Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kuşların ‘Kanatlı’ Serüveni Osman NAMDAR (Veteriner Hekimler Derneği Genel Sekreteri) uşlar, hayvanlar aleminin omurgalılarından olup, bugün 10 binden fazla türünün yeryüzünde yaşadığı bilinmektedir. İlk atalarının Güney Almanya’da 1860 yılında fosili bulunan Archaeopteryx’den evrimleştikleri düşünülmektedir. Archaeopteryx, iki bacaklı, kanatlı, vücudu tüylerle kaplı bir dinozor türü. Bugün yeryüzünde bulunan kuşların atası olarak kabul edilmektedir. Avcı toplayıcı atalarımız, kuşların önce topladıkları yumurtalarından yararlandılar; avlayabildiklerini de avladılar tabii. Çalılar arasında bulduğu bir yumurta çok değerli bir besin maddesiydi onlar için. Ama hiçbiri, bir günde yüz bin yumurta toplayabileceğini hiçbir zaman hayal bile etmemiştir sanırım. İlk evcilleşen kuşlar güvercin ve papağan olarak geçiyor kayıtlarda. Renkleri, güzellikleriyle papağanlar baş köşede görünüyor M.Ö 2000 3000 yıllarında. Tavuklarda ise Güneydoğu Asya’da yine M.Ö. 3000 yıllarında yabani tavuğun (Gallus gallus) evcilleştirilmesiyle ilk evsel üretime geçildiği düşünülmektedir. Kuşların bir özellikleri de insansoyunun esin kaynağı olmaları. Nedense düşgücünü zorlayan, genişleten yapıları var kuşların; bilinmezliğe uçuşları, renkleri, sesleri, zavallılıkları, güçleri, yırtıcılıkları vb. Bir de mitolojik yanları var, kutsal yanları. Prometeus’nin ciğerini gün boyunca yiyen kartal da kuş, bahçede öten bülbül de. En ünlüsü Zümrüdüanka ise, kuşlar K Yediğimiz kuşları kanatlı diye adlandırıyoruz. Oysa diğerleri hâlâ kuş. dan mütevellit bir kuş; yanıp yanıp kendi küllerinden yeniden doğan. Turnalar gibi adına türküler yakılanı da var, akbabalar gibi lanet okunanı da var. Kimi yere adlarını verirler, kimi yerlerde adı vardır da kendileri yoktur. Feridüddini Atar, hayatlarından ve yaşayışlarından kıssalar çıkarılsın diye yazmış Mantık utTayr’ı. ‘‘Kuşlar gibi özgür olmak’’ deyimi ne zaman girdi insan kültürüne bilinmez. Ama günümüzde kuşlara şöyle bir baktığımızda bu deyim, kuşların evcilleştirilmesinden çok önce insan beyninde kalmış bir imge olmalı. Çünkü şimdi kafeslerdeki kuşlara bakınca ne kadar yanlış bir deyim olduğunu görüyoruz. Tavuk, hindi, ördek, kaz, keklik, bıldırcın, devekuşu yemek için evcilleştirdiklerimizin yanında, kanarya, muhabbet kuşu, saka, güvercin, keklik, tavus, papağan, bülbül gibi sesi, rengi ya da yarıştırmak için kafese koyduklarımız var. Her şeye karşın kuşlar, insanda iyiyi, güzeli çağrıştırıyor. Günümüze yaklaştıkça, insansoyu düşünmeyi öğrendikçe kafasını basit bir soruyla meşgul etti hep: ‘‘Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?’’ Pragmatik bakış açısı bu soruyu bir ikilem olarak bırakıp yediğimiz yumurta ile tavuğa yönlendirdi insanı. Bu bakış açısı ile insansoyu tüm hayvanları kendi hazzı için evcil leştirdi; kimini yemek, kiminden görsel, duyusal haz almak için. Bu süreç daha sonraları bunlardan hazırladığı yiyecekleri değerlendirme yollarını çeşitlendirmek, geliştirmek yönünde devam etti. Pastırma mı yapsaydı, sucuk mu? Kurutsa mıydı, tütsülese mi, yoksa soslu bir yemek mi? Derken soğukta saklamayı keşfetti. Bunun uğruna kendini feda eden Francis Bacon gibi biliminsanları bile var. Bacon, kesilmiş tavuk etini kar altında saklanabilirliği üzerine yaptığı deneyleri kendi üzerinde uyguladı. Karın altına kendini gömdü. Tabii sonra zatüreye yakalandı ve iyileşemeyerek öldü. Tabii sonuçta insanlık evcilleştirdiği kuşlardan yararlanma düzeyini yükseltmek için çabaladı, çok çalıştı. Yüzyıllar içinde ‘‘Gallus domesticus’’u, yani bildiğimiz tavuğu, öyle bir hale getirdi ki kimi nerdeyse her gün bir yumurta veriyor, kimi 40 günde gelişmesinin en üst noktasına geliyor. Biz de o yumurtaları yiyoruz, o etleri tüketiyoruz. Sonuçta yem, ilaç, aşı gibi girdileriyle ve kanadından buduna, kıymasından kuşbaşına, hamburgerinden şişine kadar tüketim çağının dev bir sektörü çıkıyor karşımıza: Kanatlı Sektörü. Onsuz yapabileceğimizi düşünemeyiz bile artık. Tüm bu olup bitenler insansoyunun aç karnını doyurma çabası diyeceğim ama daha çok aç gözünü doyurmak amacı öne çıkıyor sanki. Çünkü kuşlar içinde karnımızı doyurmak için kullandıklarımıza, ticari bakışımızla; yukarda değindiğimiz kuş sözcüğünün bizde uyandırdığı iyi çağrışımla ‘‘İyi olanı yemeyiz biz’’ der gibi, yediğimiz kuşları kanatlı diye adlandırıyoruz. Oysa diğerleri hâlâ kuş. Tabii soyları tükenmeyenlerin! ürkiye’nin gelişmekte olan en dinamik sektörlerinden olan beyaz et sektöründe, üreticiler diğer sektörlerde olduğu gibi büyük sıkıntı çekmektedir. Sektörün ilk halkası olan üreticiler entegre firmalar tarafından tek taraflı ve insafsızca hazırlanmış sözleşmelere mahkum edilmektedir. Kendi olanakları ile civciv yetiştirme şanşı olmayan ve büyük çoğunluğu köylü olan üreticiler ne hakkına sahip çıkabilmekte ne de örgütlenerek diğer üreticilere faydası olabilmektedir. 12 Eylül’ün acımasızca kırdığı örgütlü toplum dinamiği aradan geçen 25 yıla rağmen hiçbir iyileşme yaşamamıştır. Bundan da en büyük zararı bugüne kadar sağ siyasetin arka bahçesi olmuş köylüler görmüştür. Ne yazık ki, bu Türkiye’ye özgü bir paradokstur. Tavukçuluğun en önemli ve olmazsa olmaz ilk adımı olan üreticiler yem, civciv, ısıtma, ilaç, altlık, işçi+SSK vb. giderlerin ağır oluşu nedeniyle entegre firmaların hazırladığı ve nalıncı keseri gibi kendine yontan hesap yöntemleri ile düzenli bir şekilde kullanılmaktadırlar. Kümeslere civciv girişinden 4245 gün sonraki kesime kadar üretici kendi kaderi ile baş başadır. Civcivlerde genellikle kuluçka orijinli oluşan tüm hastalıklarda tedavi giderleri tamamen üreticinin cebinden çıkmaktadır. Entegre firmalar hiçbir zaman hastalık konusunda sorumluluk kabul etmemektedirler. Kümesler arasında mekik dokuyan veteriner ve yem kamyonları hastalıkları bütün sahaya kolaylıkla yaymaktadır. Hastalık nedeni olarak daima bakım koşulları öne sürülerek, zaten konudan teknik olarak hiçbir bilgisi olmayan üretici de eli böğründe başına gelene razı olmaktadır. Düşünün, 45 gün boyunca ürkütmeye bile çekindiğiniz, bin bir zahmetle ve oldukça yüksek maliyetli paralarla baktığınız tavuklarınız hastalık nedeniyle öldüğünde yanınızda hiçbir kimse yok. Hastalık tedavisi için rasgele ve zamanlı zamansız veteriner önerisi üzerine verilen ilaçların parasını da cebinizden ödemek zorundasınız. Sektör yakın zamanda, Erman TOROĞLU krizinde olduğu gibi, sarsılınca entegre firmalarının ilk aklına gelen üretimi düşürmek olmuştur. Bundan da en büyük zararı doğal olarak üretici yaşamıştır. Aylarca kümesleri boş kalan üreticiler banka önlerinde kredi peşinde koşmakta ya da tefecinin kucağına itilmektedir. Hiçbir sözleşmede böylesi bir durumda üreticinin ne hakkı olduğu yazılı değildir. Entegre firmalar üretimi reklam vb. enstrümanlarla zenginleştirmek, yeni bakış açılarını zorlamak yerine üreticilerine zarar vermeyi daha kolay yol olarak seçmektedir. Hiçbir söz söyleme hakkı olmayan üreticiler entegre firmanın belirlediği zaman da ve kümes alanlarına bakılmaksızın belirlediği civciv adeti ile kümesine civciv alabilmekte, kesimden sonra da firmanın belirlediği fiyattan, belirlediği vade ile (ortalama 1 ay) parasını alabilmektedir. Bunlar sistemi oturmuş enteg T OKUYUCU MEKTUBU Cumhuriyet Tarım Hayvancılık Eki Atatürk Bulvarı 125/4 06640 ANKARA email tarimhayvancilik@cumhuriyet.com.tr re firmalar için geçerlidir. Ulaşım maliyetleri nedeniyle kesimhanelere uzak kalan köylerdeki üreticiler ne yazık ki sektörün üç kağıtçı firmaları tarafından soyulmaktadır. Mudurnu Tavukçuluk firmasının 2000 krizinde batışı ile birlikte binlerce insan en başta kümes sahibi olan köylüler bu tür firmaların kucağına zorunlu olarak düşmüştür. Üreticilere düşen en büyük sorumluluk birlikte hareket etme zorunluluğudur. Dernek, birlik, kooperatif, sendika vb. bir örgütlenme ile sorunlarını ortak payda da paylaşabileceği, sektör ile ilgili gelişmeleri ilk elden takip edebileceği, maddi manevi kayıplarında oluşturulan fonlardan yararlanabileceği bir birliktelik tek kurtuluş yoludur. Yoksa bu gidişle hiçbir üretici artık atasözü haline gelmiş şu yakınmalardan kurtulamayacaktır. ‘‘Tavukçuluk adamı öldürmez süründürür’’ ya da ‘‘Parasını el alır, tüyünü yel alır, tavukçuya da boku kalır.’’ Hüseyin YIKILMAZ Et tavuğu üreticisi/BOLU ahnaz Çakıralp Cumhuriyet gazetesindeki ‘‘Doğru Bakış Açısı’’ başlıklı yazısında şu prensipleri yazmıştı. Zengin ülkeler bu prensiplere kalben inanıyorlarmış. 1Temel ahlaki kurallar. 2 Dürüstlük. 3Sorumluluk. 4Yasa ve kurallara saygı. 4Başkalarının hakkına saygı. 6Çalışkanlık. 7Tasarruf ve yatırıma inanç. 8 İrade. 9Dakiklik. Bunlara iki prensipte ben eklemek istiyorum; ‘‘Ülkesini yürekten sevmek, işini sevmek saygı duymak.’’ Elemanını görevsizişsiz bırakmakla tehdit eden yani hizmet üretmeyi engelleyen bir yönetici tipi bizden başka hangi ülkede var mı acaba, merak ediyorum. Böyle bir yöneticinin ülkesini sevdiğinden de kuşku duyarım. Ülkesini sevmeyen bir insandan da iyi bir yönetici olamaz. Tarım Bakanlığı teknik elemanları meslekte çalışarak deneyim ve birikimle donanıyorlar. Çok verimli olabilecek insanlar 4045 yaşlarında emekli olmak zorunda kalıyorlar. Örneğin, ben hiçbir iş yapamadan öylece oturmaktan bir insan olarak utandığım için 42 yaşında emekli oldum. Oysa yapabileceğim yığınla çalışma vardı. Mesleğimi ve çiftçilerimi de çok seviyordum. Benimki gibi yüzlerce insan emekli oldu 2004 yılında. Ya da çalışırken görevsiz ve atıl bırakılıyorlar halen. Ne yapılmak isteniyor anlayamıyorum. Tarım Bakanlığı’nda; işçisinden odacısından daire başkanına kadar yıllardır en iyi yapılan tek şey kadrolaşmak oldu. Bu kadar yoğun kadrolaşma hangi ülkede yaşansa elbette ki hizmet üretmede verimlilik olmaz. Çiftçiler bizimle iletişim içinde olduğu için teknik elemanları suçluyorlar her türlü olumsuz durumda. Oysa sorun teknik elemanlarda değil. Hiçbir teknik elemanı arkadaşım ‘‘Tarım’’ konusunda duyarsız değil. Çalışma koşulları yıllardır hep kötüye gittiği için ne mesleğimizin ne de tarım sektörünün saygınlığı kaldı. AB’ye uyum çalışmaları bahanesiyle bile ‘‘Tarım’’ alanında bir şeylerin değişeceğine inanamıyorum. Her şey kağıt üzerinde kalır, hiçbir şey yaşama geçmez diye düşünüyorum. Umarım yanılırım. Tarım ürünleri olmadan yaşamımızı sürdürmemiz mümkün mü? Hep birlikte herkes kendi çapında bir şeyler yapmalı mı? Gelecek kuşaklara nasıl bir dünya bırakıyoruz? Her birey kendini sorgulamalı mı? Ya da öylece oturup topraklarımız ve biz ‘‘Tarımsal ilaç kalıntılarını biriktirmeye’’ devam mı edeceğiz! Küreselleşmenin; bizim ve bizden sonraki kuşakların yaşamlarını tehlikeye sokmasına seyirci mi kalacağız? Böyle bol ve bereketli bir ülkede 4 mevsim binlerce ürün yetişiyorken başka ülkelerden borçlanarak ne olduğu belirsiz ürünleri ithal ederek beslenmemize seyirci mi kalacağız; buna da kader diyerek sadece ağlayacak mıyız? Göknur YAZICI Emekli Tarım Teknikeri Ş 24