24 Nisan 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? kahramanı Fred Trumper, yani namı değer Bogus (Sahte) bir evlilik geçirmiş, bir çocuk sahibi bir doktora öğrencisi. Bogus Fred’e yakın arkadaşlarının yakıştırdığı bir isim. Doğuştan şanssız diyebileceğimiz Bogus idrar yollarında nadir görülen bir hastalıktan mustarip ancak Bogus’un tek şanssızlığı bu değil. Onun hayatına girip yol aldıktan sonra bir an nefes almak için başınızı kaldırdığınızda şunu hissediyorsunuz; Blake Edwards’ın yönettiği The Party filmini hatırlayanlar bilirler; Peter Sellers’ın canlandırdığı Hrundi V. Bakshi karakterinin yaşadığı özet şanssızlıklar neyse Bogus için hayatının süregelen gerçeği bu. Ancak komşuları, ailesi, önceki ve yeni hayatı, arkadaşları ve değişken iş hayatıyla Bogus öyle bir karakter ki her gelişmede tam da The Party filminin bıraktığı gülümsemeyi konduruyor yüzünüze. Fred bir yandan öylesine naif ki onu ister istemez seviyor ve dünyasına dahil oluyorsunuz. Paradokslar, ritüeller ve tercihler belki de Bogus’u ve hayatını ve bu muzip öykünün ana hatlarını oluşturan en doğru sözcükler. Tercihler değil midir hayatımızın yönünü belirleyen ve her seçiş bir vazgeçiş değil midir? İşte Sudan Adam’la Bogus’un tercihleri ve vazgeçişleri üzerine keyifli bir yolculuk bekliyor okuyucuları; neyin sahte ne yin gerçek olduğuna dair, mesela gerçek bir memeden sahte bir memeye ve Bogus’un akılcı olmayan tercihleri üzerine çok neşeli bir serüven… Bogus yalan sevmeyi de seviyor, belki pek azımız belki birçoğumuz kadar. İşin tuhaf tarafı ise bunu Bogus’un ağzından dinliyor olmak. Kuşku yok ki, hepimizin korkularına, hepimizin kaygılarına, yalana ve doğruya; sahteye ve gerçeğe bir de Bogus’un gözlerinden bakmakta fayda var. YAZARLIK DERSİ... 1942 doğumlu, ilk romanını 26 yaşında yazan, pek çok eseri sinemaya uyarlanmış; Türkçeye Tanrının Eseri adı ile çevrilmiş Cider House Rules adlı eserinden uyarladığı senaryosuyla 2000 senesinde Oscar kazanan Irving’in dilindeki sinematografik öğelerden sadece bahis açmak bile oldukça uzun zaman alır ancak bu tadı ilk sayfalardan itibaren almaya başlayacağınızdan kuşkunuz olmasın. Edebi değeri yüksek, çok satan romanları ile tanınan yazarın başlıca eserleri 158 Pound Marriage (Orta Sıklet Evlilik), A Widow For One Year (Bir Yıllık Dul), A Prayer for Owen Meany, The Hotel New Hampshire, A Son of the Circus, The Fourth Hand ve Until I Found You olarak sayılabilir. Teksas’ın başşehrinde alternatif bir John Irving gazete olan The Austin Chronicle’ın yazarı ve Irving’in öğrencisi Louis Black, Irving ve yazını hakkında düşüncelerini şöyle açıklıyor: “Windham Koleji’nde öğrenci iken genç bir yazarın ders verdiğini öğrendim. Çok heyecanlandım. Irving’in ilk romanını okudum ve elbette çok etkilendim. Onun yaratıcı yazarlık dersine kabul edildiğim için çok şanslıydım. Yazarlığın iyi yazmak ya da güçlü bir öykülemeye sahip olmaktan çok kendini hazırlayabileceğin ve daha iyi olabileceğin bir mes lek olduğunu düşünüyordu. Her gün çalışma gerektiren bir meslek… Şimdiye kadar aldığım en güzel dersti. Ders süresince Irving ikinci romanını bitirdi ve isimlerini bizim üzerimizde denedi. Ben The Water Method Man adına karşıoy vermiştim. Bu adın The Watermelon Man(*) filmine benzediğine dikkat çektim. Irving de aynı fikirdeydi ama bu filmin halk arasında iyi bilinmediğini iddia etti. Eninde sonunda bu isimde karar kılındı.” Kitabın çeşitli bölümlerindeki senaryo biçimindeki yazınlar Irving’in başka bir yönüne de ışık tutarak okuyucuyu onun geniş yazın tecrübesiyle tanıştırıyor. Bogus’un peşine düştükleri, aradıkları ve en mühimi de tercihleri ne yönde gidecek? Bogus nelerden vazgeçip neleri seçecek? Naif dünyasında peşine düştükleri ve aradıkları neler? Gerçek sahte, yalan doğru, Fred Bogus… Bu mükemmel karakter tüm bu ikilemlerin neresinde? Daha önemlisi siz neresindesiniz? Hayatın tam da kendisini işte bu yönlerden irdeleyen bu edebi rüya ile iyi okumalar! ? (*) The Watermelon Man Melvin Van Peebles tarafından 1970 yılında çekilen; beyaz bir aile reisinin bir gün uyandığında zenciye dönüştükten sonra yaşadıklarını konu alan bir film. Sudan Adam/ John Irving/ Çeviren: Emin Yaşar Sınır/ Merkez Kitaplar/ 420 s. görünecek. Sanırım akşamı, senin insanların birbirinde ayrı oluşunu algıladığın gibi acıyla algılıyorum; bu görüşlerin biri o kadar kişisel, o kadar keskin ki, can yakıyor. Sanki güneş battıktan ve yıldızlar çıktıktan sonra yaşamaya başlıyorum” diyerek hayranlığın doruklarındayken bile ipek kadife kumaş içinde gizlenmiş gücünü sergiliyor. Aynı zamanda da, yazının okuyucuyu seçilmiş zamanların rengine ve ışığına göre etkilediğinin altını çiziyor. Güneş battıktan sonra yazılan bir mektubun gün ışığında okunduğunda aynı etkiyi yapmayacağını, dahası yazanın duygularını ona iletemeyeceğini buruk bir cümle ile özetliyor. Bu saptama kitabın bütünü için de geçerli! Yaşadıkların dönemin içine girerek okuyabilmek, o dönemin değerlerine göre analiz edebilmek için zamanın ışığını halojen lambanın ışığı gibi açıp kısmak gerekiyor! Çok uzak bir tarih olmasa bile, yirminci yüzyılın başlarında yaşanan ve başarıyla gizlenen ilişkinin belgelerini incelerken aynı yüzyılın iletişimsizlik çağı / medetsizlik çağı / tüketim çağı olarak nitelenmesi ve psikanalizin bu yüzyılın en büyük devrimi olarak ilan edilmesi okuru kitap üzerinde farklı düşünme biçimleri geliştirmeye zorluyor. Özellikle Julia Kristeva’nın üzerinde kafa yorduğu bu konuyu ele alıp kitaba aynı mercekten bakınca; mektuplarda iç içe geçmiş zaman pencerelerinden ve biri ötekine açılan kapılardan geçilebiliyor. Ruh / psişe, anlatım / aktarım, ve bir diğer öteki üçgeninde yaratılan psikanalizde amaç tıptı dinlerde olduğu gibi ruhun arınması ve temizliği idi. Yaşadığı yüzyılda kapalı kapılar ardında kilitli tuttuğu ruhunun dehlizlerinde kalanları anlatamayan insan sorununu inceleyen yazarlara / kuKİTAP SAYI Virginia Woolf ve Vita SackvilleWest Mektuplaşmaları ta’nın “Sen insanları yüreğinle değil aklınla seviyorsun” dediği satırdan sonra aklımdaki sorunun yanıtını bulabilecek miyim umuduyla okuduğum kitabın ta son sayfalarında rastladığım satır ‘yanıt burada!’ dedirtiyordu. Çeyrek asırdan fazla bir zamana yayılan yazışmalardaki onca coşkuya, ilahlaştırmaya, paylaşıma, yüceltmeye ve duygu yoğunluğuna karşın; Virginia’nın intiharını öğrendikten sonra bu kez Harold’a yazdığı mektupta yer alan satır benim için yanıt niteliğindeydi: “…Orada olsaydım ve nasıl bir ruh haline girdiğini bilseydim herhalde onu kurtarırdım, buna inanıyorum.” Oysa zaman zaman kesintiye uğrasa bile dostlukları ve mektuplaşmaları sürüyordu. Ölüm şokunu üstünden atamayan Vita, “O güzel akıl, o güzel ruh. Hem son gördüğümde o kadar iyi görünüyordu ki…” diyerek içine sindirememenin, kabullenememenin sessiz çığlığını sığdırıyordu yazdığı mektuplara. Bu da demek oluyordu ki, mektuplardaki gerçeklik nesnel birlikteliğin gerçekliğinden farklı bir gerçeklik yaratıyordu. Işığı ayarlanabilen lambanın kontrolü gibi dilediğince gizlenip dilediğince açığa çıkarılabiliyordu en mahrem duygular ve düşünceler. Gündelik hayat dilediğince renklendirilip öyküleştirilebiliyor ya da dilediğince sıradanlaştırılabiliyordu. KAPILARI AÇAN ANAHTAR: SEVGİ Agora Kitaplığı’ndan çıkan kitabın Virginia Woolf Vita Sackville West ? Meliha AKAY debiyatın içinde yer edinmiş ‘mektup’ örneklerini en hüzünlüsünden en coşkulusuna kadar bugüne değin okumuş olsak da, Agora Kitaplığı’ndan çıkan VirginiaWoolf Vita Sackvelle West Mektuplaşmaları adlı kitabın okurun belleğinde farklı bir yer edineceğine hiç kuşku yok. İki romancı kadın arasındaki dostluk ne denli güçlü, sevgileri ne denli yoğun ise; yazışmaları kesintisiz ve hiçbir ayrıntıyı göz ardı etmeden verebildiği için kitap da o denli ayrıcalıklı. Hangi yüzyılda yaşanırsa yaşansın aşkın bütün hallerini define sandığında saklar gibi saklayan mektupların gün ışığına çıktığı zamanlarda aklıma takılan sorudan bir türlü kurtulamıyorum. Mektuplar gerçek mi, kurmaca mı?.. Yirminci yüzyıla imzasını atarak geçip giden koca bir yirmi yılın ardından okurla buluşan Virginia ve Vita’nın mektuplarında dolu dolu yaşanan dostluğun ve aşkın tanığı olmak o döneme başka bir büyüteçten bakmamızı sağlıyor. İlk mektupta Vi E Mektuplaşmaları ilk sayfalarına dönersek, Virginia’nın mesafeli ve uzak duruşuna karşın Vita’nın sergilediği sevgisini ve şefkatini esirgemeyen koruyucu kadın duruşu, iki kahramanın da kişiliklerini ele veren ipuçları. Vita, hayran olduğu hatta ilahlaştırdığı Virginia’nın kapılarını nasıl aralayacağını çok iyi biliyordu. Sabırlıydı. Geleceğini ve kişiliğini biçimlendiren çocukluğunda öğrenmişti bağımsızlık ile sevginin, mahremiyet ile yakınlığın arasındaki saydam duvarın ne olduğunu. Bu karşıt güdüleri dengelemek de çoğu zaman Vita’ya düşüyordu. Birinin aradığı diğerinde vardı, bunu ilk başlarda ikisi de anlamışlardı. Virginia, soğuk denemese bile, bütün o çekimser ve alaycı tavrına karşın yazılanlara uysal bir dille karşılık vermiş, yel değmiş kor parçaları gibi alevlenip duran sevgiyi asla reddetmemiştir. Hem erkekliğin kılıcını, hem şefkat dolu kadın kalkanını çok iyi kuşanan Vita önce, “Sen çok, çok olağanüstü bir insansın. Bunu hep biliyordum. Ama senin gerçekten ne kadar olağanüstü olduğunu ancak bu akşam tam olarak ve derinden kavradığıma inanıyorum. O kadar çok şey başardın ki. Sen sürekli bir başarısın, yine de, her zaman boş vaktin varmış izlenimini uyandırıyorsun” diyerek Virginia’ya zafer duyguları yaşatıyor, hemen onu izleyen başka bir mektupta; “Sadece kâğıdımı aydınlatan bir lamba, yoğunlaşma, mahremiyet yaratıyor. Mektuplar ne kadar kötü bir iletişim ortamı; sen bunu gündüz aydınlıkta okuyacaksın ve her şey farklı ? SAYFA 24 CUMHURİYET 903
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle