldığı ve 1 kilo canlı ağırlık için tüketilen yemin yani yemden yararlanma oranının 1,65’e yaklaştığı görülmektedir. Tüm bu değerlere ulaşılmasında tarihsel süreç 100 yıla yakındır; özellikle son 5060 yıllık süredeki bilimsel çalışmalar etkin bir rol oynamıştır. Kanatlılarda özellikle canlı ağırlıktaki bu gelişmede bireysel seleksiyon dediğimiz bu yöntem etkin olarak kullanılmaktadır. Bilinen bir gerçektir ki canlı ağırlığı yüksek olan hayvanların seçilmesiyle oluşturulan sürülerin döllerinin de ağır olma olasılığı yüksektir. Diğer yandan basit bir anlatımla melez döller saflarına oranla daha üstün olma durumu kazanabilirler. Bu iki bilimsel gerçek bu değerlerin bugünkü düzeye ulaşmasında ana nedendir. Seçimi yaparken veya melez döller elde ederken iki jenerasyon arasındaki süre haftalarla gösterilebilmektedir. Bu kısa süre içinde anaç başına döl sayısı da fazla olduğundan genetik iyileştirme çalışmaları daha etkin olmakta ve genetik ilerleme hız kazanmaktadır. Diğer yandan elde edilen bu üstün nitelikli genotiplerin günlük besin madde gereksinimleri çok dikkatli ve gerçekçi yaklaşımlar ile nerede ise günlük değişimlere göre karma yemler hazırlanarak hayvanlara yedirilmekte yem tüketimleri de böylece en aza ve en ucuza çekilebilmektedir. Bu genetik çalışmaların sonucunda en az yemle en kısa sürede en yüksek canlı ağırlığı kazanan soylar ve hatlar geliştirilmiştir. Bu bireyler kullanma melezi ve hibrit olarak tanımlanmakta yalnızca ortaya koydukları verim özellikleri için kullanılmaktadırlar. Şöyle ki etlik piliçler 35 günde kesime gelebilir, yumurtacı tavuklar yumurtlama yılında 300 veya daha fazla yumurta vermeleri sağlanır, ancak bu verim düzeyindeki bireyler hiçbir zaman anaç olmazlar. Doğal olarak bu üstün nitelikli bireylerin çevreye karşı duyarlılıkları da o düzeyde artmaktadır. Verim özelliklerin gerçekleşmesine yönelik uygun kümes içi koşulların sağlanması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Tüm bu genetik iyileştirme ve çevrenin tavukların istemleri doğrultusunda düzenlenmesi bugünkü kafaları karıştıran rakamların yaratılmasını sağlamıştır. Bence bundan şüphe duyulacağına çalışmalarından dolayı araştırıcıları ve uygulayıcıları kutlamak gerekir. Tavuk yetiştiriciliğinde hormon ve antibiyotik kullanımı ve insan üzerindeki etkileri ne düzeydedir? Son günlerde Türkiye’nin gündemine oturan bu konunun 3 muhatabı bulunmaktadır. Bunların etkilenme açısından en önemlisi tüketici, diğeri üretici, diğeri ise bilim insanıdır. Tüketici nasıl bir ürün satın aldığını ne yediğini ve bundan kendi sağlığının ne denli etkilendi Tavuk, günümüzde 22,5 kilo canlı ağırlığa 35 günde ulaşıyor. Bu durum özellikle 5060 yıllık bilimsel çalışmaların bir sonucu ğini ve geleceğe dönük endişelerini bilmek ister bu da işin doğası gereğidir. Konuyu açıklayacak tüketicinin kafasındaki sorulara bilimsel yaklaşımla yanıt verecek olan ise bilim insanıdır. Ancak, tüketicinin doğruyu üreticiden duymak istemi de en gerçekçi davranış biçimidir. Olaya böyle baktığımızda üreticiler örgütleri kanalı ile veya bireysel olarak kamuoyuna geçerli açıklamaları yapmış durumdadır ve hâlâ da yapmaya devam ediyorlar. Ancak, bütün bu çabalar ilk günkü yaratılan olumsuzluğun etkisini ne denli atabilir bunu zaman gösterecektir. Sektör, ekonomik olarak büyük bir maddi kayba uğramıştır. Bu da et tüketiminin yüzde 30 gerilemesine neden olmuştur. Bilim dünyasında kanatlı eti üretiminde hormon kullanılmasının olanaksız olduğu ve ekonomik bir uğraş olamadığı yönünde yeteri kadar açıklama yapılmış durumdadır. Aynı çevreler tüm hayvancılık alanında 1988 yılından beri hormon uygulanmasının tümüyle kaldırıldığını ve yasaklandığını vurgulamışlardır. Ayrıca, kanatlılarda bilimsel araştırmalar da dahil hormon uygulamalarına yönelik bulguların olmadığı belirtilmektedir. Bu konuda bir koşullanmadan söz edilebilir mi? Bence tüketici hormon uygulanmadığı konusundaki yargıyı kabul etti, ancak antibiyotik kullanımı ve etkisi konusunda kafasındaki sorulara net bir açıklık getiremedi. Çünkü, üreticiler veya örgütleri antibiyotik kullanıldığını basın yoluyla kamuoyuna duyurmuşlardır. Bu konuda Banvit Genel Müdürü ‘‘AB’de ve tüm dünyada olduğu gibi büyük başların ve kanatlıların yemlerinde antibiyotik ilaçlar kullanılabiliyor antibiyotik kullanımının amacı gelecek bazı hastalıkları engellemek ve tedavi etmek’’ demektedir. (24 Kasım 2004 Cumhuriyet). Entansif yetiştiricilikte antibiyotikler verim arttırıcı ve gelişmeyi düzeltici olarak da kullanılabilmektedir. Etlik piliç yetiştiriciliğinde antibiyotik kullanıldığında aynı karkas ağırlığındaki bireyler yüzde312 oranında daha az yem tüketebilirler. Kötü kümes koşullarında bu oran daha da artabilir, ancak zaman içinde bazı antibiyotiklerin büyüme faktörü olarak kullanılmasının olumsuz etkiler yarattığı gerekçeleri ile kullanımları yasaklanmıştır. Sindirim kanalında emilimi olmayan veya çok az emilebilen ve kalıntı yönünden insan sağlığını tehdit edici olmadığı varsayılanların kullanımı bugün için de söz konusudur. Hayvansal gıdalardaki antibiyotik kalıntıları insanlarda bazı ilaçlara karşı direnç oluşturmakta alerjik durumlar yaratmakta, ciddi boyutlarda zehirlenmelere ve bağışıklık sistemini baskı altına alabilmektedirler. İnsanlarda yarattığı bu olumsuz etkiler nedeni ile sağıltım amaçlarının dışında antibiyotiklerin kullanımı yasaklanmıştır. Büyütme faktörü olarak kullanılan flavofosfolipol ve avilamisin antibiyotiklerinin dışındakiler, uzun süre hatta yaşam boyu yem ile ve su ile verilebilen büyütme faktörleri niteliğindedir. AB Ülkeleri arasında da bunların kullanımı konusunda farklı uygulamalar bulunmaktadır. Türkiye’deki uygulama kesimden önceki 1 haftada karma yem değiştirilerek antibiyotik katkısız yem kullanılmaktadır. Ancak kalıntı riskini düşünmeden yalnızca kazanç düşünen üreticiler yok mudur, doğal olarak bulunmaktadır. Kanatlı eti sektörü bunlara merdiven altı üretim adını vermekte ve tüketicileri ambalajlı ve markalı ürünleri tüketme yönünde uyarmaktadırlar. Türkiye Ziraat Odaları Birliği Genel Başkanının 11 Kasım 2004’deki basın toplantısında açıkladığı gibi Tarım ve Köy işleri Bakanlığının 04.11.2004 tarihli iki resmi yazısında ‘kalıntı izleme programı doğrultusunda 2001 yılından bu yana analizi yapılan 1176 beyaz et örneğinde hormon kalıntısına rastlanmadığı 2003 yılında analiz edilen 585 örneğin yalnızca birinde, 2004’te ise 356 örnekten hiçbirinde antibiyotik kalıntısına rastlanmadığı bildirilmektedir. Tüm bunlardan çıkarılan sonuca göre Türkiye’de etlik piliç üretiminde kesinlikle hormon kullanılmadığı söz konusudur. Antibiyotik kullanımının gerek doz gerekse süre olarak yasal sınırlar içinde kullanıldığı ve devlet denetiminin düzenli olarak yapıldığıdır. 5