04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OKURLARA iki hafta önceki 3 Kasım 2011 tarihli, 1133. sayısında Sevgili Orhan Suda’nın Yiğit Bener’in “Heyulanın Dönüşü” adlı romanını değerlendiren yazısının son iki satırı, teknik bir hata sonucu düşmüş. Sevgili okurlarımızın şu son cümleyi oraya eklemelerini rica ediyoruz: “Bu romanıyla; asık suratlı olmayan, üstelik ezber bozan, hınzır bir bilgeliğin eşiğinde okurlara gülümseyen Yiğit Bener var karşımızda.” Bu aksaklıktan dolayı Okurlarımızdan, Orhan Suda ve Yiğit Bener’der özür dileriz. İkinci Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’un sakin bir semti... Burada ortaya çıkan ve sessizliği silah olarak kullanan bir cani... Mezarlıkta süren bir aşk... Nazilerce bombalanan bir gemi... Horoz dövüştüren bir aşiret; bir insanla bir horozun ölümcül düellosu... Bir “arı terbiyecisinin” sarsıcı masalı... Hepsinin sizinle ilişkisi var! Politik ve felsefi düzeyde sessizliğin bir silaha dönüşmesinin romanı ‘Çıt Yok’... Yaşanacak güzellikleri kahreden insanoğluna atfedili... Çağın susuşuna ve artık bir “iç”ten mahrum insanlığın kayıtsızlığına ve bunun bedellerine “ölesiye” bir alegori... İsmail Güzelsoy ile “sessizliğe” inat bağır bağır bir söyleşi yaptık. Yaşadıklarıyla yazdıkları sermayesi olan AndreyPlatonov çağından geçiciliğin hüküm sürdüğü, sanal ilişkilerin insanları boyunduruğuna aldığı; ilaç muadili gibi insan muadillerinin sürekli olarak çoğaltıldığı, insansız sanatın baş tacı edildiği, kapitalizmin insanların bağırsaklarının içini bile denetim altına aldığı, alınıp satılmayan hiçbir değerin ve kutsallığın olmadığı küresel bir zaman olan günümüze sesleniyor ve duygu ve düşüncelerini anlayacak gerçek insanları bulmada zorlanmıyor bizim gibi. Bedriye Korkankorkmaz Platonov’un ‘Dönüş’, ‘Can’ ve ‘Çevengur’ adlı romanlarından hareketle çağımızın bu ilginç yazarına bakıyor. Bol kitaplı günler... Önce bir özür: Dergimizin P dealistlerini unutan, gömmek isteyen, anımsamaya yanaşmayan insan topluluklarının yaşadığı diyarlara sis çöker. “İdealist” sıfatını ancak alay etmek için kullanan, her tür idealizmi “enayi”likle eş tutan, demode bulan toplulukların üstüne karanlık kapaklanır. ervasız Pertavsız ENİS BATUR İ Ülküler öldü(yse), yaşasın çıkarlar(mı?)! Türkiye’de “ülkü” kavramı birden fazla düzlemde bozuşturmaya uğratıldı, son yarım yüzyıl içinde. Türev tanımları asıl tanımından öylesine uzaklaştırdı ki onu, “ülkü sahibi kişi” diyecek olsak birinden söz ederken, ne anlama geldiğini çıkaramayacak karşımızdaki. Köhne bir değer kategorisi sanki, dilimizin ucundaki: Onu geçmişe terk etmek, “ülkü”ye yer kalmadığını kesin bir ifadeyle dile getirmek, sanırsınız yeni ve ışıltılı bir çağın ülküsel tavrıdır. Önümde, kütüphanelerde ya da sahaflarda ancak bulunabileceğini sandığım, 1960 yılında Varlık Yayınlarından çıkmış iki kitap, bu düşünce koridorunun içine daldım. İki kitabın bir ortak özelliği aynı tarihte, aynı yayınevinden yayımlanmış olmasıysa, bir başka ortaklık, iki yazarı Yaşar Nabi Nayır’ın DP iktidarının son yıllarında, Varlık dergisinde ağırlamış, yazılarına düzenli biçimde yer vermiş olmasından kaynaklanıyor. Aydınlar Ülkesi (Gerçek Dine Doğru), Ahmet Bağışgil’in kitabı; ne yazık ki kimliğiyle ilgili yeterli bilgiye ulaşamadım. (Tercüme dergisinde Poe’nun “Kuzgun”unun çevirisi çok yankı doğurmuş, İstanbul Erkek Lisesi’nde İngilizce öğretmenliği yapmış). Usta yazarlarda rastlanan kıvrak, duru bir dille kaleme aldığı yazılarında, dindarlığın nerede yobazlığa dönüştüğünü, buna karşılık aydınca bir inancın nasıl yaşanabileceğini gösteriyor. Soyu tükenmiş bir bilge tıpkı ufkumuzdan kaybolan, bugün kimsenin sahip çıkmayı aklından geçirmeyeceği kitabı gibi. Oysa, Kurtuluş Savaşını önceleyen yıllara, savaş dönemine, Cumhuriyet’in ilk atılımlarına ilişkin anı ve gözlemleri benzersiz önemde. İkinci kitap, Selâhattin Şimşek’in Hakkâri Dedikleri başlığı altında, bir dağ köyündeki okulu görmeye giderken Zap suyunda boğulan ilkokul müfettişinin gözlemlerini derliyor. 32 yaşında, trajik bir yazgıya teslim olan Şimşek’in yarım yüzyıl önce o coğrafyadan yansıttıkları bugünün nasıl hazırlandığının kanıtı. Gene de, canalıcı belgesel boyutunun ötesinde, sergilediği ülkücü kimliğiyle, bu Köy Enstitüsü çıkışlı eğitmenin yaklaşımı, anlatımı bir o kadar değerli. Kitap ölümünden sonra yayımlanmış; eşinin olağanüstü portre denemesiyle Ceyhun Atıf Kansu’nun ağıdı sona eklenmiş. Selâhattin Şimşek, vefakâr Necatigil Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü sayesinde benzeri sözlük ve ansiklopedilerde hâlâ yer buluyor kendisine, gelgelelim yapıtı hayalet statüsünde. İki çocuk bırakmış arkasında: Babalarıyla övünüyorlardır şüphesiz ya babalarını unutmayı beceren ülkeleriyle övünebiliyorlar mıdır? Sorun şüphesiz ki, bu iki ‘meçhul asker’le sınırlanabilecek gibi değildir: Nicesi unutuldu, unutulmak isteniyor. Yetmiyor ama: Neredeyse aşağılanıyor temsil ettikleri değerler, aklı sıra alay ediliyor onlarla. İbrahim Kiras, bir yazısında sorunu dört dörtlük biçimde tanımladı bana kalırsa: “Türkiye’nin birçok problemi var... aslan kediye boğduruluyor”. Tanıma, tanıya katılıyorum bütünüyle. Sorun, bir adım, birkaç adım atmaya gelince düğümleniyor. Dünya görüşleri, zihniyetleri açısından aralarında pek az benzerlik bulunan üçdört örneği seçelim: Doğan Kuban’ı, Çağlar Keyder’i, İsmail Beşikçi’yi, İsmail Kara’yı kim dinlemek istiyor bugün? Kim okuyor onları, kaç kişi? Bir araya gelebilir, tartışabilirler mi? Neden? Değerli aydınlarına sağır, vasat ‘kanaat önderleri’ne kulak kesilen bir topluma nasıl hak kazanıldı? Türkiye’deki, dünya düzlemindeki savruluşun bugün başladığını söyleyemeyiz. Geçenlerde, Yeni Ufuklar dergisinin “son sayısı”nı (1976) gözden geçiriyordum: Otuz beş yıl önce kırılma noktalarından biri nasıl oluşmuş, bunu belgeliyor veda yazıları. Gemiler birdenbire batmıyor. Kesin olan: Batmaması için uğraş verenlerle batırmak için ellerinden geleni esirgemeyenleri aynı suyun yuttuğu. * Ülkelerin geçirdiği bunalımlı dönemler bütün yurttaşların hırpalanmasına yol açar; olsa olsa, küçük bir azınlığın üyeleri nemalanır bunalımdan, ondan beslenir ve semizleşirler. Yaratıcılık ortamında bedel ikiye katlanır: Yalnızca bireyler değil, sonuçları nedeniyle bütün toplum yaralanacaktır. Bir de, bizimkisi gibi bitmez tükenmez bir bunalımdan geçen ülkelerde, kronik tıkanışın ilk elde seçilemeyen zararları söz konusu olur. Luciana Benio, bir söyleşisinde, çağının müziğiyle ancak II. Dünya Savaşı’nın bitiminde tanışabildiğine, 20 yaşına gelesiye ülkesinin üstüne çökmüş totaliter kafesin etkisiyle, bu alandaki bütün yeniliklere açılan yolların bilerek tıkandığına değiniyordu. Tek bir sözcükle açıklıyordu ruh halini: Öfke. Bunu okuduğumda, otuz yıldır süren 12 Eylül döneminin içinde yitirilenlerin ölçüsüzlüğü karşısında, artık öfke bile duyamayacağımız bir hale getirildiğimiz duygusuna kapılmaktan kendini alıkoyamadım. ? Doğan Kuban Çağlar Keyder İsmail Beşikçi TURHAN GÜNAY eposta: [email protected] [email protected] İsmail Kara İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal/ Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya?Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1135 17 KASIM 2011 ? SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle