26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Çağdaş dünya edebiyatının en önemli yazarlarından Jose Saramago, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin davetlisi olarak Adnan Özer'in düzenlediği bir organizasyonla İstanbul'a geldi. Portekizli yazar, eşiyle birlikte beş gün İstanbul'da kaldı. Beyoğlu Mephisto Kitabevi’nde imza günü yaptı, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde de okurları ile buluşup bir konferans verdi. Metin CELAL Okuduğum Kitaplar J ose Saramago, hikâye, oyun, günlük, şiir gibi edebiyatın hemen her dalında eserler vermiş ama esas olarak romanlarıyla tanınıyor. Portekiz'de, Lizbon'un kuzeyinde küçük bir köyde doğmuş. Yoksul bir köylü ailesinin çocuğu olarak büyümüş. Ekonomik sorunları nedeniyle öğrenimini bırakmış, makinistlik eğitimi almış. Teknik ressamlık, redaktörlük, editörlük, çevirmenlik yapmış. Gazetelerde sanat editörü olarak çalışmış. Siyasi yorumlar yazmış. Portekiz Yazarlar Birliği'nin yönetiminde yer almış. 1979 yılından itibaren sadece yazarlık yaparak hayatını sürdürmeye başlamış. İlk romanı "Terra Pecado" 1947'de yayımlanmış. Eserleri yirmiden fazla dile çevrilmiş. 1998 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanmış. 1993'ten beri Kanarya Adaları'nda yaşıyor. 84 yaşında, zımba gibi bir ihtiyar delikanlı. Jose Saramago, Türk okur için oldukça tanıdık bir isim. Neredeyse tüm romanları Türkçeye çevrilmiş. Okurdan da ilgi görmüş. Saramago, çağdaş edebiyat içinde özellikle romanlarında kullandığı anlatım ve biçimle dikkati çekiyor. İşlediği konuların insanlığı yakından ilgilendiren temalar olmasının yanında, üslubu ile fark yaratıyor. Kolay okunan bir yazar değil ama birkaç sayfa okumayı becerdiğinizde seviyorsunuz. Saramago, iyi bir edebiyatçı olmanın yanında duyarlı bir aydın. Dünyada gelişen olayları yakından takip ediyor. Gerektiğinde tavır almaktan çekinmiyor. 11 Eylül, ABD'nin Irak saldırısı gibi birçok önemli olayda dünya yazarlarıyla birlikte hareket ettiğini, bildirilere imza koyduğunu, çağrılar yaptığını biliyoruz. Nobelli bir yazarı İstanbul nasıl karşılıyor, diye merak edip gitmiştim imza gününün yapıldığı Mephisto Kitabevi'ne. Saramago'yu ancak uzaktan görme olanağı buldum. İkinci kattan İstiklal Caddesi’ne kadar uzanan bir okur kuyruğu vardı. Kalabalığı yarıp içeri girmek de, Saramago'ya ulaşıp bir kitabını imzalatıp, "Merhaba" demek de olanaksızdı. Saramago, o gün üç yüzden fazla kitap imzalamış. Anlaşılan kitabevinde kitap kalmayınca da imzayı kesmek zorunda kalmış. Gerçekten de bir İstanbullu olarak gurur verici bir durum. Okuru Saramago'ya hak ettiği ilgiyi gösterdi. İmza gününde görüşemedim ama Saramago ile bir sabah kahvesi içme olanağı buldum. Türkçede yayımlanan son kitabı "Ölüm Bir Vamış Bir Yokmuş"un (Merkez Kitaplar) çevirmeni arkadaşımız M. Necati Kutlu'nun çevirmenliğiyle, şair Alper Çeker ve Adnan Özer'in katıldığı bir dost meclisinde bir saat kadar roman hakkında sohbet etmek olanağı bulduk. Dergimiz Özgür Edebiyat'ta başlayan roman üzerine tartışmadan söz ettim Saramago'ya. Günümüzde ilginç bir paradoks yaşandığını, bir yandan artık büyük romanların yazılamadığı, romanın tür olarak öldüğünden söz ediliyor, diğer yandan her yıl daha çok roman yazılıyor. Biliyorsunuz George Steiner "Roman öl Nobelli yazar Saramago ile İstanbul’da rak duyabilir, onları okuyabilirler. Hiç kitap okumamalarından ‘çok satan’ da olsa bir kitap okumalarını yeğlerim. Çünkü onları kazanabiliriz, ilgilerini çekebiliriz." "Edebi romançok satan roman ayrımına katılmıyorum. Edebi niteliği olan romanlar da çok satabilir. Örneğin Don Kişot'u ele alalım. Don Kişot edebi anlamda değerli bir roman değil midir? Değerlidir, ama aynı zamanda çok da okunmuştur, okunuyor. Edebiyat tarihinde böyle birçok örnek sıralayabiliriz. Klasikleşmiş eserlerin çoğu böyledir, hem edebidir, hem de çok okunur. Benim Körlük adlı romanım edebi ni gereken onların görmediği, göremeyeceği, yansıtamadığı ayrıntıları görmektir. Belki bireysel acıları, etkilenmeleri gözlemleyip çıkartmak, onları anlatmaktır. Televizyon, sinema ne kadar hızlı olsa da her şeyi anlatma olanağına sahip değil. Bir edebiyat eserinin aktaracağı birçok şeyi, insanların yaşadığı acılar, duygular gibi şeyleri aktaramaz, orada edebiyata görev düşer." Alper Çeker, "Romanlarınızda mistik bir hava seziyorum. Mistisizmle ilginiz var mı?" diye soruyor. Saramago, ateist olduğunu, dine inanmadığını söylüyor, "Ama din insanlıkla ilgili en önemli olgulardan biridir. Ona ilgisiz kalamazsınız. Ateist de olsam sonuç olarak ben de bir aile çevresinden yetiştim ve onlar dindardı. O nedenle dini birçok konuyu yakından bilirim ve bu durum yazdıklarıma da yansır" diyerek sözlerini tamamlıyor. ÖLÜM BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ. Jose Saramago'nun Türkiye'de çok genç ve dinamik bir okur topluluğu var. Bu okurlar Saramago'yu imza gününde olduğu gibi söyleşisinde de yalnız bırakmadı. Genç okurun böylesine ilgisini çeken Nobelli yazar anlaşılan Türk yazarlarında pek heyecan uyandırmamıştı. İmza günü için kapıda beklerken kitapçıya doğru bakmaya bile gerek görmeden, hatta adımlarını hızlandırarak geçen yazar dostlar gördüm. Söyleşide de Türkiye PEN başkanı, şair Tarık Günersel ve Saramago'nun yayıncısı İlknur Özdemir dışında pek tanıdık yazar yoktu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin sürdürdüğü Arzın Merkezinde Buluşmalar etkinliği için gelen önemli yazarlar ve İstanbul Kitap Fuarı'na davet edilenler açısından da pek farklı bir durum yok. Yazarlarımız, Dünya çapında yazar ve düşünürlere nedense pek ilgi göstermiyorlar. Neyse ki onların açığını okurlar kapatıyor. Sevdikleri yazarları yalnız bırakmıyorlar. Jose Saramago, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde Türkçede yeni yayımlanan romanı "Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş" üzerine konuştu. "İnsanlar hiç ölmeyeceklermiş, yaşlanmayacaklarmış gibi yaşıyorlar. Bana bile ne kadar gençsiniz diye iltifat edenler var. Yaşlılık konusunu işledim, yaşlılığın sorunlarını anlatmak istedim. Ne olurdu acaba ölmeseydik? Herkes çok mutlu olacak herhalde. Oysa ölmeseydik, öyle bir kaos olurdu ki, hayat o kadar çekilmez hale gelirdi ki... Bu durum otuz, kırk, elli yıl devam edecek. İnsanlar ölümün eşiğinde kalacaklar. Ölmemek vücudun yaşlanmamasına sebep değil. Vücut yaşlanacak sürekli. Ölmezsek hiç bitmeyen bir yaşlılığa mahkum olacağız. 84 yaşındayım, yaşlılığı hissediyorum. Bir de beni yüz yaşında düşünün, iki yüz yaşında, beş yüz yaşında. Hep daha yaşlanmak, hep daha yaşlanmak... Belirgin bir süreçten sonra yaşlılık çekilmez olur. Ölümle hayatın arasında kalırız. Böyle bir konu üzerine yazmak meydan okumaktır" diye söze girdi. Ölüm üzerine enine boyuna düşünmüş, "ölüm" olgusunun toplumsal, bireysel etkilerinden felsefi, dini boyutlarına kadar uzanmış. Ama anladığım kadarıyla roman aslında bir toplumsal eleştiri. Saramago, başbakanından bakanlarına, bürokratlarından din adamlarına, gazetecilerine, hasta bakıcılarına, cenaze levazımatçılarına hatta mafyaya uzanan geniş bir yelpazede ölüm ve yaşlılık olguları çevresinde günümüz toplumunu mizahi, ironik bir dille sorguluyor, eleştiriyor. İstanbullular, büyük bir yazarı, Nobelli Jose Saramago'yu misafir etmekten mutluydu. Umarız o da okurları ile birlikte olmaktan mutlu olmuştur. ? KİTAP SAYI 903 dü" tezini ileri sürüyor. Sizce roman öldü mü, ölecek mi, diye sordum. Saramago, "Romanın bir edebi tür olarak ölmesi söz konusu olamaz. Ancak bir evrim geçirdiğini söyleyebiliriz. Artık önceki yüzyıllardakinden daha farklı bir roman yazılıyor. Üslup, anlatım, dil olarak roman çok değişti, gelişti. Steiner çok değerli bir bilim adamı, eleştirmen olabilir ama onun bu sözlerine katılmam mümkün değil" diye cevapladı. "Romanın edebiyata düşman" olduğu. Romanın günümüzdeki geldiği konuma bakıldığında artık edebi nitelikler taşımadığı, aksine yapısı itibarıyla okuru edebiyattan uzaklaştıran, en azından roman okurunun edebiyatla bağ kurmasını önleyici nitelikte olduğu tezine de katılmıyor. "Ben farklı düşünüyorum. Hiçbir kitap, okuru edebiyattan uzaklaştırmaz. Aksine okuma alışkanlığı kazandırdığı için ‘çok satan’lar yararlıdır. O okurlar zamanla daha ciddi, edebi eserlere me telikli bir romandır, ilk yayımladığımda çok az okurun kitaba ilgi duyacağını düşünmüştüm ama Amerika'da bile büyük ilgi gördü, 200 binden fazla sattı." "Dünyada artık yazılacak konu kalmadı diyorlar..." diyorum. "Dünyada çok fazla konu olmadığı doğrudur. Edebiyat tarihine bakarsanız işlenen konuların sayısının pek fazla olmadığını görürsünüz. Altı yedi tane ana konu var. Aslında sürekli aynı konular işleniyor. Önemli olan o konuların nasıl ele alındığıdır. Nasıl anlatıyorsunuz, farklı olarak hangi yanlarına bakıyorsunuz. Anlatım biçiminiz, kullandığınız dil, konuyu ele alışınız, hepsi çok önemli" diye cevap veriyor. Sizce 11 Eylül'ün ya da Amerika'nın Irak saldırısının romanı niye yazılamıyor, diye soruyorum "Yazarların, romancıların televizyonun hızına erişmesi olanaksız. O kadar hızlılar ki ve o denli çok ayrıntıya girip olayları enine boyuna işliyorlar ki... Bu durumda romancının yapması SAYFA 12 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle