27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> n İnsan hakları konusunda uzun zamandır çalışan bir akademisyensiniz; özellikle ülkemizde insan hakları dendiğinde topluluk hakkı, bireysel ve kültürel hak gibi kavramlar birbirine belki de kasıtlı olarak karıştırılıyor. Bunu ve buradan doğan gerilimleri, felsefe yardımıyla aşmak ya da aşılmasına katkı sunmak nasıl mümkün olabilir? n Bu kavramların kasıtlı olarak karıştırıldığını düşünmüyorum. Bilgisizlikten karıştırılıyor. İnsan hakları kişi haklarıdır ama bütün kişi hakları insan hakları değildir. Ne var ki insan hakları olmayan kişi haklarının ben onlara “yurttaşlık hakları” diyorumhukukla tanınması, onların insan haklarına dayanmasıyla mümkün. Grup hakları da temel/insan hakları değildir. Ama onlar da tanınırken insan haklarına dayanmalı. “Kültürel haklar” ise hâlâ karmakarışık. Çünkü “kültürel haklar”dan kimi, bir kişi hakkını; benim “tekil anlamda kültür” dediğim, kişilerin, onları insan olarak geliştiren etkinliklere ulaşabilme ve katılabilme hakkını anlıyor ki ben ona “kültür hakkı” diyorum. Kimi de ne oldukları açık olmayan bazı grup haklarını benim “çoğul anlamda kültür” dediğim bir grubun geleneklerini, insan ve değer anlayışını vb. korumayı anlıyor. Grup hakları, kişilerin temel haklarının korunabilmesi içindir, tanınmaları da şarttır. Bu özellikleri taşımayan bazı haklar da koşullara göre gruplara tanınabilir ama şart değildir. İşte bu kavram açıklığıyla yapılacak bazı uygulamalar kimi çekişmeleri ve çatışmaları sonlandırabilir. “EŞİTLİK BÜTÜN HAKLARLA İLGİLİ BİR ÜST İLKE” n Bir önceki soruya ek olarak ayırımcılık ve “ötekileştirme”, insan haklarının ve insanın değerinin kavranışına nasıl yansıyor, bunların altını nasıl oyuyor? n Eşitlik bütün haklarla ilgili bir üst ilkedir. Ayırımcılık ise hak eşitsizliğini de kapsayan ve ondan daha geniş boyutlu bir muamele şeklidir. Ayırımcılığa çıkarlar, korkular, egoizmler ve etik değerler hakkında bilgisizlik yol açıyor. Böylece ayırımcılık günlük dile de yerleşiyor ve insanlar, çocukluklarından beri görüp duyduğu bu muamele biçimlerini öğreniyor ama söyledikleri ve edimleriyle ayırımcılık yaptığının farkına varmıyor. Uygun eğitimle tamamen değilse de zaman içinde önemli ölçüde bunların üstesinden gelinebileceğini düşünüyorum, üstesinden gelmek istiyorsak tabii. Yıllardan beri söylediğim bir şey var: İlk ve ortaöğretimde dört dersi felsefeye ayırıp programlarının ve öğretmenlerinin hazırlanmasını da bize verirseniz, böyle bir uygulama başladıktan yirmi yıl sonra Türkiye yakındığımız birçok konuda farklı olabilir. Bu arada şunu da söyleyeyim: Moda olan bu “ötekileştirme” sözünü sevmiyorum. Yanıltıcı buluyorum. n Bugünlerde insan, ekonomiye yaptığı katkıyla değerlendiriliyor veya kişilere ancak bu şekilde bir değer atfediliyor. İnsan ve değer felsefesi çalışmalarınıza dayanarak soruyorum, sizce olması gereken ne? İnsanın kendi başına değerli bir varlık oluşu nasıl ortaya konmalı? n İnsanın “değerli” bir varlık olduğunu, insanların tarihte ve günümüzde başardıklarına; insan olmaya daha yakışır şekilde yaşamamızı sağlayan her türlü insan ürünlerine dikkat çekerek gösterebiliriz. Canavarlıklar yapan insanlar olduğu gibi böyle başarıları ortaya koyanlar da var. “DOĞRU FELSEFE BİLGİSİ UYGUN BİR DİLLE HERKESE ULAŞABİLİR” n Felsefeyle uğraşanları göz önüne aldığımızda, filozof olan ve olmayan ayrımı yapmamız söz konusu edilse bunu hangi ölçütlere dayandırmamız gerekir? n Filozof, felsefeye yeni bilgi o zamana kadar insanların göremediği bir şeyi görmelerini sağlayan yeni bilgilergetirendir. O kadar basit. Ne var ki bu bilgilerin yeni olduğunu görebilmek için doğru dürüst felsefe tarihi bilgisi ve günümüzde felsefede dünya düzeyinde yapılan çalışmaları az buçuk bilmek gerekir. Yeniliği görmek kolay değildir. Kant’ın kategorik buyruğunu ve diğer buyruklarını derste anlatırken bazen öğrenciler “Bunu mu söylüyor?” diye şaşırıyor. Onlara ilk başta çok çetrefilli gibi gelen bir şey, sonradan çok basit görünüyor. Doğru felsefe bilgileri, uygun bir dille anlatılırsa “herkese” ulaşabilir, çocuklara da. n Felsefe kavramlarla iş gören, kavramlar yaratan ve bilgi üreten bir alan. Bugün, bilgi olan ve olmayanın sınırlarının aşıldığı ya da birbirinin içine geçtiği müthiş bir kirlilik dönemindeyiz. Sizce felsefecilerin bu noktada yapması gereken ne? n Yalınlaştırılmış bir dille epistemoloji problemlerini tartışmak: “Bilgi nedir?”, “Bilgisel bir önerme ile bilgisel olmayan bir önerme arasında nasıl bir fark var?”, “Bir bilgi ile bir düşünce arasında nasıl bir fark vardır?”, “Doğru bilgi ne özellikte bir bilgidir?”, “Bir bilginin doğruluğu nasıl sınanabilir?”, “Bir düşünce nasıl temellendirilebilir?”, “Bilgisel olmayan temellendirmelerin özellikleri nedir?”, “Bilmek, anlamak, açıklamak, yorumlamak vb. bilme etkinlikleri arasında nasıl bir fark var?” gibi sorular tartışılmalı. Bugün bunlar kafalarda karmakarışık olduğu için tartışmalar kısırdöngüye giriyor, televizyondaki tartışma programlarında bu çok açık görünüyor. >>n Siyasetçiler felsefecilerin uya rılarına ne kadar kulak veriyor, 18 10 Kasım 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle