04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bilsay Kuruç’tan bir tarih araştırması ‘Tar Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi Bilsay Kuruç, kitabında, 1920’ler ve 1930’ların iktisat dünyasını aydınlatırken özellikle kapitalizmin bugününe ve yarınına ışık tutuyor. ? N. İlter ERTUĞRUL nsan, kendi yaşamındaki “an”ları bile yıllar almış gibi uzun uzun anlatırken, yüzyılları “19. yüzyıl ve 20. yüzyıl” diye bir tümcede geçebilir: “Osmanlı’nın yükselme dönemi” derken yüz elli yıldan uzun bir süreyi söylersiniz, “duraklama dönemi”nde kastettiğiniz de en az bu kadardır. Bir insan ömründen uzun Anadolu beylikleri, tarih kıtaplarında birkaç paragrafa sığar. Çünkü altı üstü her şey “dün, bugün, yarın”dır; bazen yalnızca üç sözcük yeter. Tarihçinin durumu daha zor. Onun bazen yüz yılları, değil on yıl on yıl; yıl be yıl, ay ay, hatta gün gün anlatması gerekir ki, o yirmi dört saat, başlı başına bir kitap tutabilir; bazen de, yüzyılları bir paragrafta özetleyebilmek gerekir. Tarihçi, hele bir de iktisatçıysa; yani iktisat tarihçisiyse; kâh tarihçi gibi ketum, kâh insan gibi bol keseden atıcı; kâh ermiş gibi sade olması gerekir. Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi: Büyük Devletler ve Türkiye, bir “iktisat tarihi”: Yirminci yüzyılın ilk yarısına dünden bakıyor; anlattığı yarındır; ders alanlar içinse, bugün. Aynı zamanda dili ve üslubuyla o sadeliğin, o ermişliğin ürünü. Korkut Boratav bu özelliği şöyle vurguluyor: “Bilsay Kuruç’un güzel, özenli, zengin Türkçesi, kitaba damgasını vuran “birer deneme niteliğindeki öyküler yaklaşımı” ile birleşince, çeyrek yüzyılın iktisat ve siyaset tarihi, keyifle, heyecanla, zaman zaman dönemin gerilimli ruhunu bize yaşatan bir edebi ürün tadıyla okunuyor. Böylece, arada bir kullanılacak bir başvuru kaynağı değil, baştan sona oturup okunulacak bir kitap söz konusu oluyor.” (*) İktisat, çoğu insan için “formül”dür; formüller sevimsiz, hatta sıkıcı gelir ama kim ki, iktisadı, “fırından ekmek almak için para gerekir, o parayı kazanmak için de çalışmak; ama daha çok ekmek almak istiyorsanız, öğrenmeniz gereken daha çok çalışmak değil, emeğinizi daha pahalıya satmaktır ve bunu yalnız kendiniz için değil, sizin durumunuzdaki herkes için yaparsanız, hep birlikte daha çok ücret alırsınız; aksi takdirde hepiniz daha az ekmek yemeye mahkumsunuz” diye tanımlayabiliyorsa; ki, Bulsay Kuruç’un yaptığı budur o yalnız iktisadın değil, tarihin, diyalektiğin ve hayatın da sırrına ermiş demektir. Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi Büyük Devletler ve Türkiye, dünya literatüründe örneği olmayan bir şeyi yapıyor. Büyük devletlerin tümünün yirminci yüzyıl başındaki ekonomisini iç içe öykülerle anlatıyor. Patronluğu devretmemekte direnen İngiltere, patronun yerini gözüne SAYFA 24 ? 17 KASIM İs İ kestirmiş iyi aile çocuğu Amerika, mızmız çocuk Fransa ve mahallenin kabadayısı Almanya, beyaz perdenin bir yanında… Beyaz perdenin diğer yanında ise, iki isyankâr sokak çocuğu var: Sovyetler ve Türkiye… İki köylü ülkesinde iki devrim… İki yoksullar ülkesi. Ama, ikisi de yoksulluğu kader saymamakta ve iyi aile çocuklarının verdiği rolü oynamamakta ısrarlı. Siz, bir iktisat tarihi okuyacaksınız ama o birinci sınıf bir melodram. “Anlatıcı” odur ki, melodramı hissettirir, abartmaz; kederinizi anlar, yüzünüze vurmaz; acınızı paylaşır, kimseye yansıtmaz. Bu kitap, o ustalığın eseri. Korkut Boratav’ın sözleriyle: “Bir tarih çalışmasından beklenen kronolojik anlatım, kitabın yapısına tamamen egemen olmamıştır. “Büyük Devletler” ile ilgili ilk ana bölümde, “tarihin seyri”, ana hatlarıyla takvimi izlemektedir: Önce, “Eski Fotoğraflar” başlığı altında “19. yüzyıldan devralınan ekonomi tablosu ile nasıl bir 20. yüzyıla girildiği ” gözden geçiriliyor: Bunu 1920’li yıllar, “Kıyametten Sonra Ekonomi ” başlığı altında izliyor. Son olarak da büyük buhranı ve savaşa giden güzergâhı inceleyen “Ağır Yıllar” (1930 ve sonrası) mercek altına alınıyor. Buna karşılık Türkiye’nin kısalıuzunlu öyküleri¸ kronolojik olmaktan çok, temalar etrafında anlatılmıştır. Genellikle Cumhuriyeti kuranların ifadelerinden oluşan öykü başlıkları, içerik bakımından da fikir verebilecektir: “Sömürge Ekono misinden Kurtulmak”; “Bugünkü Medeniyet Kömüre ve Demire Dayanır”; “Halkımız Yaradılıştan Devletçidir” “Esir Gibi Çalışan Türk Köylüleri”; “Büyük Topraklılar: Köyün Düzeniyle Oynamayın...” Bilsay Kuruç’un bu yapıtının başka bir özelliği ileri sürdüğü “tezler”: İlk tez Sovyetler ve Türkiye’ye; iki köylü ülkesinde iki devrime ilişkin:“(Sovyetler için 1921’in başı, Türkiye için 1923’ün Temmuz’u) (İ)ki ülke de kendi yollarını açtılar. Siyasal rejimlerinin farklılığına karşın, iki ülkenin 1920’li yıllarda kendilerine ilk kuruluş aşamasında seçtikleri düzen ve onun politikaları ilginç benzerlikler taşır. Benzerlikler, ikisinin de birer köylü ülkesi olmasından başlar ve dünya kapitalizmine eklemlenmeyi kabul etmemelerine karşın, bu ilk dönemde ekonomiyi kapitalizm kurumlarını işleterek canlandırmayı amaçlamaları ile devam eder” (s. 523). Türkiye’deki gerek siyasi tarih, gerekse iktisat tarihi yazını, 1920’nin Sovyetleri”ni “sistemdışı”, 1920’lerin Türkiyesi’ni, “sistemiçi” görmeye eğilimlidir. Kuruç, bunun tam tersini söylüyor, ikisi de sistemdışıdır, ama ikisi de “köylüler ülkesi”nin gerçeklerinden haberdardır ve bunun gerektirdiği politikaları izlemekten de çekinmezler diyor: “Bir ülkede köylülüğün yüzyıllardır yerleşmiş, pek yavaş ve pek az değişmiş üretim ve yaşam alışkanlıkları ağır basıyorsa ve o ülke savaşın kıtlıklarına ve yıkımına uğramışsa, bu koşullardan çıkış için ön yargıları, hatta temel sistematik düşünceleri bir yana koyabilmek gerekir. 1921 Martı’nda, Lenin’in rotayı NEP’e çevirirken yaptığı budur. NEP, bir savaş ekonomisinden çıkış modelidir. O koşulların köylüler ekonomisine özgüdür. Büyük kapıtalist ekonomilerin savaştan çıkış tarzına, onların arayışlarına benzemez. Benzer bir savaştan çıkış sorumluluğu 1922’nin Eylül ayından itibaren Mustafa Kemal’in karşısındadır” (s. 523524). İkinci ve belki de daha önemli tez, kapitalizme ilişkin. Lenin’in “tüm iktidar sovyetlere”sinden ilhamla Kuruç, kapitalizm “tüm iktidar sermayeye” der diyor; sermaye bunu ister ve buna uymayan siyasetçileri hemen değiştirir, diyor, hele o ülke kapitalizmin beşiği İngiltere ise: “Tüm iktidarın sermayede olabilmesi için ‘ekonomiyi ne zaman kim yönetmeli’ sorusunun tek bir yanıtı yoktur!”(s. 233). Söylenmesi gereken bir şey daha var. Bu hacimde kitaplar için kullanılması adet olmuş sözcük, “başyapıt”tır. “Şaheser” demektir. Elinizdeki kitap bir “şaheser” değil. O sözcük, Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi Büyük Devletler ve Türkiye’ye saygısızlık olur. Bundan sonra daha seçici davranabilmesi için şöyle demek daha doğrudur: “Şahika...” ? (*) http://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkutboratav/bilsaykuructanonemlibiryapit47826 Tersa şehit kılan Sayla tanık olan sözle de en dı’na lar… leri, y adını belki günle ? U “ m va b Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi/ Bilsay Kuruç/ İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları/ 554 s. Abdülkadir Budak’tan Mesafe Abdülkadir Budak’ın 2008 Yunus Nadi Şiir Ödülü’ne değer görülen yapıtı Mesafe‘deki dizeleri, olgunluk ürünü olduğunu kanıtlıyor. Behçet Necatigil’in son burcu olan “Hikmet Burcu”nu duyumsatan bu şiirlere ozan, “mesafe burcu” ürünleri diyor. ? Hasan AKARSU esafe” sözcüğünü tutmasak da, bu adın verildiği yapıttaki şiirlerin anlam derinliğini göz ardı edemeyiz: “Topu topu bir fenerdi Tanrı’dan istediğim/ madem bunca karanlığı bana vermişti” diyen ozanın aydınlanma yolunda bir ışık olmak istediğini gözlüyoruz. “Yay Burcu”nun ilk dörtlüğündeki söyleyiş de ilgi çekici: “Yay’dım, sordular bana/ ok mudur seni geren?/ ben dedim ki: Beni geren/ gönderip gönderip gidemeyişim!” (s. 9). “Gönderip gönderip gidemeyişini” dert eden ozan, neyden çok neyzenin inlediğini duyumsuyor. “Ağlayışım çocuktu/ yaşlıydı inleyişim/ ok hep gider kalan benim” (s. 10) gibi saptama ve yakınmalarla şiirin derinliklerinde kulaç atıyor. “Yakın Tarih” şiirini dergide okuduğumda da sevmiştim. Aynı yerlerde, aynı duyarlılıklarla yaşamaktan kaynaklanıyor belki bu sevmeler: “Kendimi çok yaşlı hissediyorum/ Beyazıt Meydanı’ndaki çınar da öyle// onda şehzade asmışlar/ bende denizi// çınar diyorlar ona/ kadir diyorlar bana” (s. 12). Ozan, birçok deneyimlerden, gözlemlerden çıkardığı derslerle yazıyor şiirlerini. “Kibirle” hesaplaşması, yüzleşmesi, kendisiyle “empati” kurması, kendi olması ve “avcı odasında yavru 2011 “M geyik olma” benzetmesi sarsıyor insanı: “Birinciyken ikinci ol/ empati diyorlar buna/ yavru geyik diyorlar/ avcının odasında” (s. 20). “Susuzluğa giden bir çeşme” gibi yaşadıklarımız. Ozan, “sözde elbise”, sözlerle giysi diktiğinin bilincinde: “Söz yerinden yırtılmış bir gönül elbisesi/ saracak vücut arıyor// bir bildiği vardır elbet/ söküldüm nice sözlerden// yırtık elbise benim/ ve onu giyinen de” (s. 2526). Yaş sorununu irdelerken ne güzel sorular soruyor: “Mermeri yontmanın insan yapmanın?/ acının köklerine inmenin yaşı?// dünya bir karanlık orman/ derinden bir silah sesi/ avcıydım ceylan öldüm/ benim yaşım kaç şimdi?” (s. 2728). “Kilit soru”ya ne demeli?: “Bende mi bir eksiklik/ onlarda mı çokluk var/ kafatasına değil/ miğfere soruyorlar/ kurşun deliklerini// yaşadım kendime göre/ aydınlık bahçelerden/ karanlık güllerden geçtim/ ürpertinin yaşı yok/ aşka sormak isterim/ benden bir kez geçtin mi?” (s. 2930). “İki ben çarpışır bende” diyen ozan, içindeki ırmağın sesiyle yazıyor şiirlerini. “Kara yazıyor”, “şair kaplan, sözcük geyik” oluyor. “Sözcüklerden bir yurt kuruyor kendine” ve taşlarını “Efes’ten değil/ Anadil’den” getiriyor. Anadilinden getirdiği taşlarla kuruyor şiir yurdunu. Aynı sözcüğe birçok anlam yükleyip şiirini zenginleştiriyor: “Suyu özetleyen bir bendim bir bardağın içinde// ama şunu öğrendim, kaç boğulmuş çocuk eder/ Nil ile Kızılırmak arasındaki mesafe” (s. 3738). Suyu yazıp da akmayan ve bent kapağına dönüşen: “İnsan sudur, ateşle buluşur/ sonra unla ve hamur” (s. 39). “Geniş suyum/ bunaldım dar kaplarda!” (s. 40). Bu dizelerde, Behçet Necatigil’in derin anlamlı söyleyişini duyumsar gibi oluyoruz. Ne diyordu Necatigil: “Söz senin/ anlamı derin değilse/ sus daha iyi!” Şiir yazanlara anlamlı bir uyarıdır bu söz. Budak, anlam derinliğini yakaladığı gibi düşündürüp gülümsetiyor: “Tekrara düşmek iyidir işe yarayacaksa// ah yenilik adına ne güneşler batıyor” (s. 43). Güneşler hep “bir hilâl uğruna” batacak değil ya! Bir aile reisi olarak duyumsadıkları da sarıyor insanı: “Ağaca da ağırdır ormandan sorumlu olmak/ bunu anlamak gerek! Bunu anlamak gerek!” (s. 52). Zaman değirmeninden un olmayı öğrenen ozan, “Yenilir şair dediğin yazdıklarına” diyerek yaşamın özetini bularak ereğine ulaşıyor ama soruları bitmiyor: “Geçtim bir mesafeden başka biri mi oldum/ kendime alışmıştım şimdi kime gideyim?” (s. 59). “Bir küçük düş için nice kocaman uykulara” yatacak daha kim bilir?? Mesafe/ Abdülkadir Budak/ Yapı Kredi Yayınları/ 64 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1135 Hüseyin da, bu z çerli old Dolayıs kapağı g yanışma oluşuyo Ardınd de olup kısaca s Ülken Gazi’ye tüm tar nı, her a külerle höyüğü Şiirin yor. Elind den oku “Başkal demek mak, bi ‘bugünü çember mi, önü ma gere hasmım şullar n seyişe y leyen “h ne etkis bir onu İspan üzere F atılan, S Macar a rı ve Öl Vasiyet ya aktar önüne. kan libe Malaga di. İç sav rafından fabrikas huriyetç ozanı ama on Hiç t CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle