23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kobo Abe’den ‘Kumların Kadını’... nüş biletine sahip insanlardan yani o “bileti kaybetmemek uğruna kulaklarını tıkayıp televizyonun sesini daha çok açanlardan” ne de tek gidişlik bilet alıp bir daha arkasına bakmayanlardan olabilmiştir. Aslında tek gidişliklerin gittikleri yer de çözüm değildir artık: “Tek yön biletinden başkasına sahip olmayan göçebeler bugün hayvan endüstrisinden başka bir şeye hizmet etmiyorlar.” YANLIŞ BİR TANIM Özgür bir gidiş kalmamıştır sonuçta. “Yürümeye gerek kalmayan bir özgürlük”, özgürlüğün yeni tanımıdır ve bu yanlış bir tanımdır. Gerçek özgürlük unutulmuştur. Adam yürümekten yorgun düştüğünde bir kum tepesine/hapishanesine sürüklenir. Kumsa yürümekten hiç yorulmaz ve kendi özgürlüğü/kötülüğü içinde ve yorulmamasının gücüyle hiç kapana kısılmaz, özgür olabilen kumdur, bunun için başkalarını hapsetse de. “Özgürlük kötülüktür” der Bataille. Edebiyat en büyük kötülük olduğu için azizlik mertebesindedir. Özgürlük, kötülük ve edebiyat kardeştir. Özgürlüğe alışık olmayan insan onu ele geçirince korkup ne yapacağını bilemez ve bu korku onun hapishane duvarlarını inşa etmektedir. Edebiyat, özgürlük ve kötülük korkuların en büyük hazlarla büyüdüğü alanlardır. Edebiyat Kristeva’nın da dediği gibi “en derin travmalarımızın, korkularımızın nihai bir kodlaması”dır. Edebiyat “dehşetin kutsal gücü”nü ele geçirir. Bu yüzden Kobo Abe de tıpkı Kafka, Bataille, Sartre, Genet ve Beckett gibi cehennemi dünyalar inşa ederek edebiyatın içinden iyiliğin ve özgürlüğün kapılarını zorlar ve yorulmadan onu ararlar. Knut Hamsun’un Açlık’ında nasıl gerçek kramplar giriyorsa midemize, Kafka’nın Değişim’inde Gregor Samsa travmalarımızın arasında nasıl hâlâ zirveyi zorluyorsa ya da Jean Genet’nin sefil insanlarının kötülükleri ve çirkinliklerinden nasıl tiksiniyorsak, Kumların Kadını’nda da ağzımıza gözümüze öylesine gerçek kumlar dolar, tükürmemek için zor tutarız kendimizi ve bu fiziksel tepki ruhumuzu ve zihnimizi ele geçiren büyük bir tepkinin küçük bir yansımasıdır: Boğazımıza düzen kaçar ve onu tükürmek isteriz hızla. İşte bunu başarabiliyorsa kelimeler, birileri gerçekten edebiyat yapmayı becerebilmiş demektir. Fakat bunu yaparken de büyüklenmez Kobo Abe. Yazarlardan bahsederken romanında şöyle der: “Yazar olmak istemek, kısacası, kukla oynatıcısı olup kendini kuklalardan ayırmayı amaçlayan egoizmden başka bir şey değildir.” Kendiyle ve diğer tanrıyazar büyüklenmelerle dalgasını geçebilmiştir. Yüzlerce soru var Kumların Kadını’nda, yüzlerce karanlık ve bu karanlığa inebilmeyi göze alanlar için yüzlerce aydınlık var. Elbette aydınlık, kumu hafife almayanlar ve yorulmayı bilmeyenler için sadece… ? Kumların Kadını/ Kobe Abe/ Çeviren: Hüseyin Can Erkin/ Merkez Kitaplar/188 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 949 Kum boğazımıza kaçtığında Kum nedir? Kum bu romana kadar sakin, sıcak ve yumuşaktı; kum sadece denizin kucağına kendini bırakmış güneşli bir kumsaldı. Ama şimdi kum, 1/8mm’lik dev bir canavar, mahkumlarının kaçması imkânsız bir hapishane, kölelerine merhamet etmeyen bir efendi ve doğanın en acımasız çocuğu artık. Öğrendim ki kum sürekli hareket eden, hiç durmayan, önüne çıkan ne varsa düzleştiren, çürüten, parçalayıp yok eden bir canlı. Ve bunu sessizce yaparmış kum, uysallıkla bitirirmiş işini; alıştırarak yok edermiş, silermiş içindekini… miştir; o aslında bir suç işlemiştir: Ona sunulmuş küçük yaşamıyla yetinmeyip kaçmış, babaların dünyasının (otoritenin) kabul etmeyeceği çocukça ve bu yüzden de anarşistbir edayla böcek koleksiyoncusu olmuş, yaşadığı hayatın sınırlarını ihlal etmiştir. Bu kum köy ona verilmiş bir cezadır. Yazar Kobo Abe, romanında kahramanını farklı farklı hayvanlara benzetir ve hepsi farklı noktalardan çıkıp kapitalizm eleştirisinde birleşir. Çoğu başka sermayelerin büyümesi için hayatını tüketen zavallı işçileri anımsatır; bir çarkın içinde dönüp duran ve hiçbir yere gidemeyen fare, uçtuğunu zannedip sürekli pencereye çarpan sinek, burnunu cama vuran ve akvaryumda olduğunu sonradan anlayan süs balığı, yeryüzüne çıkmamaya, güneşsiz kalmaya alışan köstebek… Kendini sadece bir anlığına benzetebildiği örümcekse insanın gelişimine ayak uydurmuş ve ağını yapay ışığın yanına kurmayı akıl etmiş bir sermayedardır, buna karşılık sinek niye böyle bir evrim geçirememişse artık, yapay ışığa kanmaya devam edip yem olmaktadır. Cumpei aslında ağa takılmış sinektir ama kendini kurtarabileceğini düşünür başta. Peki kadın ve onun gibi pek çok köle niye hâlâ orada kalmaktadır? İşte bunu bir türlü çözemez. Marx’ın yabancılaşmış emek diyalektiğinde söz ettiği gibi, işçi ürettikçe ahmaklaşır, ne kadar çok üretirse o kadar çok fakirleşir, ürettiği nesne medenileştikçe kendisi şekilsizleşir. Sistem ne kadar büyürse içinde kalanlar o kadar küçülür. İNSANLIĞINI KORUMAK... Yazar kapitalist dünyaya karşı insanlığını korumaya çalışmanın beyhudeliğini o derece naif edebi bir ustalıkla anlatır ki, okurken içinize çöken karanlık, içeriğinin apaçık doğruluğunun da yardımıyla çok korkutucu bir hal alır. Kahraman, köylülerin ve kumun karşısında köleliğini tam anlamıyla fark etmeden önce kapana kısılmasının hıncını, birlikte yaşamak zorunda olduğu kadına yöneltir ve sonuç şiddet içeren cinselliktir. Kadını tanımlarken “tamamen savunmasız kurban duruşu”, “hayvani bir görüntüsü” gibi betimlemeler kullanır. Onu ikincil olarak görmesinin bir başka nedeni de basit bir köylü olmasından kaynaklanır, “böyle modern bir dünyada nasıl böyle hayvani bir yaşam” sürüyordur, anla Ë Senem KALE A dam bir ağustos günü böcek koleksiyonuna yeni böcekler eklemek için yola çıkar ve bir daha dönmez. Öğretmen arkadaşları ve karısı adamın başına neler geldiğini bir türlü öğrenemezler. Adam otobüse binmiş, ıssız bir yerde inmiş ve yürüyüp gitmiştir. Geldiği köyün coğrafyası gariptir; her yer kumdur ve midye kabuklarıyla doludur ama deniz bir türlü görünmez. Adam sanki birden çölün ortasına düşmüştür. Köyde bir geceliğine konaklamak ister; köylüler onu bir kadının evine götürüp bırakırlar. Ev çukurdadır ve yukarıdan sarkıtılan merdiven olmadan geri çıkılması imkânsızdır. Evin her tarafı kumla kaplıdır, kadın sabahtan akşama kumları temizler ve her gece kumları büyük kovalara doldurur, köylüler de kovaları yukarı çekerler. Adam kadının bu saçma işleri neden yaptığını anlamaz önce. Kadın anlatır garip bir sakinlikle; bunları yapmazsa evini kum yıkacak ya da köylüler yemek ve su vermeyeceklerdir. Adam her şeyi çok geç anlayacaktır: Kum kapitalizmin ta kendisidir, kadın sadece kum için yaşayan, emeğine yabancılaşmış, kaderine boyun eğmiş bir işçidir. Adamın kendisi de bir fare gibi kapana kıstırılmış yeni köledir. Karınca cehennemine hapsedilmiştir ve buradan kaçmak göründüğü kadar kolay değildir. Kumların Kadını’nın başkahramanı Cumpei, kaplanböceğinin çağrısına kapılmış ve onu yakalayabilmek için çölün ortasına çekilmiştir, tıpkı yiyecek arayan aç bir fare gibi. İçine düştüğü bu cehennem büyük haksızlıktır ona göre; çünkü o vergisini ödeyen, hiç suç işlememiş bir vatandaştır, sistemin onu koruması gerekir ama şunu göreme Kobe Abe cehennemi dünyalar inşa ederek iyiliğin ve özgürlüğün kapılarını zorluyor... yamaz. Fakat kendi köleliğinin bilincine varmasıyla konumları eşitlenir; artık o da hayvandır. Bu kez kadının cinselliğinden ve bir “hayvan” gibi açık ve net oluşundan korkar: “Senin aynan beni işlevsiz kılıyor… Kadınların saflığı, erkekleri kadın düşmanı haline getiriyor.” “Üremek yok olmaktır” der Bataille. Saf bir cinsel ilişki ancak ölümle, ölüme yakınlıkla olanaklıdır. Çünkü üremek kadında yok olmaktır. Öte yandan da kadının cinselliğine boyun eğmek o hapishaneye alışmak olacaktır. Yavaş yavaş kumu, yani sistemi nasıl hafife aldığını görür adam ve gördükçe eski yaşantısının da nasıl burada kapanmasına benzediğini, herkesin aslında aynı kumun altında beyhude çırpınarak “griler familyası” haline gelip “gri derili, gri yaşantılı” bir hayata boyun eğdiğini görür. Yeterince uzun soluklu kaçamamıştır bu yaşamdan ve soluğunun ilk kesildiği anda kum üstünü örtüvermiştir. Bu köye gelmek için gidişdönüş yerine tek gidişlik bilet almış olduğunu fark eder. Asıl amacı belki de böcek aramak değil, eski boğucu yaşantısından kaçmaktır. “One Way Ticket” şarkısı gelir aklına. Gidilen yerde kalmanın cesaretini ya da dönmeye çalışmanın korkaklığını düşünür. O şimdi geldiği bu yerden kaçmaya, dönüş biletini almaya çalışmaktadır. O ne gidişdö SAYFA 8
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle