27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K H aldun Taner, Türk tiyatrosunun kurucu yazarları arasında başı çekenler karesinde yerini almadan önce radyo oyunları da yazmıştı İkinci Dünya Savaşı yıllarında, ekmeklerin karneye bağlandığı, kış acılarının herkesi üşüttüğü bir dönemde… itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA “Timsah”daki gözyaşları... Prof.Dr.Müfide Küley” de var. (11) Demet Taner, Haldun Taner’in olaylara tepkisi konusunda şunları aktarıyor: “Kendisiyle ilgili her şeye hoşgörüyle bakabildiği halde, Müfide Küley gibi çağdaş, ilerici, aydın bir Türk kadınının ünlü başka bir tıp profesörü tarafından askerlere karşı karalanmasını sanırım hiç affetmedi.” “1971’deki 12 Mart olaylarından sonra, pek çok şeyin yasak olduğu, sansüre uğradığı o dönemde, kurucusu olduğu Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda… Ionesko’nun Gergedan adlı oyununu değiştirip o güne uyarlayarak sahneye koymuş, ‘mizah’ı bir başkaldırı aracı olarak kullanmıştı./ Tıpkı bunun gibi 1961’de de Dostoyevski’nin Timsah adlı öyküsünü benzer nedenlerle, 147’ler olayını yermek için kullanmış, tek bir kez de olsa radyodan dinleyicilere ulaşmasını sağlamıştı.” (11, 12) Oyunun kahramanı İvan, timsah tarafından yutulur. Eski çağlardan beri kullanılagelen böylesi bir öğeye bakarak Timsah veya Gergedan’daki uyarlamasıyla Haldun Taner’in kopyalamalar yaptığı gibisinden hamhalat düşünceye gidilmemeli. Ne ki onun ünlü Keşanlı Ali Destanı’nın da “zaten Brecht’in ‘Üç Kuruşluk Opera’sının kötü bir taklidi olmaktan öteye gideme(diği)”nin söylenebildiği bir bilgisizlik, bilinçsizlik çağında yaşıyoruz. (Aktaran: Ayşegül Yüksel; Cumhuriyet, 14.11.2006) İşte Selçuk ErezDemet Taner, “Timsah”ın yazıldığı günlerden oyunun metnine, o yılların radyo oyunu uygulamasına, Haldun Taner’ce kaydedilen bandın yıllar sonra çözülüşüne, bunun için özveriyle çabalayan insanlara, onların emeğine uzanan ayrıntıları duygulu bir öykü havasında aktarıyorlar… O halde “Timsah”, tiyatronun, öykücülüğün büyük ustası Haldun Taner’in bir söyleme biçemi ile biçiminin de somut göstergesi aynı zamanda… “SÖYLEME USTASI” OLARAK HALDUN TANER... Demet Taner, Haldun Taner’in “yazarlık ahlakı(nı) her şeyin üstünde” tutmasının, “kendine ve bütün insanlığa olan saygısıyla, haksızlığı vurgulamak ve gerçeği ortaya çıkarmadaki doz ve ölçü ustalığı”nın altını çiziyor. (13) Nitekim büyük yazar da, “Edebiyatta futbolun, boksun ‘En Büyük Benim’ci hışırlığına tahammülüm yoktur.” “Ben her şeyde belli bir dozu kollamaktan yanayım.” “…Doğuştan alçakgönüllü bir insanım. (…) Kendi BEN’imi içimden çıkarayım ki içime daha çok dünya sığsın isterim.” (Haldun Taner; Yalıda Sabah içinde, Bilgi, beşinci basım, 2005, 128, 129) ErezTaner, Haldun Taner’in Timsahı’nda “Bir Oyunun Arkeolojisi” ile buluşturur, Esen Çamurdan Haldun Taner Seyir Defteri’nde (Bilgi, 2006) onun “Tiyatro Haritası”nda gezintiye çıkarırken bizi, Ayşegül Yüksel Haldun Taner Tiyatrosu (Bilgi, 1986), Sıddıka Dilek Yalçın Haldun Taner’in Hikâyeleri ve Hikâyeciliği (Bilgi, 1995) başlıklı yapıtları ile ustanın “büyüklük”ünü bir kez daha öne çıkarıyorlar. Onun bütün öyküleriyle oyunlarına bakıldığında bu ustalığın göz kamaştırıcı bir parıltı ile yansıdığı görülüyor. Bunların yer aldığı kitapları da analım hiç değilse. Haldun Taner’in yayıncısı Bilgi, öykülerini dört ciltte toplamış yazarın: 1. Kızıl Saçlı Amazon (Yaşasın Demokrasi ile Tuş birlikte), 2. Şişhaneye Yağmur Yağıyordu, Ayışığında “Çalışkur”, 3. Onikiye Bir Var, Sancho’nun Sabah Yürüyüşü, Gülerek Ölmek, 4. Yalıda Sabah. Dokuz kitaba dağılan oyunlarını da sıralayalım bu arada: 1. Keşanlı Ali Destanı, 2. Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, 3. Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, 4. Fazilet Eczanesi, 5. Vatan Kurtaran Şaban, 6. Günün Adamı / Dışardakiler, 7. Ve Değirmen Dönerdi / Lütfen Dokunmayın, 8. Eşeğin Gölgesi, 9. Ayışığında Şamata. Bilgi Yayınevi, yazarın tüm düzyazılarını da yayımlıyor ama öyküleriyle oyunlarını alıyorum burada yalnızca. Haldun Taner’in gerek biçimce gerekse biçemce söyleme ustalığı, ondaki “insan ustalığı”nın bir doğal yansıması, ama aynı zamanda dönüştürümü olarak geliyor önümüze. Nitekim bu alçakgönüllü İstanbul beyefendisinin tüm sesleri birleştirip sonra bunları bir ipekböceğinin kozasına benzer biçimde yeniden döşeyerek yarattığı anlatımdaki müzikda trajikomikten çok ayrı temelde, kendine özgü bir sevgi bağlanması veya alçakgönüllülükle kuruyor yazar. YAZINIMIZLA TİYATROMUZUN SİLİNEMEZ İMZASI... Haldun Taner metinlerinde alçakgönüllülükle kurulan bir bilgece söyleyiş doluluğu gözleniyor hep. Bu nedenle de sıradan bilgelikmiş gibi geliyor bu bize. Bir acı tebessüme benzetilebilir belki daha çok. “Ben söylemiştim” böbürgenliğinin en küçük izine rastlanmıyor çünkü onda. Özellikle öykülerinde, ancak deneme yazınının altından kalkacağı biçemle okuru engin bilgisinin kanatları altına almaktan çekinmiyor yazar. Öyküsel tattan hiçbir ödün vermeden kuşkusuz. O zaman coğrafyadan tarihe, biyolojiden sosyolojiye, psikolojiye, ekonomiye, mimariye, eğitime, dile, nelere nelere gezinen bir öykü ansiklopedisinden içeri adım atmışçasına zenginleşiyorsunuz verimlerini okurken onun. Bu bilgeliğin bir halk feylesofluğuyla içlidışlı olduğu da görülebiliyor… Gerçekten anlatımda gözlenen bu tutum, metnin tüm kıvrımlarına yerleşmiş görünüyor adeta. Bütün bunları sivri dile kaçmadan en olmaz yerlere uzanabilen bir yaklaşımla kaleme alıyor hep. Ama senlibenlilikle laubaliliği birbirinden ayırarak, içtenlikle yılışıklığı ayrı kaplarda tutarak, her şeyi görüp söylemesini bilen sıcacık alçakgönüllülükle tepeden bakışın yol açtığı buz gibiliği birbirinden uzaklaştırarak yapıyor. Bilgeliği hüner değil yetenekle, alaysamayı küçümseme değil biçemsellikle, ince zekâyı “Bak ben neler biliyorum”cu bakışla değil, “Hay Allah!” deyiveren bir çakıveriş gibi gören dil mantığıyla kurguluyor hep… Öykülerini, oyunlarını çizgiselle sarmaş dolaş gülmece etkisinden koruyup, buna kapı aralamaktan uzak tutabilmesi de üzerinde önemle durulmasını gerektiriyor onun. Haldun Taner’e özgü bir öykütiyatro yakınlaşması veya girişmesinden kaynaklanıyor sanıyorum bütün bunlar. Tam olarak böyle değilse de bunu başarabilmiş bir ayrıksılığa sahip çünkü usta yazar. Sözcüklerinde giderek yenilenmeye yönelse de Haldun Taner dili, özelliklerini, niteliklerini koruyor yine. Dilin Evliya Çelebi metinlerindeki gibi bütün zamanlarda korunması gerekiyor bu nedenle. Çünkü biz İstanbul ağzı gibi İstanbulluluğun yansıdığı bir çelebi dil aradığımızda ileride hangi metni alacağız kılavuz olarak? Bu nedenle Haldun Taner’in yazı dilinde kesinlikle hiçbir değişikliğe gidilmemeli. Belki okul kitaplarındaki kimi metinlerde yapılabilir zorunlu yenileştirme, o kadar. Ne var ki oyunları, artık yeni yorumlar için de farklı açılımlara kendini hazırlayabilmeli. Örneğin yüzüncü yaşında, özellikle ödenekli tiyatrolar, farklı yorumlara dayalı sahnelemeyle bir Haldun Taner çiçeklemesi sunabilir herhalde. Kimilerinin Haldun Taner’i bir yandan “şişirilmiş balon” gibi görüp öte yandan timsah gözyaşları dökme hışırlığı sergilediği anlaşılıyor, doğal bu; oysa yazınsal metinlerin birbirinden doğduğu gerçeği unutulabilir mi? Hayvan yutmasının mitlerden kutsal metinlere binlerce yıl geriye gidişi gibi… Kim ne derse desin, Haldun Taner, tiyatromuzla yazınımızın parlayan yıldızı olmayı sürdürüyor, sönmecesine… Bu yüzden kitaplığınızdan onun yıldızını eksik etmeyin sakın! ? İşte o yıllarda, yani “1940’larda Ankara Radyosu’nun Kemal Tözem yönetiminde İbrahim Delideniz, Saime Arcıman, Muhip Arcıman, Kadri Ögelman ve diğer değerli sanatçılardan oluşan ekibi” için “yarım düzine kadar skeç” yazıyor Taner. “Elde metni ve plağı bulunmayan bu on kadar oyunundan yazarın anlattığına göre en dikkate değer olanları ‘Dinleyici İstekleri’, ‘Bir Münzevi’ ve ‘Beethoven’in Hayatı”…” Taner, aradan yirmi yıl geçtikten sonra 1960’ın hemen başlarında, yalnız bir kez yayımlanan bir radyo oyunu daha kaleme alıyor: Timsah. Gerek bu radyo oyununu gerekse yukarıda alıntıladığım tümcelerle birlikte öteki ayrıntıları Selçuk ErezDemet Taner ikilisinin hazırladığı Haldun Taner’in Timsahı (Bilgi, 2008) adlı emek ürünü kitapta bulabilmek olanaklı… Haldun Taner’in (16 Mart 1915–7 Mayıs 1986) yüzüncü yaşına şunun şurasında birkaç yıl kaldı. Ama TÜYAP Kitap Fuarında, tam da şu günlerde kimi etkinliklerle yirmi beşinci ölüm yıldönümünde anılacak bildiğimce büyük yazar… Oysa ölüm yıldönümlerinde anılmak yerine doğum günlerinde kutlamalarla karşılanması gerekmez mi Haldun Taner’in? Öyleyse yüzüncü yaşından başlayarak “anma”lar yerine doğum günlerinde farklı etkinliklerle Taner’i aramıza alıp bir sevgi halesiyle bunu kutlamaya dönüştürmek olanaklı olsa gerek… Haldun Taner, bugüne dek üzerine bağımsız yazı kaleme alamadığım, ancak pek çok yazımda gerek tiyatromuzdaki gerekse öykücülüğümüzdeki önemi üzerinde aralıklarla durduğum bir ustamız. Bu yazıyı da “giriş” bağlamında almak eğilimindeyim zaten. Türk tiyatrosunun kurucu yazarlarından, eylem bağlamında tiyatromuzun dönüştürücülerinden, öykücülüğümüzün yedi harikasından biri sayageldiğim böylesine büyük bir ustayı bir çırpıda geçiştirivermek gibi olmasın bu! Gelin, “Timsah”la başlayalım bu giriş yazısına… DOSTOYEVSKİ’DEN HALDUN TANER’E “TİMSAH”... Haldun Taner, “Timsah”ı Dostoyevski’nin aynı adlı öyküsünden almış; bunu, “1960 askeri müdahalesinden sonra, üniversiteden uzaklaştırılan öğretim üyeleri olayı ve bu olayın yol açtığı gelişmelerin eleştirisi olarak tasarla(.)mış…” [ErezTaner, 18; ayrıca bak.: Dostoyevski; Timsah, (Çev.: Ahmet Ekeş, Cem, 1973).] “147’ler olayı”, 27 Mayıs 1960 sonrasında “üniversite içindeki bazı kişilerin birtakım özel nedenlerle 147 öğretim üyesini suçlayarak isimlerini Milli Birlik Komitesi üyelerine bildir”meleri, “147 üniversite hocasının üniversitedeki görevlerinden uzaklaştırılmalarıyla sonuçlanan bir olay.” 147’ler arasında Haldun Taner’in “çok saydığı ve sevdiği yakın akrabası SAYFA 28 ? 17 KASIM ten yararlanışı üzerinde özellikle durulabilir bu bağlamda. Tınıdan ezgiden daha fazla bir şey, müzik yapıtı bu… Tiyatronun da getirdiği güçle öykülerini okutmak yerine dinletmek, hatta belki kulakta, gözde canlandırmak amacıyla yazıyormuş izlenimi bırakıyor bir çalım Haldun Taner. Söyleme ustalığındaki özgünlüğü sağlayan yanlardan biri bu ama belki de üzerinde asıl durulması gereken, müzik için kendisine tutamak yaptığı sözcükler. Bunları doğayla, toplumla, insanlarla, öteki canlılarla, cansızlarla ilişkilendirme biçimi… Öyle ki yalnızca Haldun Taner’in kullandığı, giderek neredeyse ona özgü denebilecek onlarca düz, değişmeceli sözcük, eski yeni tamlama, uydurma, yakıştırma deyiş gösterilebilir… Peki bizde Haldun Taner’in öyküleriyle oyunlarında kullandığı söz dağarı üzerine herhangi çalışma yapıldı mı dersiniz? Sıddıka Dilek Yalçın’ın görece değinisi dışında bildiğim böyle bir çalışma yok, var olan çalışmalarda onun bir “hazine” niteliği taşıyan bu çok değerli yanına ise gerekli yer açılmış değil yazık ki… Söyleme ustalığına devinim kazandıran bir yan da verimlerinin olağanüstü bir çokkültürlülüğü yansıtıyor oluşu yazarın. Bu yanıyla da doruk oluşturuyor o yazınımızda. Gerçekten kimi yazarların elinde çizgiselleşip neredeyse karikatürleşen çokkültürlülük, Haldun Taner’in kaleminde gerçek sahibine kavuşmuş izlenimi bırakıyor. Ona söyleme ustalığı kazandıran bir yan da anlatımına içirdiği doluksu gülümseme ile gülünesi ağlamaklık. Bunu kara anlatıdan ya 2011 Haldun Taner CUMHURİYET KİTAP SAYI 1135
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle