04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

iç sese ğinde sorüyor ile etr sessiz lığı... İçlerine her döndüklerinde azlı çoklu değişken günahlarıyla beter olmaları! Hep yücelttikleri erdemlerinin ardından artık rezilliklerini de anımsamaları ve bununla başa çıkma mücadeleleri... Önce reddetmeleri, inkâr etmeleri sonra kabule ve o kahroluşa varmaları... Evet. Bir gazete haberine inanmamak, kendi hayatına inanmamakla aynıdır bir bakıma. Yani bir dost sohbetinde, “Gazetelerin yazdığına inanmıyorum” derseniz kimse size tuhaf tuhaf bakmaz. Aynı insana, “Yaşadığım hayata inanmıyorum” derseniz sizi doktora götürürler. Kendi ömrümüzü bir iç sese tercüme edip bir gazete haberi hafifliğinde yaşıyoruz! Kendimizi bir haber metnine dönüştürüyoruz. Yalanlar üretiyoruz, üretilmiş yalanları bir kez daha ince kıyım yapıp bunları canımız istediği gibi yeniden tasarlıyoruz. Ürettiğimiz tuhaf bileşkeye de “iç ses” gibi saçma sapan bir tanım bulmuşuz. İnsanın iç sesi olması için önce bir “iç” benliği olması gerekmez mi? Bir “iç”ten mahrumuz öte yandan. Kamusal bir maskenin arkasında duruyoruz. Ölüm, aşk ve sonsuzluk algısı bu maskeyi düşürebilecek bir formülün değişkenleridir ve onlardan uzak durmak için sürekli bir dua terennüm ediyoruz. Kime, neye ait olduğunu bilmediğimiz, öğrenmek istemeyeceğimiz tuhaf bir dua. Sözlerini şaşıra şaşıra... “HİÇBİR KAHRAMANI KUSURSUZ KILMAM” Yine Sohrab’dan sıkı bir tirad Kameko’ya: “Dünyayı, onu sevdiğimiz birine tarif ederken yaşarız aslında. Bütün sanatlar, güzellikleri anlatan her şey bu oyunun çeşitlemeleridir yalnızca.” Sohrab’a yazarı olarak kendinizden biraz fazlaca duygu katıyorsunuz dersem diğer roman kişilerine haksızlık etmiş olur muyum? Bu arada o hepimizin içindeki karanlığı arada bir su yüzüne çıkararak Eyüp Canavarı haliyle yanan çağa küfrettiğinizi, yüreğini söküp almak istediğinizi ve yazarken haylice hırslandığınızı da düşünüyorum hani... Buna da bir yanıt isterim elbette... Çok önceden küfür üzerine bir dizi yazmıştım, “En İçten Sövgülerimle” diye. Makalenin ayrıntılarını hatırlamı ? özünde hem tıpkılığı hem apayrı nışıyla . Yani ada ümde vecen ını. rcih etbu bömizin duğuz güciterliyoü ve ruz. kuan itikli karak ve intepki en farı da 12 ömre celli bunu, iyine sınırlı ylere arın ölon iki ın asn oln dilizleşi. mpir de k mazak iyor ere meumu da ya öte payrı an ? 1135 yorum ama “Hepimizin iç sesi aslında bir küfürdür” diye bitiyordu. O son konuşan şahıs benim ancak ses bütünüyle bana ait değil. Sâ’dî Şirazî’den Oğuz Atay’a kadar bütün aziz ustalarım da koroya katıldı. Arada solo geçtiğim bölümler var elbette. Ama omurgası koral bir pasaj orası. Sohrab’a gelince; açıkçası arkadaşım olsa ona sadece şunu söylemek isterdim: “Neden Konsolos’a gösterdiğin özeni Efkâr’a da göstermeyi düşünmüyorsun?” Gördünüz mü, yani Sohrab hâlâ zannettiği adam değil. Tufaya düşmem, hiçbir kahramanı kusursuz kılacak kadar acemi değilim. Tanrı’dan kopya çekiyorum arada bir. Ölülere hizmet eden unutkan mezar taşı yontucusu Rüstem ve belalı taklitçisi şaklaban Mir Aziz’den dertli, dünyadan kendini iğdiş etmiş Konsolos ve dövüşçü kuşları, horozlarıyla Şıh Asil... Şu kadarını söyleyebilirim ki her zaaf, zayıflık ve her kaybediş aslında bir güç devşirme alanımızdır. Romanın finaline doğru kafiyeler, cinaslar, tekrarlamalarla akan bir ömrün sonunda, vampirle insanoğlunun öz birleşme noktasına ulaşıyoruz boynumuzdan akan kana aldırmadan, nihai bir idrak edişle... Okuru hem kurban hem cellat kılan bir metin gövdesinde çok kimlikli bir okuma umduysanız eğer kendi adına söylersem başardınız. Son soruda ne dersiniz bu değerlendirmelere? Kesinlikle. Bir Galatasaraylı, muhafazakâr, Azeri, yaşlı, kanarya sever ve Karagümrüklü birini hayal edin. Kendisini tanıştırırken hangi kimliğini kullanır, hiç düşündünüz mü? Hangisini saklar? Sistem bizi homojen bir kimlikle görmeyi arzular. Multitasking yapamayan bir işletim sistemine benziyor efendilerimiz. Bizim birden fazla kimliğimiz olamayacağını zanneder. Bir Kürt’ün filatelist olamayacağını, bir Lazın Beşiktaşlı olamayacağını zanneder. Oysa biz onun zannettiği varlık değiliz. Bakın, ne yaparlarsa yapsınlar, bu ülkede insanlar etnik bir savaşa sokmayı başaramadılar. Neden sizce? Çünkü “kardeşlik” söylemi efendilerimiz için basit bir propoganda aracı ama halklar için samimi olarak yaşanan somut bir durum. Şu SMS vardı ya, bir gün düşersek yanımızda olacağını söyleyen o Vanlı depremzede, işte o bu efendilerin anlayamayacağı bir dilde konuşuyor. Bir ruh sarsıntısı yaratıyor. Kardeşliğin zannedildiğinden çok daha derinde yaşandığını söylüyor bize. Bence o mesaj “Çıt Yok”un özeti. Sessizlik yırtıldı, yüreğimizi söken sessizlik duvarı yıkıldı ve bir fısıltı yankılandı: “... söz veriyorum, yanında olacağım.” Ben de söz veriyorum, bir dahaki romanımda bunu yankılayacağım. [email protected] Çıt Yok/ İsmail Güzelsoy/ Mephisto Kitaplığı/ 302 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1135 17 KASIM 2011 ? SAYFA 11
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle