23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ durmuşlar ve sonunda Türkiye’yi esenliğe çıkarmışlardır. ‘MİLLİYETÇİLİK EN SON TÜRKLERİ ETKİLEDİ. ÇÜNKÜ…’ ‘Diriliş’te vurguladığınız gibi ‘milliyetçilik’ akımı, bütün milletleri ve dünya siyasetini etkilemiş, siyasi coğrafyayı değiştirmişti... Peki milliyetçilik akımı en son Türkleri mi etkiledi sahi? Nasıl oldu bu? Evet, en son Türkleri etkiledi. Türkler duyarsız, uykuda oldukları için değil. Devleti kurmuş, çoğunluğu oluşturan millet olarak sorumluluk duygusu nedeniyle.parçalanmaya yol açmamak için. Parçalanmaya yol açacağından şunun için korkuyorlardı: Çünkü milliyetçilik henüz pişecek, olgunlaşacak sınavlardan geçmemişti. Mesela Yunan milliyetçiliği gibi başlasa, kucaklayıcı olmaz, imparatorluğun çabuk parçalanmasına yol açmış olurdu. İttihat ve Terakkiciler bu nedenle uzunca bir zaman ‘Osmanlıcı’ olarak kalmışlardır. Emperyalizm dişlerini ve pençelerini gösterdikçe Türklüğe sığınmış, Türkçü olmuşlardır. Ölçülü, ihtiyatlı gidildi. Uçlar belirdi ama etkili olmadı. Türk milliyetçiliğinin ilk kuramcılarından olan Ziya Gökalp ırkçılık aleyhine sert yazılar yazmıştır. Zaten Türk tarihinin en belirgin özelliği başka milletlere ve dinlere hoşgörülü olmasıdır. Birlikte yaşama kültürüne sahip olmasıdır. Selçuklu ve Osmanlı tarihi bunun en iyi kanıtıdır. Türk milliyetçiliği özellikle emperyalizme karşı bir yurtseverlik tepkisi olarak doğmuştur. Fransız kaynaklı, Almanya’da Nazizme, İtalya’da faşizme dönen bencil, ırkçı, yayılmacı milliyetçilikle bir ilgisi yoktur. Bu akım Birinci Dünya Savaşı’nda, Milli Mücadele’de ateşten geçti, durulandı, arılandı, Atatürk milliyetçiliği dediğimiz milliyetçilik oldu. Bunun özü yurtseverliktir. Kimse bu özelliği sağa sola çekerek yorumlamasın. Haksızlık yapmış olur. EMPERYALİZME CUMHURİYET DARBESİ Milli duygu her zaman milli bilince dönüşmüyor yazık ki… O dönemde ise dönüştü… Köşeye sıkışmıştık. Emperyalizm hayâsızca, açıkça, saklamadan geliyordu üzerimize. Kapitülasyonlar en basit esnafın bile kavrayabileceği kadar açık bir üstünlük, onur kırıcı bir öncelik tanıyordu yabancılara. Ülkenin kaymağını bunlar yiyordu. Yarı aç, yarı çıplak halk bu sömürüyü izliyordu, ‘idraksiz Türk’ diye aşağılanıyordu. Bu anlayış mütareke döneminde yeniden canlandı, ders kitaplarında Türk sözcüğünün kullanılması yasaklandı. Damat Ferit dönemi. Yasaklayan Bakan Rumbeyoğlu Fahrettin! Halk bu koşullar içinde can havli ile uyandı. Köprülerin altından çok su geçti. Damat Ferit’ler, Rumbeyoğlu Fahrettin’ler, Ali Kemal’ler tarihin çöplüğüne gittiler. Batı’nın ve içerdeki işbirlikçilerinin, hayranlarının, ajanlarının bütün direnişlerine, tuzaklarına, silahlarına, propagandalarına, mütareke basınına, donanmalarına, askerlerine rağmen, Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Bu çok ama çoooook büyük bir başarıdır. Emperyalizmin ilk ve müthiş yenilgisidir. Birçok mazlum milleti uyandırmış, cesaretlendirmiş, dirence çağırmıştır. Bunu Milli Mücadele’yi yapan, Cumhuriyeti kuran, milli egemenliği ve milli istiklali sağlayan altın kuşak başardı. 1938 yılına kadar, üzerimize gelmeyi bitirmediler ama azalttılar. Sömüremediler, etkileyemediler. Cumhuriyetin ilk 15 yılı, bu bakımdan, sessiz ama görkemli bir dik duruş dönemidir. Herkesle dost geçinilmiş ama hiçbir ödün verilmemiştir. Ülkenin üzerine hiç bir kuvvet ipotek koyamamıştır. Kapitülasyona benzer bir imtiyazı kimse elde edememiştir ve Türkiye yılda ortalama yüzde 10 kalkınma hızıyla ilerlemiştir. Borç yapmamıştır. Osmanlı borcunu düzenli olarak ödemiştir. Verem, sıtma gibi hastalıkların kökü kurutulmuştur. Millet mekteplerinden 3 milyona yakın insanımız diploma aldı, ninelerimiz ve dedelerimiz. Hepsi Cumhuriyete kanat gerdi. Hutbe ve ezan Türkçeleştirildi. Türkiye dünyanın en saygın devletleri arasında yer aldı. Kimse bir Türk saka neferinin başına bile çuval geçirmeyi göze alamadı. Bu harika dönemi iyi bilirsek, bilincimiz diri kalır. Bilmezsek bilincimiz ağır ağır solar, söner. Böyle olmasını isteyen birçok iç ve dış çevre var. Yineliyorum: Tarih dersimize çalışalım! Tarihini bilen yenilmez. ÖNCÜ KADINLAR… “Osmanlı kadın hakları bakımından çok sorunluydu... Öyle konular vardı ki din izin verse bile bağnazlık izin vermiyordu. Peçe bunlardan biriydi. Çarşaf da öyle…” diyorsunuz ‘Diriliş’te. Oysa sonrasında Türk kadını konuşmaya, düşünmeye ve üretmeye yönlendirildi... Devrim onlara uygarlığın kapılarını açtı... Üç çocuk doğurtup evlerine kapamadı... Bu bağlamlarda ‘Diriliş’ bir yönüyle kadınların dirilişiydi de diyebilir miyiz? Evet, haklısınız. Bu dönemde uyanış yaygınlaştı, dirildiler. Cumhuriyete zemin hazırladılar. Kadınların hukuk zaferi, Çanakkale zaferi kadar önemlidir. Bugünün kapalı hanımlarının bile, o günkü kadın savaşı veren hanımlarımızı minnetle andıklarını sanıyorum. Kadın hareketinin öncülerine de yer veriyorsunuz kitabınızda… Başlıca isimlerden bahsedersek… Kadın hareketi daha geniş incelenmeli. Ben birkaç kaynağa dayandım. Yeni incelemeler, araştırmalar yapmalıyız. O dönemdeki tartışmaları derleyip eksiksiz yayımlamalıyız. Aile Kararnamesi çok ileri bir adımdır. Kadını bazı konularda erkekle eşit hale getirir. Bu ileri adımın nedeni kadınlarımızın bilinçli baskılarıdır. Aile kararnamesi, Mütarekede bağnazlık iktidara gelince kaldırıldı. Mütareke yönetimleri, bütün kadroları ve cepheleri ile utanç vericidir. Öncü kadınlarımızın benim bildiğim başlıcaları şunlar: Fatma Aliye Hanım, Nezihe Muhittin Hanım, Halide Edip Hanım, Nuriye Elvan Hanım, Nezihe Veli Hanım, Safiye Hüseyin Elbi, Fatma Nesibe Hanım vb... Sonra bunlara Milli Mücadele ve Cumhuriyet kadınları katıldı. Türkiye çağdaşlık yolunda ilerledi. Batılı objektif tarihçiler, düşünürler bu sürece Türk Mucizesi adını veriyorlar. ‘İLK AYDINLANMA MÜSLÜMANLIĞIN ÜRÜNÜYDÜ’ “Keşke devlet zengin, toplum gelişmiş olsa… Neden böyle geri kalmış yoksul olmuşlardı? Nedeni ne dindi, ne dindarlıktı. Oysa ilk aydınlanma Müslümanlığın ürünüydü” diyorsunuz. Bu nasıl oldu anlatır mısınız? Bu bir kitap konusu. Özetlemek bile zor. Özetin de özeti olarak bu gerileyişin nedenlerinin bir bölümü şöyle anlatılabilir: Batı medreseleri üniversite yaparken biz medreselerden müspet ilimleri uzaklaştırdık. Batı Rönesans’ı ve reformu yaşadı, sanayi devrimini yaptı. İnsanı, doğayı, evreni incelemeye girişti. Biz aklın önüne hurafeyi, bağnazlığı, softalığı koyduk. Dinle bilimi birbirinden ayıramadık. Kötü yönetildik. Çağa ayak uyduramadık. İlkelliğe saplanıp kaldık. Osmanlı kültürü Mimar Sinan’dan kısa bir süre sonra iyi bir mimar yetiştiremedi. Son Osmanlı camilerini Ermeni mimarlar yapmıştır. Ordu geriledi. Yeniçeri ocağı tembellik ve gerilik ocağı oldu. Toprak düzeni bozuldu. Yönetim devşirmelerin, dönmelerin, softaların, Türklük ve yenilik düşmanlarının eline geçti. O yararlı, aydınlık, ileri medreseler Arap milliyetçiliğini, anlayışını, hayat tarzını temsil eder ve yayar hale geldi. Resme benziyor diye harita yasaklandı. Müneccimbaşı sarayın en önemli adamı oldu. Matbaada ancak üç yüz yıl sonra Türkçe kitap basılabildi. Tarihimizi Hammer ve Leon Cahun gibi yabancılardan öğrendik. 1920’de okuryazar erkek sayısı yüzde 7, kadınlarda binde 4 idi. Sanayi sıfır düzeyindeydi. Zengin bir tarihi olan geri, çağdışı bir toplum olmuştuk. Yunus EmreMevlanaHacıbektaşYesevi aydınlanması çok eskilerde kalmıştı. Kadın eve kapatılmıştı. Kocasıyla kola kola deniz kıyısında gezemezdi, birlikte bir lokantaya gidemezdi, tramvaya binemezdi. Masal gibi geliyor değil mi? Çok değil, 8090 yıl önce, dört kuşak önce, böyleydik. Böyle bir devlet yaşar mı? Böyle bir düzen ayakta kalır mı? Böyle bir toplum anlayışı bir toplumu mutlu edebilir mi? Cumhuriyet bir kurtuluş olmuştur. ‘CUMHURİYET’TE BULUŞMAK ÜZERE… Kâzım Karabekir’in Enver Paşa ile bir diyalogları esnasında şok olduğu anı da okuyoruz satırlarda. Neden şok olmuştu Kâzım Karabekir? Ve ayrıca Atatürk ile Enver Paşa arasındaki iletişimi nasıl bir seyir izlemiştir? Enver Paşa yalnız Kâzım Karabekir’i değil, yurtsever, uyanık kurmayların, aydınların çoğunu şok etmiştir. Alman hayranlığıyla, orduyu Almanlara teslim etmesiyle, Anadolu’ya Alman göçmen yerleştirmek tasarısıyla, Suriye’de ve Irak’ta ordu zor durumdayken, oradan aldığı birliklerle Kafkasya’ya yürümesiyle, Hazer’i aşıp Turan birliğini kurmak hayaliyle, İslam birliğini oluşturmak hevesiyle... Bütün bunlar Enver Paşa’nın ve ona destek veren maceraseverlerin, coğrafya ve tarih bilmediklerini, başlarını kaldırıp da bu ortamlara bakmadıklarını, hiç okumadıklarını, aydın asker olmadıklarını, Makedonya komitacılığı kafasını Türkiye’yi yönetirken de bırakmadıklarını gösterir. Bu ileriyi görmeyen macera kafası geride kalmıştır. Türk kurmaylığının, ünlü Alman kurmaylığından da ileri olduğunu söylemeliyim. İki kez dünya savaşı çıkardılar, ikisinde de yenildiler. Aynı hesapsızlığı Alman diplomasisinde görüyoruz. Son sorum roman kahramanları Faruk ve Nesrin ile Orhan ve Dilber’e ilişkin olacak.. Üçlemenin son kitabında da karşılaşacağız onlarla değil mi? Evet, Cumhuriyet’te de buluşacağız.? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr “DirilişÇanakkale 1915”/ Turgut Özakman/ Bilgi Yayınevi/ 688 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 949 Tarih meraklılara geçmişi anlatan bir masal, bir hikâye değildir. Tarih dünü bilerek bugünü anlamamızı, yarını kurmamızı ve kestirmemizi sağlar. Tarihsiz toplum da olmaz, yönetim de… Ama doğruyu, gerçekleri yansıtan bilimsel tarihten söz ediyorum. Sahici tarihten. Masallardan, zırvalardan, yalanlardan, dedikodulardan, yazılı ihanetlerden değil. Tarihimizi bilirsek aynı yanlışlara bir daha düşmeyiz. “ ” SAYFA 16
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle