03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Nurdan Gürbilek’ten “Mağdurun Dili” zın aşağılanır; alayın doktoru onu kobay yerine koymuştur, üzerinden deney yapar. Woyzeck o denli aşağılara itilmiştir ki, bu duruma bilinçli bir tepki veremez. Tam bir kurbandır. Ancak katile dönüşecek, ihanet eden karısını öldürecektir. Dostoyevski’nin Raskolnikov’u da toplumsal açıdan mağdur edildiği için cinayet işler; ama ne yaptığının gayetle bilincindedir; oysa Woyzeck yaralı bir vahşi hayvana indirgenmiştir. Hapiste geçen ıstıraplı yıllardan sonra işlediği suç adına bir kez daha kurban, yani idam edilecektir. Woyzeck’in mağduriyetinin yanında Gürbilek’in mağdurlarının ıstırabı, çoklukla bir ruh durumundan, hatta fanteziden ibarettir. Bunları yazarken, pek çok koşulda ruh durumlarının gerçekliğin kendisinden daha derin acılara mal olabileceğini; her acının ister fizyolojik, ister toplumsal, ister siyasal, ister psikolojik kökenli olsun temelde bir ayrılık, bir yitim duygusu taşıdığını, dolayısıyla bir yoksun bırakılma, haksızlığa uğrama, yani mağduriyet yangısı olduğunu; her acının en yakıcı, en keskin yanının kişinin kendisine acıması olduğunu unutuyor değilim. Kişiyi içsel derinliğinin kuyusuna, Dostoyevski’nin ve Gürbilek’in sevdiği deyimle yeraltına iten de (ben buna içsel yalıtılmışlık hücresi diyorum), bu hücreye tıkan da acısını biricik sanma yanılgısı ve kendisine acımasıdır. Kendine acımayı aşabilirse kişi, hücresinde bir pencere açılır ve o pencereden elini hemderdine uzatabilir. Istırap bitmiş değildir, ama baş edilebilir boyuta inmiştir. Amacım, Gürbilek’in ıstırap algısını eleştirmek değil – gerçekten de yeraltı ile tanışmadan büyük sanat yaratılamaz; ancak oraya tıkılıp kalmak, orayı tanımak anlamına gelmez ve çoğu kez işe yaramaz bu yazının ve Mağdurun Dili okurlarının insan ıstırabının, kişinin kendini dışlanmış ya da aşağılanmış saymasından, grandiyöz hayallerle uçtuktan sonra gerçekliğin sıradanlığına çakılmasından ibaret kalmayıp, çok ötelere uzandığını gözden ırak tutmamalarını sağlamaktır. Gürbilek, ıstırabın çok geniş coğrafyasında elbette kendisine bir sınır çizmek zorundaydı ve sınırlamasının mantığı, bu sınırlar içinde kurulan düşünce yapısı açık ve tutarlıdır. GÖNDERMELER... Gürbilek, Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ına sık sık göndermeler yapar ve yeraltından beslenen yazarlar ve yapıtlarla ilgilenir; bir araştırmacı olarak ancak bu yapıtlarda mağduriyetin dile getirilmesinin kimi kez amaca uygun (Oğuz Atay ve Yusuf Atılgan örneklerinde olduğu gibi), bazen de amaca ters (Cemil Meriç örneğindeki gibi) özel ve özgün söylemlerle gerçekleştiğini yakalamıştır. Yeraltı, Gürbilek’in Dostoyevski yorumunda birçok dinamiğin iç içe geçmesinden oluşmuş çelişkili, dönüşümlü ve trajik bir kişiselruhsal mekândır (s.3536). Trajiktir, çünkü yeraltında barınan, kimi kez kadere baş kaldıran bir trajedi kahramanı gibi kendisini mağdur edenlere isyanla dolar, gururla dikleştirir başını. Yeraltı aynı zamanda patetiktir, çünkü yeraltı adamı ne yapsa boştur ve o bunu bilmektedir. Yeraltında gurur her an aşağılık karmaşasına; dünyanın gördüğü, tanıdığı, alkışladığı bir kişi olma arzusu, özgüvenin tümüyle kaybolmasıyla utanca ve saklanmaya, görünmez olma ihtiyacına dönüşebilir. ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 949 Yeraltındaki hayaletler: Gurur ve horlanma Metis Yayınları değerli kitaplar yayımlamayı sürdürüyor. Nurdan Gürbilek’in “Magdurun Dili” de bu yapıtlardan biri. Ë Erendiz ATASÜ etis Yayınları, edebiyat üstüne düşünen ve düşündürten (edebiyatbilim gibi katı ve soğuk çağrışımları olabilecek bir terimi kullanmak istemiyorum doğrusu) değerli kitaplar yayımlamayı sürdürüyor. Nurdan Gürbilek’in yeni çıkan Mağdurun Dili adlı yapıtı, dilimizde kaleme alınmış, edebiyat alanında düşünce üreten kanımca en önemli yaratılardan biri. Mağdurun Dili, edebiyatın harcı olan unsuru, yani düşüncenin ve duygunun nasıl olup da söyleme dönüştüğünü, mağduriyet halinin, horlanmanın, kendini aciz hissetmenin dile gelmesi bağlamında inceliyor. Yapıtın kapsamı doğal ki bu kadarla kalmıyor; Gürbilek, incelediği yazarların, giderek “yazar”ın ruh durumu üstüne hiç yabana atılamayacak ipuçları sunduktan sonra, “yazar”la ilgili kavrayışını, kitabının sonlarına doğru yer alan Yazarın Kibri bölümünde dört dörtlük bir çözümlemeye ulaştırıyor. Doğrusu, Mağdurun Dili’ni elimde kalem, tümcelerin altını çizerek okumak, beni kitabın ve edebiyatın ötesinde de düşünmeye sevk eden, zenginleştiğimi duyumsatan, müthiş zevkli bir zihinsel etkinlik süreci oldu. Yazarına teşekkür etmek isterim. Kitabın hiç kuşkusuz bir deneme başyapıtı olan Giriş bölümünde, Nurdan Gürbilek, edebiyat üstüne yapılmış en doğru ve güzel saptamalardan birini şöyle dile getirir: (Güçlü edebiyat) yaşantının sarsıcı içeriğinin unutulmasına razı olmadığı için önemlidir. (s.12) Ne kadar doğru! Bizzat başımızdan geçmiş kaç deneyimin özünü kim bilir hangi ruhsal mekanizmalarla bastırır ya da çarpıtırız da, insan ruhunu anatomi masasına dilin gücüyle yatırmış bir edebiyat sayfasını okurken, kendimizi buluruz! M ANA EKSEN... Nurdan Gürbilek’in ana ekseni, belki de en fazla çarpıtılmaya yatkın durum: Mağdur edilme, aşağılanma, değersizleşme, kendini değersiz hissetme, yani ıstırabın özel bir bölümü. Gürbilek, Dostoyevski’de en derin anlamını bulan bu durumu, aşağılanmış olmanın insanı bazen nasıl kapanmamış bir yaradan ibaret bıraktığı (s.12) veciz ifadesiyle dile getiSAYFA 18 riyor. Kitabının merkezine de Dostoyevski’yi koyuyor, Türk edebiyatındaki incelemesini Dostoyevski’yi iyi bilen, onunla kendisi arasında özdeşimler kuran ve/veya ondan etkilendiğini ifade etmiş yazarlarımızla sınırlı tutuyor: Oğuz Atay, büyük Rus yazarından “Dosto” diye söz den Cemil Meriç ve Yusuf Atılgan. Böylece, mağduriyeti anlatma deyince, ilk avazda benim aklıma gelen, doğanın mağdur ettiği (yoksa kaza ve kader mi demeli, bebekliğinde geçirdiği bir kaza sonucu yaşam boyu engelli kalan) Necati Tosuner, toplum tarafından mağdur edilmiş dilsiz emekçilerin sesi Orhan Kemal, Zehir Zıkkım Hikâyeler adlı yapıtında, mağduriyetin en alt basamaklarında çırpınan kadınları öyküleştirmiş Ayla Kutlu, Asılacak Kadın’ın ya zarı Pınar Kür, psikoseksüel kıstırılmışlıklarda acı çeken kahramanlarıyla Selim İleri, Gürbilek’in yapıtında devre dışı kalıyor. Elias Canetti, Edebiyatçılar Üstüne adlı denemelerinde, Büchner’den söz ederken, onun Woyzeck adlı eserinde edebiyattaki en mükemmel devrimi başardığını öne sürer (1): “Değersizin keşfi! Bu keşifte ön şart acımadır, ama acıma yalnızca sessiz kalır, dile gelmezse değersiz olan tamdır. Duygularını saçan, değersizi merhametiyle açıkça şişiren edebiyatçı, onu kirletir ve mahveder. Değersize karşı bu saflıkta, bugüne kadar hiç kimse Büchner’le mukayese edilemez.” Woyzeck, gerçek bir olaydan yola çıkılarak yazılmıştır. Yoksul ve cahil nefer Woyzeck, üstleri tarafından durmaksı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle