23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Joyce Carol Oates’ten ‘Can Ateşi’... Büyük düzensizliklere karşı naif bir çığlık Can Ateşi 1950’li yıllarda Amerika’ya, kadınlar arası dostluk ve dayanışmaya, bireyi ezen bir dünyada kolektif bir yaşama uğraşına dair, mağrur, yoğun ve şaşırtıcı bir roman. Amerika’nın doğusunda, bir banliyö kasabasının yoksul aşağı mahallesinde, onları ezip geçerek çarklarının arasında öğütmeye kararlı bir dünyaya karşı beş liseli kız, gurur, öfke, güç ve metanetle kaynaşarak bir isim veriyorlar kendilerine: Can Ateşi. Gençliğin naifliği ve başkaldırının gözü karalığıyla besledikleri Can Ateşi, haşarı bir kız çetesinden ziyade haksızlıklarla dolu bir dünyada her biri için zaruri bir tavır, bir varlık zeminine dönüşüyor. Bu beş çocukkadın, yetişkinlerin, en çok da erkeklerin kurguladığı bir düzene, kenetlenmiş ruhlarıyla dimdik ve coşku içinde karşı geliyor. Amerikan edebiyatının en önemli isimlerinden Oates’in yaşantısından da izler taşıyan bu vahşi ve lirik romanı, büyüleyici bir dostluğu ve dar bir dünyada gururlu bir yaşama uğraşını konu almış. Lirik bir dil ve doludizgin bir anlatımla kurgulanan romanda Oates, toplumsal adaletsizlikleri sorguluyor. Ë Sanem SİRER tuzun üzerinde romanı, ayrıca kısa öykü, şiir ve oyunları da bulunan Joyce Carol Oates, Can Ateşi’nde konu ettiği karakterlere benzer bir zaman ve zeminde, 1938 yılında New York eyaletinin Lockport kasabasında doğmuş. Oates, tıpkı Can Ateşi’nin anlatıcısı Maddy gibi, ekonomik sıkıntılar içinde geçen bir çocukluğun ardından 14 yaşında bir daktilo ediniyor ve onu National Book Award, Heideman, Bram Stoker, Boston Book Review ve Prix Femina Etranger gibi sayısız ödülle buluşturacak yazı serüvenine atılıyor. Amerikan toplumunun karanlık kalbine, gündelik hayatın yürek sökücü ayrıntılarına duyduğu ilgiyi her fırsatta dile getiren bu verimli yazarın yazınını etkileyen unsurlar Franz Kafka’dan James Joyce’a, William Faulkner’den Sylvia Plath’e, Bob Dylan’dan Henry James’e, Alice Harikalar Ülkesinde’ye dek geniş bir yelpazede yer alıyor. Princeton Üniversitesi Yaratıcı Yazarlık bölümünde ders vermeyi sürdüren Oates’in, 1963’ten günümüze uzanan yüze yakın eseriyle çağımızın en verimli ve dikkat çekici yazarlarından olduğu söylenebilir. Can Ateşi, çoğunlukla erkek çetelerinin araba yarışı ve mahalle kavgaları eşliğinde kapıştığı, 1950’li yıllar Amerika’sına dair aşina olduğumuz filmlerin –Batı Yakasının Hikâyesi, Asi Gençlik, vbyansıttığı imgelerin aksine; beş genç kadının ve arkadaşlarının içinde birey olarak var olamadıkları, erkeklerce kurgulanmış adaletsiz bir dünyaya karşı ortak haykırışı aslında. Asi gençliğe dair basmakalıp bildiklerimize tamamen zıt Can Ateşi’nin gerçekleri. Her biri hayatlarının farklı düzlemlerinde zorlanmış, babalarından dayak yemiş ya da onları hatırlamadıkları bir savaşta kaybetmiş, hayat mücadelesi veren anneleri tarafından ihmal edilmiş, fakirlik ve ümitsizlik dolu hayatlara koşullanmış ve bunlara rağmen önlerinde uzanan karanlığa ve kendilerine biçilmiş rollere isyan eden, karşılaştıkları adaletsizliklerle kendilerince ve kimi zaman çocukça ama illa ki mağrur bir biçimde ödeşme ateşiyle tutuşan beş er O genin romanı Can Ateşi. Çocukluk ve yetişkinlik arasında, ergenliğin karanlık coğrafyasında yitmemek için ayakta durmaya çabalayan bu beş genç kadın kaybedecek hiçbir şeyleri olmamasının verdiği cesaret, hatta sınırsız bir gözü karalıkla bir araya gelerek onlara hükmetmeye ısrarlı bir dünyayla uzlaşmayı reddediyor. Kendi idealleri doğrultusunda hiç kimsenin buyruğu altına girmeden, doğrularını kimi zaman acımasızca yordamlarla hayata geçiriyorlar. Alelade bir gençlik romanından öte Can Ateşi, erkek egemen bir dünyada kadına dayatılan role, her şeyden öte büyük düzenliklere karşı yükselen naif bir çığlık. İDEAL BİR MECRA Joyce Carol Oates’in Can Ateşi’nde kurguladığı çocukluk ve yetişkinlik düzlemi arası ergenlik platformu bu çığlığın yükselmesi için ideal bir mecra. Savaş sonrası yaraların henüz sarılmadığı bir banliyö kasabasının aşağı mahallesinde işçi sınıfına mensup ailelerin gelecekleri baştan yitik çocukları olarak, yetişkinlerin dünyasına yöneldiklerinde duydukları yoğun öfke, karakterleri birbirine daha da derinden bağlıyor. Biraz ötelerinde, yukarı mahallede yaşayan üst sınıfların hayatlarıyla aralarında yatan uçuruma, paranın ve erkin her koşuldaki tartışılJoyce Carol Oates maz gücüne ve tüm bunların ışığında isyan ettikleri dinsel öğretilerin ikiyüzlülüğüne, hatta tanrı kavramının hayatın bir anlamı olabileceğini temel alan öğretilerin tümüne karşı yükseltiyorlar seslerini. Ergenliğin tekinsiz dehlizlerinde hayatı tanımaya ve tanımlamaya bir yandan da kendilerine var olabilecek alanlar açmaya çabalayan beş güçsüz çocuk, alt sınıf mensubu olmalarına, cinsiyetlerine ve önlerinde uzanan seçimlerin darlığına aldırmadan birbirlerinin desteğiyle çoğalarak, Oates’in usta kaleminde dünyaya karşı kimi zaman doğruluğu tartışılacak eylemlerle muhalif bir tavır sergiliyor. Bu muhalif tavır, yoğun bir çaresizliği gururlu bir varoluş savaşıyla harmanlıyor. Yazar Joyce Carol Oates, Can Ateşi’nin güç odağı Kaltak Sadovsky karakterini mitolojik bir kahramanmışçasına kurguladığını belirtiyor. Margaret Ann Sadosky, arkadaşlarının ona seslendiği lakapla Kaltak, adaletsizliğiyle yüzleşmek zorunda kaldığı bir dünya önünde boyun eğmemekte ısrarlı. Kaltak kelimesinin erkek hegemonyasında kurgulandığı tartışılamayacak dil üzerinden yorumlandığında olumsuz çağrışımları var elbette. Tam da bu noktada romanın söylemi, erkeklerin dahil olmadığı Can Ateşi zemininde, Margaret Sadovsky’yi Kaltak adıyla efsaneleştirerek başkaldırdıkları düzenin hâkim unsurlarının olumsuz bir anlam yüklediği jargonu sahiplenerek başkaldırıya, toplumun kadınlara yüklediği geleneksel rolleri redde dair bir sevgi ve saygı ifadesine dönüştürüyor: “Polisler onu yakaladıklarında, ona sert davranacaklarını kabullenmişti; hatta belki pederinin yaptığı gibi ona vururlardı da… Bir cümleye noktalama işaretlerini koyar gibi. Ama polislerin ona uygun gördükleri hakaret onu yargılama şekilleriydi. Sanki bir sürtükmüş, ucuz bir fahişeymiş gibi…”(S. 160) Kaltak Sadovsky, asiliği, başkaldırısı, özgürlüğüne düşkünlüğü, naifliği ve doğru bildiği değerlere bağlılığı ile Pal Sokağı Çocukları’nın hassas Nemeçek’inden Mark Twain’in maceracı Huckleberry Finn’ine çağrışımlar yapıyor. Joyce Carol Oates, Can Ateşi’ni yazarken romantizm ve realizm arasında bir diyalektik oluşturmayı amaçladığını söylüyor. Kaltak Sadovsky bu diyalektiğin, Can Ateşi kardeşliğinin güç odağı ve belkemiği: “Bu yüzden onu kıskanamazdınız, kıskanamazdınız işte… Onun yaptıkları birçok insanınki gibi silinip gitmezdi... Kaltak, yükseklikten, dalgalı sularda yüzmekten veya Ölümün kendisinden korkmadığı gibi gülünç duruma düşme riskinden de korkmazdı… Maddy’nin hayal etmekten korkacağı şeyleri, kendini bu şekilde ortaya atmayı mesela, Kaltak Sadovsky hiç düşünmeden yapardı. Sizin fark edebileceğiniz bir kuşku duymadan…” (S. 11) Can Ateşi’nin diğer karakterleri Kaltak’ın ışığında neredeyse sönük kalıyor. Ancak her birinin sınırsız bir aşk, inanç ve saygıyla bağlandığı Kaltak kadar ümitsiz ve isyankâr olduğu aşikâr. Kitabın anlatıcısı, Can Ateşi’nin resmi tarihçisi Maddy belki Kaltak Sadovsky gibi yükseklere tırmanacak, polisle aşık atacak kadar gözü kara değil ama kanı, teri ve gözyaşlarıyla yoğurduğu bir hayat muhasebesinin de altından kalkacak kadar sağlam. “Çünkü anı yazmak, içinizdekileri santim santim, yavaş yavaş dışarı çekmek demek. Yazmaya başladığımda bunu bilmiyordum, ama şimdi biliyorum.” (S. 113) Joyce Carol Oates, Maddy karakteriyle kendisi arasında otobiyografik paraleller olduğunu söylüyor. KARANLIK GEÇMİŞ... Maddy’nin geçmişi epey karanlık… Savaşta yitirilmiş bir baba ve kendi sorunlarını aşarak çocuğuna sahip çıkamayan bir anne ekseninde, Can Ateşi’nin tarihçisi Maddy, dünyada göremediği ışığı yıldızlarda, gök cisimlerinde ve onu büyüleyen uzayın derinliklerinde aramakta ısrarlı. Terk edilmiş bir dünyada yaşayan yitik bir çocuk olarak Kaltak’ın önderliğinde anlamlandırdığı hayatında, insan varlığının kirletemediği bilinmezlerin semalarında önünde uzanan ve değişmez katı gerçeklerin ötesinde bir yanıt arıyor. Yüreğini deşip geçen dünyanın acımasız hakikatlerini, insanlığın milyon yıllık bir tarihçe içerisinde kendisine biçtiği rotanın anlamsızlığını, gökyüzünün derinlerinde yatan sırlar ve Can Ateşi yumuşatıyor: “Eğer şimdiki ve genç kızlığımdaki hayatım arasında bir bağlantı varsa bunun nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum ve bilmek istemiyorum. Yıllar içinde insan güdüleri, insan eylemlerine, varoluşuna kıyasla daha az ilgimi çeker oldular. Sonuçta yıldızların bir güdüleri yok, ölümdalışları bile saf, varoluşun hizmetinde.” (S. 364) Karanlıkta ve çürümüşlükte parlayan bir ışık Can Ateşi, tıpkı eninde sonunda sönecek bir yıldız gibi… Ama “alev yanarken gerçektir, öyle değil mi –söneceğini bilsen bile?” (S. 365) Can Ateşi, savaş sonrası Amerikan hayatının karanlığını yansıtmanın ötesinde, dostluğa, sevgiye, umuda ve mücadeleye dair bir roman. Oates’a yapılacak en büyük haksızlık, bu öyküyü, Can Ateşi’nin karşı durduğu güç odaklarının lensiyle bir ilk gençlik macerasından ibaretmişçesine yorumlayarak romanın hareket noktasını doğrulamak olsa gerek. Oates’un feminizmi, bu beş çocukkadının romanında saf, hudutsuz ve can yakacak derecede acıtıcı. Can Ateşi, gençliğin aleviyle tutuşuyor ama yükselttiği çığlık gençlere özgü gelgeç hezeyanlardan ziyade büyük düzensizliklerden kaynaklanıyor. ? Can Ateşi/ Joyce Carol Oates/ Çeviren: / Siren Yayınları/ 368 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 949 SAYFA 10
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle