25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜNCEL İNSAN HAKLARI TARTIŞMALARI ÜZERİNE ‘Felsefe, insan hakları için ne yapabilir?’ Matthias LutzBachmann ve Amos Nascimento’nun yayına hazırladığı “İnsan Hakları, İnsan Haysiyeti ve Kozmopolit İdealler” isimli kitap, güncel küresel sorunlar ışığında insan hakları kavramını, algısını ve uygulamalarını masaya yatıran metinlerden oluşuyor. ahu tercan İ nsan hakları, kişi hakları ve topluluk hakları kavramları, yaşamın hemen her ânında tartışılıyor ama bu konulardaki asıl yükü felsefe, hukuk ve siyaset çekiyor. Üstelik yeryüzünün neredeyse her köşesinde hak ihlâllerinin yaşandığı, insan onurunun ayaklar altına alındığı düşünülürse kavramların içinin nasıl doldurulacağı, bunlardan ne anlaşılacağı ve anlaşılması, felsefi kavramlaştırmanın ve hukukî uygulamanın nasıl yapılması gerektiği önem kazanıyor. İnsan hakları konusunu popüler bir tartışma ve çalışma alanı gibi algılamaktan vazgeçip bir an evvel doğru kanaldan konuşmaya başlamak gerek. Yine de pek çok şeyin eksik kaldığı ve kalabileceği unutulmamalı. Frankfurt Üniversitesi, İnsan Bilimleri Bölümü Başkanı Mattias LutzBachmann ve Washington Üniversitesi’nde Eleştirel Kuram, Avrupa ve Latin Amerika’da Kültür ve Felsefe Araştırmaları Birimi’nde görevli Amos Nascimento, güncel sorunların ışığında insan hakları meselesini, kendileri gibi akademisyen olan başka isimlerin yardımıyla masaya yatırıyor. İnsan Hakları, İnsan Haysiyeti ve Kozmopolit İdealler başlıklı kitapta yer alan makaleler, sorunu enine boyuna incelerken yeni sorular ve tartışmalara da zemin hazırlıyor. KAVRAM ÇEŞİTLİLİĞİ Kitaptaki makalelerin getirdiği bakış açısındaki en önemli farklardan biri, daha önce küresel sorunların tartışılmasında ön plana çıkarılmayan özneleri; göçmenleri, teröristleri, turistleri, sığınmacıları vd. konunun içinde ele alması. Bu bakımdan küresel sorunları “yaratanları”, çözüme giden yolda ve insan haklarını tartışmaya açmada önemli birer aktör olarak görmesi. Bachmann ve Nascimento, kitabın hangi amaçla oluşturulduğunu biraz daha derinlemesine anlatırken meselenin çerçevesini de çizip üç hedeften bahsediyor: “İnsan hakları ve küresel adalet meselelerine dair görüşlerimizi zenginleştiren modern felsefe kuramlarını yeniden inşa etmek... İnsanlık ile insan haysiyetinin liberal hakları tamamlayıcı bir unsur olarak taşıdığı önemin altını çizmek... Bu meseleleri kozmopolitliğe ilişkin mevcut tartışmalarla daha doğrudan şekilde birleştirmek...” Bachmann ve Nascimento’nun öncülük ettiği tartışmanın odağında siyaset, hukuk, sosyoloji ve felsefe var. Hal böyle olunca kapsamlı bir eleştirel insan hakları kuramı oluşturmanın kapısı aralanıyor. En azından, o kapının aralanması için bir umut doğuyor. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni temel alan tartışmalar, yirmi birinci yüzyılla birlikte, bildirgenin hazırlandığı dönemin ötesine geçti. Daha doğrusu, 1940’ların politik, sosyal ve felsefi ortamıyla bugünün dünyası arasındaki farklar, yeni görüşlerin ve soruların filizlenmesine neden oldu. Kitaptaki yazarların tümü, konuya bu Matthias LutzBachmann açıdan da bakarak güncel küresel sorunlarla insan hakları meselesinin bir arada tartışılmasını sağlıyor. Çoğulculuk, küresel adalet ve insan haklarıinsan haysiyeti kavramları etrafında belirginleşen tartışma, farklılıkların var olması ve BatılıDoğulu değerler üzerinden çatallanmıştı. Yazarların buluştuğu ortak nokta insan hakları, insan haysiyeti ve kozmopolitlik arasında bir gerilim yaşandığına ilişkin. Kant’ın ortaya attığı “dünya yurttaşlığı” kavramına atıf yapılan kitapta tartışma, ulusal düzlemden evrensel bağlama oturtulmak isteniyor. Yani insanlık ve insan haklarının birbirine olan bağlılığı, birbiriyle olan ilişkisi üzerinden fikirler ileri sürülüyor. UZMANLARI DİNLEME GEREKLİLİĞİ Mesela Bachmann, kozmopolis felsefesiyle etik ve siyaseti birbirine yaklaştırmayı savunurken realizm, liberalizm ve cemaatçiliği sorgulayarak etik ve hukuk bağından söz açıp onlarla ilişkili bir insan hakları kavrayışının ortaya konması gerektiğinden bahsediyor. Bunun anlamı, insan hakları kavrayışının devlet merkezli değil, evrensel ve etik bağlamlı olması gerektiği. Başka bir makale sahibi Cristina Lafont, tartışmaya eksik gördüğü bir yaklaşımı ifşa ederek giriyor: İnsan hakları yükümlülüklerinin sağlanması ve korunması, yurttaşlarına karşı so Amos Nascimento rumluluk hisseden ülkelerin sırtına mı yüklenmeli sadece? Lafont’a göre insan haklarını, uluslararası arenada tahsis edip korumakla görevli devlet ötesi aktörler tanınmalı. Günümüzde bu konuda söz sahibi olan kurumların işlerliğini arttırmak için pas tutan mekanizmanın yenilenmesi ve konuya ilişkin daha fazla uzmana kulak verilmesi ve bu uzmanların da olabildiğince farklı coğrafyalardan tartışmaya katılması gerektiğini söylüyor. FİKİRLERİN ÇÜRÜTÜLME İHTİMALİ Andreas Niederberger’in “Felsefe insan hakları için ne yapabilir?” sorusu önemli. Bunu başka boyuta taşıyan bir soru daha dile getiriyor yazar: “Hangi insan haklarının garanti altına alınıp hangilerinin alınmaması gerektiğini belirleme görevi felsefecilere mi düşer?” Niederberger, “felsefecilerin hangi insan haklarının siyaset ve hukuk içinde konumlanıp talep edildiğini incelemeli” diyor. Dolayısıyla felsefecilerin, insan haklarının geliştirilmesinde etkin rol üstlenmesi gerektiğini belirtiyor. Niederberger’in penceresinden baktığımızda bunun yolu da felsefi sorgulamaların insan haklarıyla ilgili anlaşmazlıkları belirlemeye yönelmesinden geçiyor. Kitabı Bachmann’la beraber yayına hazırlayan Nascimento, haklara vurgu yapmanın ötesine geçilmesini savunuyor. Buna göre insani boyut ihmal edilmeden ve kültürel farklılıklar bir kenara bırakılmaksızın “haklardan insanlığa geçişle” tanımlanacak eleştirel ve kozmopolitik yeni bir paradigma yaratmak elzem. Bu noktada çekincelerin ve kuşkuların doğduğunu hatırlatmalıyız. Nitekim Eduardo Mendieta, “kozmopolitleşme çağında yaşıyoruz” derken meseleyi, “kozmopolitlik çağı, ötekilere ait kozmopolitiğin çağıdır” cümlesiyle bir adım ileri götürüyor. James Tully de konuya insan haklarının geleceği ve yurttaşlık noktasından yaklaşıyor. Tully, insan haklarının geliştirilip korunmasıyla ilgili olarak bir model arayışında: “İnsan haklarının temellerini genişletme ve koruma iddiası, ancak onların aktif ve sorumlu demokratik yurttaşlara hesap vermesi koşuluyla, insan haklarına dair araçlarla gerçekleşecektir.” Tully’nin yurttaşlık derken anlatmak istediği şeyse insan haklarını hayata geçirmeyi öğrenen; “demokratik insan haklarına uygun bir yaşam biçimine sahip olan” bireylerden başka bir şey değil. Kitapta, farklı alanlardan gelen ve zaman zaman birbirinden ayrılan görüşlere sahip kişilerin kaleme aldığı makalelerle karşılaşıyoruz. Ancak hemen hepsinin buluştuğu yer, insan hakları ve insan haysiyeti kavramlarının içinin sağlam bir şekilde doldurulması gerektiği. Bu nedenle metinlerin sahipleri, güncel sorunlara bakarak farklı yorumlamalarla, çeşitli gerekçelendirme ve temellendirmelerle muhtelif tartışmalar yürütüyor. Sonuçta gelinen nokta, Eleştirel İnsan Hakları Kuramı oluşturmaya katkı sağlıyor. Tabii bu arada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta var: Tartışma, ağırlıklı olarak felsefi düzlemde devam ettiğinden felsefenin doğası gereği kitaptakilerin dışında kalan başka felsefecilerin, ortaya konan fikirleri çürütme ve farklı düşünceler dile getirme ihtimali hep gündemde. Buradan baktığımızda Bachmann ve Nascimento’nun yayına hazırladığı kitap, nasıl insan hakları konusunda yayımlanan ilk metin değilse sonuncusu da olmayacak. Kısacası tartışma sürüyor, sürmeye de devam edecek. n İnsan Hakları, İnsan Haysiyeti ve Kozmopolit İdealler/ Yayına Hazırlayanlar: Matthias LutzBachmann, Amos Nascimento/ Çeviren: Akın Emre Pilgir/ Koç Üniversitesi Yayınları/ 206 s. 64 10 Kasım 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle