Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> hangi kapıları aralayabilir? Bu anlamda yalnızca felsefe yeterli olur mu; disiplinlerarası çalışmalar sosyal, kültürel ve ekonomik sorunların üstesinden gelmede nasıl yardımcı olabilir? n Felsefenin en başta yardımcı olabileceği noktalardan biri, kriz durumlarını doğru değerlendirmek. Bu doğru değerlendirme, etik ve insan hakları sorunlarını da göz önünde bulundurmayı gerektirir. Çünkü böyle bir durum değerlendirmesi yapılmadıkça, yapılması kararlaştırılanlar durumu daha da karışık hale getirir ya da durum rastlantısal bir yönde değişir. Benim en çok takıldığım, bir yanlışı başka bir yanlışla “düzeltmeye” kalkışan icraattır. “Felsefe tek başına yol gösterebilir mi?” sorunuza derim ki bazı konularda “evet” ama başka bazı konularda, örneğin ekonomik konularda, tek başına yetmez. “Disiplinlerarası yaklaşım” modadır. Bu “disiplinlerarası yaklaşım”dan anlaşılan da aynı konuda farklı disiplinlerin söyledikleridir. Disiplinlerarası çalışmanın böyle anlaşılmasına da takılıyorum. Gerçeklikteki bir problem üzerine yaptığımız bir araştırmaya farklı disiplinlerin katkısı, bir bütün olarak söz konusu araştırmanın farklı noktalarında olur. n Türkiye, neredeyse sonu hiç gelmeyen insan hakları ihlallerinin, özgürlük kısıtlamalarının, toplumsal ve siyasal gerilimlerin yaşandığı bir ülke. Bunların temelinde sizce neler yatıyor? n Bu sorunuzla ilgili olarak insan hakları ihlallerini ayrı, özgürlük kısıt lamalarını ayrı, toplumsal ve siyasal gerilimleri ayrı ayrı ele almak gerekir. Ben sadece insan hakları ihlalleri konusunda bir şey söyleyeyim. İnsan hakları ihlallerinin en temelinde bilgisizlik/cehalet var. Bu bilgisizlik yüzünden kültürel değer yargıları belirleyici hale geliyor ve ihlaller yapılıyor. Bazı ihlaller hukuk onları engellemediği için oluyor, bazıları da kişilerin kendilerini tutamamasından “kendileri”ne hâkim olamamasından kaynaklanıyor. İlk aklıma gelenler bunlar. “ÖFKELENMEK HAKARET ETMEYİ GEREKTİRMEZ” n Türkiye’de, özellikle son dönemde, siyasette ve günlük yaşamda bir öfke dili hâkim. Bu da her an fitili ateşlenebilecek kavgaları gündeme getiriyor, birbirimize ettiğimiz hakaretin haddi hesabı yok. Felsefenin bu havayı yumuşatmaya veya değiştirmeye yönelik bir etkisi ya da katkısı olabilir mi? n Öfkelenmek hakaret etmeyi gerektirmez. Hayret ediyorum, bazı kelimeler kişilerin ağzından nasıl çıkabiliyor. Ne var ki hemen herkes birilerine ya da boşlukta küfrettiğinde ve televizyonda da bunları görünce, küfür savurmak tıpkı ayırımcı ifadeler kullanmak gibi “doğal” bir halde gerçekleşiyor. Küfretmenin küfredilene değil, küfredene zarar verdiğini; insan onurunu zedelediğini çocuklarımıza öğretmemiz gerekir. Küfredene de özellikle kamu alanında küfredene ceza olarak onun çok sevdiği/istediği bir şeyden bir süre mahrum kalmasını sağlamak gerekir. Ama bunun nasıl olacağını hukukçularımız düşünmeli. n Siyasetsokakmedya arasında nasıl bir ilişki olmalı, bu üç alan nasıl bir dilde buluşmalı? n İnsan olmaya yakışan bir dilde buluşmalı, derim. n Dört bir yanımızda savaşın ayak sesleri duyuluyor, ırkçı söylemler yükselişte ve mülteci krizi pazarlıklarla “aşılmaya” uğraşılıyor. Felsefe açısından baktığınızda bu manzarayı nasıl değerlendirirsiniz? İnsanlık bu badireleri atlatabilecek mi? n Bu saydıklarınız birbirini tetikliyor. İnsanlık bu badireleri daha önce olduğu gibi yenileri başına geldiğinde atlatacak. Ne var ki bu felaketler yüzünden ölen insanlar bir daha dünyaya İnsanlar “melek” olmadığı için kinler birikiyor. İşte yapılması gereken, bu badireleri, insan olmaya daha yakışır bir hayatın koşullarını oluşturarak atlatmak. Bugün, örneğin mültecilerle ilgili tartışmalar, onları “alıpalmama” konusunda yoğunlaştı ama bu insanların yerleriniyurtlarını bırakıp yollara düşmemesi için uluslararası düzeyde nelerin yapılması gerektiğini konuşan var mı? gelmiyor. İnsanlar “melek” olmadığı için kinler birikiyor. İşte yapılması gereken, bu badireleri, insan olmaya daha yakışır bir hayatın koşullarını oluşturarak atlatmak. Bugün, örneğin mültecilerle ilgili tartışmalar, onları “alıpalmama” konusunda yoğunlaştı ama bu insanların yerleriniyurtlarını bırakıp yollara düşmemesi için uluslararası düzeyde nelerin yapılması gerektiğini konuşan var mı? “KAVRAMLARIN AÇIKLIĞI ÇATIŞMALARI SONLANDIRABİLİR” n Felsefe aynı zamanda bir soru sorma sanatı. İnsanlar bugün doğru soruları soramadığı için mi krizlerde debeleniyor? Haydi soruların belini doğrulttuk diyelim, Etik kitabınızda vurguladığınız gibi durumları doğru adlandıramıyor muyuz, nedir sorun? n Gerek yaşamdaki bir konuda gerek bilimsel bir araştırmada doğru soruyu sormak için problemi doğru saptamak gerekir. Aksi takdirde problem uydururuz, daha doğrusu yapmak istediğimiz bir şeyin yolunu açmak için problem uydururuz. Bir durumu doğru adlandırmak için önce onu ortaya koymak gerekir. Bu da ayrı ayrı ama bakılan anda zamandaş olayların bir yerde nasıl düğümlendiğini ve bu düğümlenmenin yarattığı etkiyi saptamakla olur. Bu, bir durumun nasıl ortaya çıktığını açıklamaktan farklı bir iştir ve bir doktorun bir hastalığı teşhis ederken yaptığını yapmaya benzer. Bir durumu doğru adlandırmazsanız, onun değişmesi için yapacaklarınız, onu istediğiniz yönde değiştirmeyeceği gibi daha karmaşık/içinden çıkılmaz durumların oluşmasına yol açar. Bir durumu adlandırmak, onu doğru değerlendirmenin ilk adımıdır. Bir ve aynı durumu ikiüç farklı şekilde adlandırırsanız, onun istediğiniz yönde değişmesini sağlayacak önlemleri ala >>mazsınız. Bu farklı adlandırmala rı yapanlar ancak çekişir durur. 16 10 Kasım 2016 KItap